Türkçe Olimpiyatları reklamlarını televizyonlarda görmüşsünüzdür. Hem de “kamuya yararına” yayın olarak “kamu spotu” başlığı altında. “Kamu spotu”, yeni ve afili bir kavram. Oysa çok yeni bir icat değil. Yaşı 30 civarında olanlar 1980’li yıllarda TRT’nin tek kanalında sık sık yayımlanan “Bay Yanlış” ile “Doğru Ahmet” ikilisinin maceralarını hatırlarlar. “Bay Yanlış”, yaşça büyük olmasına rağmen trafik […]
Türkçe Olimpiyatları reklamlarını televizyonlarda görmüşsünüzdür. Hem de “kamuya yararına” yayın olarak “kamu spotu” başlığı altında.
“Kamu spotu”, yeni ve afili bir kavram. Oysa çok yeni bir icat değil. Yaşı 30 civarında olanlar 1980’li yıllarda TRT’nin tek kanalında sık sık yayımlanan “Bay Yanlış” ile “Doğru Ahmet” ikilisinin maceralarını hatırlarlar. “Bay Yanlış”, yaşça büyük olmasına rağmen trafik kurallarını ısrarla ihlal ederdi. “Doğru Ahmet” ise, söze “Yanlışsınız yine Bay Yanlış” diye başlayarak trafik kurallarının doğrusunu anlatırdı. Karşıdan karşıya geçerken önce sola sonra sağa sonra tekrar sola bakmamız gerektiği bir çoğumuzun kafasına bu ikiliyle kazındı.
Sonra özel televizyonların açılmasıyla kanal sayısı hızla arttı. Reyting rekabeti bu tür eğitici yayımların azalmasına neden oldu. 10 yıl önce Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) bu duruma bir el atarak her kanalın belirli bir zaman diliminde “kamu yararına” bu tür eğitici yayımlar yapmasını zorunlu kıldı. Önceleri televizyonlar “kamu spotu” denilen bu tür yayınları çok az kişinin ekran başında olduğu saatlerde yayımlamaya başladı. Yasak savma adına geceleri alkolün ve sigaranın ne beter bir şey olduğuna, trafik kurallarına uymak gerektiğine, deprem sigortasının faydalarına dair yayınlarla karşılaşmaya başladık.
Ancak son zamanlarda Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın ve Milli Eğitim Bakanı’nın bizzat “oynadığı” kamu spotlarıyla karşılaştık. Hem de öyle sabaha karşı falan değil… “Devlet büyükleri” izlenme oranının en yüksek olduğu saatlerde kamu spotlarında boy göstermeye başladılar. “Ulusa Sesleniş” yetmemiş olacak ki bu bedava propaganda olanağına başvurmak alışkanlık haline geldi. Son olarak bu da oldu ve Gülen cemaatinin halkla ilişkiler faaliyeti olan Türkçe Olimpiyatları’nın reklamları da bedavadan, “kamu spotu” olarak televizyonlarda yayımlanmaya başlandı. Şimdi merak edilen RTÜK’ün bu faaliyette nasıl bir “kamu yararı” bulduğu…
Faşizan haz kamu yararına mı?
30 Mayıs’ta başlayıp 14 Haziran’da sona erecek olan Türkçe Olimpiyatları’nın kamuya nasıl bir yarar sağladığını bulmak için daha önce yapılan dokuz olimpiyatta yaşanan manzaraları anımsayalım. Kongo’dan getirilmiş 4-5 yaşlarındaki çocuklar, yüzlerinde her daim ağlamaklı bir ifadeyle, gırtlaklarını parçalarca “şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda” diye bağırırlarken salonda bolca bulunan badem bıyıkların üzerine gözyaşları damlıyordu. O çocuklar hıçkıra hıçkıra andıkları “şüheda fışkıracak” bu topraklara ilk kez ayak basmışlardı, “şüheda” ne demek kesinlikle bilmiyorlardı. Aslında büyük bir ihtimalle ezbere söyledikleri İstiklal Marşı’nın sözlerinin anlamından da büyük ölçüde bihaberlerdi. Ama ne gam! Kendileri de daha çocukken, özellikle yaz aylarında, anlamadıkları bir dili ezberlemek üzerine kurulu bir eğitimin tezgahından geçenler için bu çok da sorun değildi. Eğitimin temeli zaten “hızf”dan geçmekteydi.
