Özgürlük ve Dayanışma Partisi 7. Kongresi’ni toplarken Genel Başkan Alper Taş, Ankara’da gazetecilere, sosyalist hareketin bütünü açısından ilgi çekici bir röportaj vermiş. Fazla uzatmadan sözü Taş’a ve bu görüşmeyi haberleştiren Tılıç’a bırakmakta ve söyleşinin belki de en kritik bölümünü aktarmakta yarar var: “Alper Taş’a göre, AKP’nin gittikçe despotikleşen bir tek adam rejimi kurma sürecinin karşısına […]
Özgürlük ve Dayanışma Partisi 7. Kongresi’ni toplarken Genel Başkan Alper Taş, Ankara’da gazetecilere, sosyalist hareketin bütünü açısından ilgi çekici bir röportaj vermiş. Fazla uzatmadan sözü Taş’a ve bu görüşmeyi haberleştiren Tılıç’a bırakmakta ve söyleşinin belki de en kritik bölümünü aktarmakta yarar var: “Alper Taş’a göre, AKP’nin gittikçe despotikleşen bir tek adam rejimi kurma sürecinin karşısına geniş bir muhalefet hattıyla karşı durulabilir. Taş, ‘CHP’nin böyle bir mücadele içinde alacağı pozisyon önemli’ diyor ve ‘Asgari düzeyde de olsa eşitlikçi ve özgürlükçü bir yerde durursa, Kürt muhalefetini dışlamayan bir tavır alabilirse, en azından Ankara ve İstanbul’da üzerinde anlaşılan adaylarla yerel seçime gidilebilir. İzmir zaten CHP’nin. Ama Ankara ya da İstanbul’u almak AKP’yi ciddi ölçüde gerileten bir adım olacaktır’ diye de ekliyor.” Bir röportajda belki de pek üzerinde durmadan dillendirilmiş bir seçim işbirliği dileğini, daha ete kemiğe bürünmeden, daha seçim sath-ı mailine girmeden değerlendirmek doğru değil muhtemelen. Ancak önümüzdeki dönemde bu yönde girişimlerin artacağı öngörüsünden hareketle ve söz konusu önerinin içeriği düşünüldüğünde, bu hususta bir çift kelam etmek yine de önemli.
Son dönemde AKP’nin hegemonyasında kimi çatlakların belirmesi, bununla bağlantılı olarak hükümetin giderek daha fazla saldırganlaşması, AKP karşıtlığını çoğaltıyor, AKP’ye dönük tepkileri yoğunlaştırıyor. Yaygınlaşan AKP karşıtı reaksiyon sosyalistlerce elbette hesaba katılmalı. Ancak maalesef öyle görünüyor ki Taş, artan bu tepkiden CHP ile yerel seçim ittifakı gibi çok sorunlu bir sonuç ya da öneri çıkartıyor. Oysa, yine uzatmadan açık konuşmak gerekirse, yerel seçimlerde CHP ile (Kürt kareketini de barındıran) bir seçim birlikteliği dileğini ifade etmek, sosyalist hareketin politik bağımsızlığından ciddi bir taviz vermek, seçimsel düzeyde sosyalist bir alternatif inşa etme hedefinden feragat etmek demek. AKP otoriterizmine karşı CHP gibi burjuva partileriyle (CHP’nin neden ve nasıl bir sermaye partisi olduğu gibi sosyalizmin abc’sine dair tartışmalara girmemek en iyisi) “somut” konularda kısmi işbirlikleri elbette gündeme gelebilir. Ancak bu birlikteliklerin sınırları baştan bellidir. En iyisi bu sınırları hızla ve bir nefeste sayalım: 1- Sosyalistlerin siyasi, örgütsel ve programatik bağımsızlığının muhafazası, 2- birlikte vurmak fakat “ayrı yürümek”, 3- geniş kitleler karşısında AKP neoliberal otoriterizmine karşı CHP gibi bir burjuva seçeneğin gerçek ve tutarlı bir alternatif olamayacağının, bunun yetersizliğinin ısrarla vurgulanması (maalesef Taş daha şimdiden “dikkat ederseniz biz CHP’yi eleştirmiyor, hedef almıyoruz. Çünkü şimdi asıl sorunumuz bu iktidar ve onun uygulamaları” diyor), 4- güncel sorunlara müdahaleyle birlikte sürekli antikapitalist propaganda ve sosyalist çözümlerde ısrar, 5- işbirliğinin kısmi bir karakteri olması, somut ve belirli siyasal konuları, somut reformları hedeflemesi ve özellikle de 6- burjuva partileriyle birlikte yerel ya da ulusal düzeyde kapitalist devlet kurumları içerisinde ortak hükümet-yönetim işlevleri üstlenmemek, buna soyunmamak.
