THY’dan çıkarılan 300 civarında haklarını savunan çalışan ve sürecin sonrasında ne olacağı merak konusu. Olayın ortaya çıkışı TBMM’de AKP’nin yine bir ‘torba yasa’ sürecinde araya konuluverilen ‘havacılık sektöründe grevi yasaklayan’ yasa önerisine dayanıyor. Hava-İş’in açıklamasına göre Meclis’te grubu bulunan diğer partilerin tüm çabasına karşın yasa hızlıca Meclis’ten çıktı. Meclis görüşmelerinin yapıldığı gün ise çeşitli sebeplerden […]
THY’dan çıkarılan 300 civarında haklarını savunan çalışan ve sürecin sonrasında ne olacağı merak konusu. Olayın ortaya çıkışı TBMM’de AKP’nin yine bir ‘torba yasa’ sürecinde araya konuluverilen ‘havacılık sektöründe grevi yasaklayan’ yasa önerisine dayanıyor. Hava-İş’in açıklamasına göre Meclis’te grubu bulunan diğer partilerin tüm çabasına karşın yasa hızlıca Meclis’ten çıktı. Meclis görüşmelerinin yapıldığı gün ise çeşitli sebeplerden ‘hizmet üretemez’ hale gelen haklarına duyarlı çalışanlar tepkilerini gösterdiler. İşin faturası 300’den fazla işçinin işine son verilmesi oldu. Bundan sonra yaşanacakları hep beraber takip edeceğiz.
Büyük projenin bir ufak uygulaması
Meclis’te yasa önerisini veren isim AKP İstanbul Milletvekili Metin Külünk… Bir ara İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı için de isminin geçtiği belirtilen AKP kurucusu milletvekilinin hakkında çıkan bir haberin izini sürdüğümüzde karşımıza ilginç bir manzara çıkıyor. Külünk’ün kişisel web sitesinden sol taraftaki ‘cv gönder’ butonuna tıkladığınızda açılan sayfa Empatik adlı bir İnsan Kaynakları firmasının sitesi . Zaten sağ altta logosunu da görmek mümkün. Aynı zamanda bu firma Ekim 2009-Mayıs 2011 arasında THY ile ‘Kabin Memurlarının İşe Alımında’ KAMİA adlı projeyi gerçekleştirmiş bir firma (Ayrıntılar için: http://www.empatik.com/kamia.html). Dolayısıyla zaten son 1.5 senelik süreçte kabin memurluğu alımı ‘bu kanal’ üzerinden gerçekleşmiş. 300 personeli birden işten çıkarma sonucu THY’nın firmayla projeyi uzatması beklenebilir bir süreç. Külünk’ün THY ve ötesinde ‘havacılık sektörüne’ ilgisinin başka derin noktaları olduğu ortada.
Fakat dikkat edilmesi gereken nokta sadece burası değil. Arkasında kocaman bir toplumsal projenin yattığı ufak bir örnek gibi duruyor bu süreç. Empatik firması aynı zamanda şirketin kendi tanımına göre “istihdama odaklanmış bir danışmanlık firması”, aynı zamanda da “İşkur Özel İstihdam Bürosu” olan bir firma olarak geçiyor. Özel İstihdam Büroları yıllardır tartışılan bir konu, bu süreç vesilesiyle Çalışma Ekonomisi bölümlerinde de örnek inceleme yapılarak daha detaylı incelenebilir belki.
Yaygınlaştığı Batı Avrupa ve ABD’den farklı olarak içerisinde bariz kimi ‘memlekete özgü’ kimi özellikleri taşısa da amaçlananlar açısından işlevinde bir farklılık gözükmüyor elbette. İşçi sınıfının sınırlı da olsa örgütlü kaldığı alanların dağıtılıp tekrardan düzenlenmesi süreci.