İşin bu tarafını bir tarafa bırakalım. Çokça yazıldı çizildi, bu çocukların okudukları Gülen hareketine ait özel okullarda kapsamlı bir Türkçe eğitimi falan da verilmiyor. Eğitim dili İngilizce ve isteyenlere çoğunlukla hafta sonları 2 saat Türkçe seçmeli ders var. Afrika’nın seçkinlerinin yıllık 5 bin-10 bin dolar arasında paralar ödeyerek çocuklarını gönderdiği bu yoksul ülkelerde, burslu öğrenciler için bu “seçmeli” Türkçe dersinin çok da seçime tabi olmadığı biliniyor. Tabii, her bursun bir bedeli var.
Dünyanın dört bir yanından Türkçe Olimpiyatları’na gelen çocuklara biçilen görev belli. Ancak “kendisine benzediği ölçüde” birine sempati duyan, onun farklılıklarını “hoş gören”, içinde bir yerlerde hep “dünya Türk olsun” hayali taşıyan kodaman Türk büyüklerinin faşizan duyguları tatmin edilecek. Onlar bu miniklere bakarak kendi büyüklükleri ile haz duyacak. İşte kamu yararı! Ve belki de daha doğrusu; işte bugünün muteber kamusu!
Kamuya bak, yararını anla
Aslında işin püf noktası bu. Yeni kamumuz Türkçe Olimpiyatları’nda arz-ı endam ediyor. Geçtiğimiz yıllardan hatırlayalım. Bu kamunun en ön saflarında AKP kurmayları ve birikimlerini AKP’ye borçlu yeni elit takımı. Peşlerinde Zekeriya Öz gibi gözde savcılar, Mehmet Ağar gibi devletin derin simaları. Vitrinde Sinan Çetin gibi muteber sinemacılar, Sertap Erener gibi muteber şarkıcılar… Bu kamuda başka kimler varmış merak ediyorsak Türkçe Olimpiyatları’nın bu seneki sponsorlarına da bir bakıverelim. Gülenci sermayenin finansallaşmasının simgesi olarak Bank Asya en başta duruyor. İslamcı sosyete için pırlanta taşlı eşarplar üreterek adından söz ettiren Aker ve Milli Eğitim’in tablet bilgisayar ihalesini kapan ABD’li General Mobile da bu organizasyon üzerinden “sosyal sorumluluk” havası atan kamunun arasında. İrili ufaklı onlarca sermaye gruplarının yanında İstanbul Borsası, Burger King ve işçi düşmanlığında irtifayı oldukça düşüren THY dikkat çekiyor.
Böylesi bir faşizan asimilasyon gösterisi zaten ancak böylesi bir kamu için yararlı olabilir. Bu kamuyu görünce emekçi mahallelerinde varlık kazanan, yoksul, mülksüz, gönüllü emeğiyle ayakta duran, tek tipleştirici değil özgürleştirici eğitim faaliyetleri yürüten ve en önemlisi halkın hakları mücadelesi veren Halkevleri’nin neden kamu yararına dernek olmaktan çıkarıldığını daha rahat anlıyoruz. Bu meseleyi de başka bir yazıya bırakalım şimdilik.
Sömürgecilik müsameresi
Gelelim bahsettiğimiz kamunun neden bu etkinlikten bu kadar heyecanlandığına. Birleşmiş Milletler Eğitim, Kültür ve Bilim Örgütü UNESCO’nun verilerine göre 3 dilin yok olduğu, 15 dilin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı Türkiye’de, tüm dünyaya Türkçe konuşturma heyecanı yaşanması çok da yadırgatıcı değil. Türkçe Olimpiyatları’nı huşu içinde izleyen zevatın gözyaşları, tatmin edilmemiş bir sömürgecilik özentisinin zirve yaptığı anlara denk düşüyor. Ağlayarak ‘gülen’ oluyorlar. Çok ama çok heyecanlanıyorlar; çünkü kendi dillerinde türküleri, kendi dansları, kendi oyunları olan çocukları, bir sömürgecilik/misyonerlik parodisinin oyuncuları yaparak kudretlerini hissediyorlar. Ganalıdan Karadeniz horonu izleyince, Brezilyalıdan Necip Fazıl şiiri dinleyince, Koreliden İstiklal Marşını duyunca kendilerinden geçiyorlar. Misyonerlik faaliyetleri ile sömürgeciliğin iç içe geçmiş tarihi hatırlanıyor. Ve Hocaefendinin Türk-İslam misyonerliğinin ürünleri olarak bu çocukların varlığı onların gururlarını okşuyor.
Ancak bu bir sömürgecilik müsameresi. İngiliz sömürgeciliği, dünyanın dört bir yanında kendi dilini egemen hale getirirken sadece askeri güç ile bunu sağlamıyordu. Sanayi devriminden aldığı güç ile kendi dilini bir bilim dili ve sanat dili haline getirerek bunu başarıyordu. Bugün dünyanın dört bir yanına yayılmış “Fethullah Okulları”nda da asıl olarak finansın, ticaretin, teknolojinin yani aslında sermayenin en geçerli dili olan İngilizce eğitim yapıyorlar. Belki de kendi bölgelerinde yatırım yapan Türk şirketlerinde işe girseler bile kullanmayacakları Türkçeyi öğrenmelerinin tek bir faydası var: Herşey Türkiye’deki bir gösteri için. Ve bu gösteri Gülen hareketinin halka ilişkiler faaliyetinin en önemli parçalarından biri. Bu yanıyla da faaliyet aslında müsamere sömürgeciliği…
Türkçe olimpiyatlarında sergilenen bu müsamere sömürgeciliği, bu okulların misyonunu gizlemeye yarıyor. 100 civarında ülkede kurulan okulla
rın CIA ile işbirliği artık kimse için sır değil. Her dönem Amerikancı olan Türk-İslam çizgisi, düzenin yeni ihtiyaçlarına göre sınırları aşıyor. Bu okullarda yetişen gençlere aslında neoliberal kapitalizmin kuralları öğretiliyor, bu düzenin ihtiyaç duyduğu “sosyal ve beşeri sermayeleri” geliştiriliyor. Sermaye için verimli ve itaatkar, ABD için “ılımlı dindar” nesiller yetiştiriliyor. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından kapitalizmin kurulacağı ülkelerde başlayan macera bugün ABD’nin ve sermayenin ihtiyaç duyduğu her yere yayılıyor. Türkiye sermayesi için bu okullar hem vergiden kaçmanın bir yolu oluyor hem de yerel siyasetçiler ve sermaye kesimleriyle buluşma merkezi işlevi görüyor. Cemaatin finans sermayesi bu okullara kredi vererek kendine “değerlenme alanı” buluyor.
Yeni nizama yeni bayramlar
1980’lerle başladık 1980’lerle bitirelim. Bu dönemin 23 Nisan’larında Halit Kıvanç’ın sunduğu TRT etkinliğini hatırlayanlar vardır. 12 Eylül faşist cuntacıların bile aklına yurt dışından gelen çocuklara Türkçe şiir okutmak, şarkı söyletmek gelmemişti. Paşaların zulmü, bayramı stadyumlarda zehir edilen Türkiyeli çocuklaraydı. Dünyanın dört bir yanından gelen çocuklar hiç olmazsa kendi şarkılarıyla danslarıyla sahne alırlardı. Bugün ise yeni nizamın yeni önemli gün ve haftalarında, yurt dışından getirilen çocukların ne kadar Türkleştiği keyifle izleniyor. 12 Eylülcülerden miras “Türk-İslam” sentezi, uluslararasılaşan sermayenin ve her dönemki hamisi ABD’nin desteğiyle eşik atlıyor. Stadyumlar, yeni nizamın yeni özel günleri için çocuklarla ve gençlerle doldurulmaya devam ediliyor. Önümüzdeki günlerde Türkiye genelinde 35 stadyumdan hepimize verilecek mesaj belli: “Dünya bize benziyor, siz niye direniyorsunuz.”