Mümkünse örgütsüzlük, mümkün olmuyorsa ‘istenilen yerde’ sözde örgütlülük… Bu açıdan THY’den işten çıkarmaların anlamı göründüğünden daha derin gibi. Konu ile ilgili Yüksel Akkaya’nın sendika.org’daki son yazısı çok önemli bir kaygıyı dile getiriyor. Evet aynı özelleştirme dalgaları gibi ‘bağıra bağıra grev yasağı’ dalgası mı geliyor? Burada grev ve özelleştirmenin devamı olarak iktidar, hatta bizzat yandaşları değil milletvekilleri eliyle açıktan, ‘kadrolaşma sorununu’ da çözüyor. Kadrolaşma mevzusunun aslında büyük kısmı bu ‘taşeronlaştırılmış’ işgücü piyasalarında cemaat tipi yapılanmaların zaten önemli bir güç kaynağı oldu. Karşılıklı birbirini besleyen süreç, işsizlik şartlarında iş
arayanlara biat ve ‘zorunlu ilişkilenme’ dışında şans bırakmayarak etkisini her geçen gün daha da arttırdı. Özel İstihdam Büroları aracılığıyla da bugün bu iş daha açıktan, daha cesur hak arayan işçinin yerine ‘yenisini de ben yerleştireceğim’ diyerek sürdürülüyor. Bu açıdan olay aslında 1990’larda ‘özelleştirme’ sürecinin çoğunlukla emek örgütlerive kamu malları açısından ‘varolanı dağıtıcı’ halinden hem ‘dağıtıcı’ hem de ‘kurucu’ bir sürece gönderme yapıyor. Özelleştirme sürecinde ‘yolsuzluklar’ en önemli tartışma maddesiyken, bugün o başlığın yanında doğrudan ‘kurucu’ bir halden de bahsetmek mümkün hale geliyor. 1980
sonrasından 2000’lere toplumsal algıda ‘yolsuzluklar’ neredeyse sıradanlaşıp normalleşirken, ülkenin milyonları için bu başlıktan daha önemli bir süreç olarak yeni kurulan ‘düzende’ bir yer tutabilmek çok daha dikkat edilmesi gereken birşey haline geliyor. Bugün, genel olarak söylersek bir taşeron firmada ‘güvencesiz’ de olsa bir iş bulmak bu yeni düzenin ağlarından geçiyor. Elebette eskiden de çeşitli ‘ağların’ özelliğinden bahsedilebilirse de bugünkü sistem küresel kapitalizmin de istediği ‘örnek çalışan’ tipolojisiyle uyumlu bir karakteri yaratmakta oldukça verimli gözüküyor. Emek piyasası bizzat neo-liberal anlayışla düzenlenirken, bu düzenleme sürecinde elinde ciddi bir muhafazakar cephaneyi kullanmak ve süreci uyumlamak. Teo-liberal kavramıyla daha önce sendika.org’da konu ile ilgili birçok şey yazılmıştı. Zaten belki de iktidarın en önemli ‘güçlerinden’ birisi de bu…
Ya genişleme ya da ?…
Sorunun emek örgütleri tarafından yanıtını geleneksel olarak vurgulanan düz bir ‘mücadele’ ile açıp kapamak biraz daha zorlaştı. Elbette ki doğru ve ‘tek seçenek ama nasıl? ‘Mücadele’nin gerçekleşmesi için zeminin genişletilmesi şart. Ve bunun nasıl olabileceğine dair somut önerilerin emek örgütleri tarafından konuşulması da şart. Bir kere mücadelenin ‘genişletilmesi’ denildiğinde alanlarında örgütlü yapıların bir araya gelmesinden daha geniş birşeyi düşünmek gerekiyor. Örgütsüz kesimler ise bunun başı… Bu kesimler Türkiye için öyle ‘marjinal’ bir konuma sahip falan da değiller. Bizzat emek piyasasının hakim unsurunu oluşturuyorlar ve genelde sınıfın ‘örgütlü’ kesimleriyle bağı olmayan milyonlar bu
kategoride. Bu alanda artık sadece küçük sanayi işçileri, hizmet sektörünün ‘niteliği görece az’ kesimlerinin yanında ciddi bir beyaz yakalı kesim de var ve gün geçtikçe büyüyor. İktidarın da emeğin örgütlü kesimleri üzerine yapılan düzenlemelerinde ana seslenilen kesim bu geniş kitleler. Özelleştirme dediğinizde ‘evet çok fazla alıyorlardı, ben 12 saat çalışıyorum onların kazandığının yarısını alamıyorum, iyi oldu’, ‘dört bin lira gelir elde edilen yerde grev mi olur’, ‘isteğe göre değil mi çalışmak, grev yapacağına çalışmasın, isteyen çalışsın’ vs. söylemleri işte bu geniş kitlede az çok yankı buldukça iktidar için iş daha da kolaylaşıyor. Bu konuda, somut konuşulursa örgütlü kesimin geniş kitlelerle temas kanallarını kurmak yeni olarak yapılması gereken tek seçenek gibi duruyor. Bu kanallarda esinlenebilecek Basın-İş’in İşçi Evleri, Türk-İş’in bir dönem yürüttüğü havza örgütlenme çabaları vs. gibi sınırlı deneyimler dikkat çekici. Fakat yine de büyük birikim olduğunu söylemek mümkün değil. Emek örgütlerinin ortaklaşa fonlarıyla doğrudan kendi sektörleri olmayan alanlarda, özellikle yerelliklerde kurulacak ‘danışma merkezi’ veya benzeri araçların düşünülmesi gerekiyor. Doğrudan sorun çözmeye yönelik, işlevsel, elektrik faturasına itiraz yolundan, işten atılmış bir örgütsüz işçiye yol göstermek gibi çeşitli faaliyetleri gerçekleştirebilecek, belki ‘büyük siyasal hedeflerden’ uzak birimler.
Bunlar için emek örgütlerinin mali kaynakları yaratması, buralar için sınırlı istihdamlar sağlanması mümkün olmayan birşey değil. Zaten gün geçtikçe bağ kurulamayan emekçi to
plumsal kesimler üzerinden sınırlı gücü her açıdan bitirilmeye çalışılan emek örgütleri ancak ‘açılmayla’ bu sürece karşı koyma imkanı bulabilir. Fakat unutulmaması gereken nokta ‘bunun bahşetmek’ten, ‘hayır yapmaktan’ öte bir zorunluluk olduğunun değerlendirilmesi gerekir. Bugün sadece Ankara özelinde 150-200.000 Siteler işçisi, yine 150.000 civarında Ostim işçisinden tutun da çok çeşitli sektörlerde özellikle inşaat ve hizmet sektöründe ‘sendikaların kapsama alanına girmeyen’ yüz binler söz konusu. Ve elbette işsizler…
Dönercide çalışan bir ‘komiyle’ bir şekilde bir diyalogu olmayan örgütlü kesimlerin bu yeniden şiddetli düzenleme sisteminde alanları her geçen gün daralıyor. Zaten bugün Türk-İş, DİSK ve KESK, ve hatta meslek örgütleri tüm üyelerini harekete geçirse de etkisinin sınırlı olduğunu unutmamak gerekir. Bugün DİSK, içinde her ne kadar tüm gücüyle mücadele eden yapılar olsa da oldukça sınırlı bir güce sahip, KESK ’emekli’ olanlarla güç kaybeden göreceli olarak en diri unsur gibi gözükmesine karşın etki alanını genişletmekte sıkıntı yaşıyor, Türk-İş geleneksel olarak örgütlü olduğu kamu işletmeleri alanında sürekli güç kaybederken bir yandan da iktidarın müdahalelerini en açıktan yaşayan bir konfederasyon. Zemin zaten sınırlı, buna karşın yeni uygulamalarla hergün biraz daha daralıyor…Tekil tekil sendikalar çerçevesinde özelleştirme sonrası veya hem öncesi kısmi bir şahlanma ardından yavaş yavaş düşen ivmeye hep şahit olduk. Şimdi biraz Şeker-İş’de var, önceki örneklerden daha az popüler gözüküyor.
Bu zorunluluğun bir açıdan geniş kesimlere ‘genişleme’ seçeneğinin ‘duyarlılık’ ötesi anlamlarının da olduğunu gösteren ciddi ‘rasyonel’ nedenler de bulunabilir. Öncelikle üye gücü yok edilen yapıların ileriki dönem için artık ne ekonomik kaynağı ne de önemli koltukları olmayacaktır. Özellikle işçi sendikalarında bu süreç çok barizdir. İkincisi geniş güvencesizler denizinde kapalı alanlar izlenimi yaratan emeğin örgütlü kesimlerinin taleplerini genişletmeleri ve hegemonya sürecinde iktidarın arkasına aldığı geniş kitleyle beraber hareket etmeleri zordur. Elbette bu alana ilişkin sendikaların, emek örgütlerinin daha geniş çağrıları şimdiye kadar oldu. Örneğin ‘sağlık’ sektöründe talepler ‘halkın’ ihtiyaçlarıyla
sloganlaştırıldı, eğitimde benzer örnekler yapıldı veya Petrol-İş Sendikası gibi ‘yeni alanlarda’ kimi örnek örgütlenme girişimleri oldu. Hatta taşeron sisteminde nasıl örgütlenilmesi gerektiği, kısa süre içerisinde Dev Sağlık-İş gibi yapılar tarafından gösterildi. Fakat bugün belki de tartışılması gereken bunun da ötesinde, sektör farkı olmaksızın sendikaların ortak kaynaklarından oluşturulacak çeşitli merkezler… Amacı ‘klasik’ anlamda ‘doğrudan’ örgütlenme olmayan (sendikalar zaten ‘klasik’ faaliyetlerine devam ederken, bu merkezlerin ‘tampon’ ilişkiler yaratabilmesi, mümkün oluyorsa ilgili sendikaya yönlendirme vs.), sınıfın ‘sınıf’ olduğunu daha net gösterebilecek geniş kitlelerin gündelik sorunlarına da(tüketici hakları alanı dahil-bugün artık milyonlar doğrudan birçok alandaki farklı şirketlerin haksız olarak kendilerinden aldığı paraları mahkeme yoluyla ‘uğraşarak’ almak zorundalar) kısmen bir şey üretebilen, bunun ötesinde zaten her geçen gün budanan emeğin kısıtlı haklarının anlatılabileceği ve danışmanlığın verilebileceği, belki zamanında AFL-CIO’da yapıldığı gibi öğrenciler için ‘yaz gönüllü çalışmalarının yapılabileceği’, sendikaların kimi hizmetlerinden yararlanma sağlayacak kimi olanaklar yaratabilecek merkezler. Bir yanıyla interneti kullanabilecek, ciddi bir danışmanlık hizmeti verebilecek bir ağ, belki daha çok beyaz yakalı güvencesiz örgütsüz kesimlere destek verebilecek bir ağ… İşsizlere yönelik girişimler…
Tartışılabilecek çok şey var elbette, ama bir önemli noktayı akıldan çıkarmamak gerekiyor.
Bugünkü gidişin devamında emeğin örgütlü kesimlerinin gücü gün geçtikçe azalıyor, istisnai örnekler dışında, sendikalar da meslek odaları da çok farklı sıkıntılara girmiş durumda. Bu tip yeni girişim ve genişlemelerin kısa vadede somut büyük kazanımları olmasa da yaratabileceği sinerji ve ‘ruh’ bile çok ciddi etkilere yol açabilecek belki de…
M. Berkay Aydın
ODTU Sosyoloji Araştırma Görevlisi