Kısacası, AKP gibi otoriter bir seçeneğe karşı sermayenin “demokratik-liberal” (CHP ne kadar demokratik bir seçeneği temsil eder tartışmasına girmeyelim) kanadıyla girilecek işbirliklerinin ancak çok sınırlı bir kapsamda olması, bayrakların karıştırılmaması, ne kadar cılız olursa olsun sosyalist hareketin örgütsel ve politik bağımsızlığından geri adım atılmaması gerekir. Bu basit bir programatik-örgütsel “saflık” meselesi değil; bir “sınıf bağımsızlığı” meselesidir. Sosyalist hareketin devletin ve sermayenin değişik akımlarına karşı kendi ideolojik, politik ve örgütsel bağımsızlığını savunması temel önemde bir konudur. Açıkçası, Türkiye’de sosyalist hareketin antikapitalist perspektifinin zayıf oluşu, bir “devrimci kopuş” mantığını öne çıkarmaması ve bu anlamda gündelik siyasal/toplumsal müdahale ile sosyalist toplumsal dönüşüm hedefi arasında geçişsel bir bağ kuramaması, çoğu zaman onun esasında apolitik bir pragmatizme teslim olmasına yol açıyor. Böylece sosyalist sol, son yıllarda her önemli siyasal dönemeçte (örgütsel ya da politik bağımsızlığını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor, hâkim politik saflaşmaların yörüngesine sıkışarak ayırt edici iddiasını yitiriyor.
CHP’yle yerel seçimlerde bir işbirliğini ima etmek, bu bağımsızlıktan, yani sermayenin değişik fraksiyonlarından bağımsız bir siyasal seçeneğin inşasından feragat anlamı taşımıyacak mı? Yerel seçim platformunda sosyalist bir alternatifin silikleşmesi, silinmesi, görünmez olması anlamına gelmeyecek mi? İstanbul ve Ankara gibi sermayenin “av sahası” haline gelmiş şehirlerde bir politik program tartışmasına dahi girişmeden, ya da böyle bir şeyi anmadan ve zaten böyle bir şey de yokken, sadece AKP karşıtlığına yaslanan bir işbirliğinin vahim sonuçları olmayacak mı? Bunun için kâhin, müneccim falan olmaya gerek var mı? Şişli’de dev gökdelenlerin imarına onay veren, Ankara Yenimahalle’de kentsel dönüşüm ve imar hususlarında emekçilere saldırıda tereddüt etmeyen, İzmir Konak’ta, Ankara Çankaya’da DİSK Sosyal İş’e karşı bayrak açan bir partiyle mi gerileteceğiz AKP’yi? Bu “gerilemeden” kurumsal bir tahtırevalliden başka bir hayır çıkar mı peki? Açıkçası, kısa vadeli seçimsel başarılar adına uzun dönemli sonuçları olabilecek böylesi adımlardan dikkatle kaçınılmalı. Zaten, mevcut güç ilişkileri dahilinde AKP’ye dönük bir alternatifin seçimlerden ziyade önce toplumsal mücadeleler içerisinde inşa edilmesi gerekir. Seçim düzeyindeki alternatif ancak bu mücadelelerin bir ifadesi olabilir.
Alper Taş’ın söyleşisinde haklı olarak olumlu bir örnek olarak andığı ve “onların başarısını biz neden tekrarlamayalım” dediği SYRIZA’nın Yunanistan’da ciddi bir temsil kabiliyeti olan bir alternatif halini alması, kendisini sağdan olduğu kadar, özellikle merkez sol PASOK’un ifade ettiği sosyal liberalizmden ısrarla ayırmasının bir sonucuydu. Elbette koşullar çok farklı. Ancak SYRIZA’yı anarken onun “başarısının” ardında, radikal solun politik ve örgütsel bağımsızlığını uzun zaman boyunca muhafazada (tereddüt ve zorluklarla da olsa) inat olduğunu vurgulamak gerekiyor. Örnek vermek faydalı olabilir: SYRIZA, bundan beş altı yıl önce Atina belediye başkanlığını elinde tutan Yeni Demokrasi’ye karşı yerel seçimlerde PASOK’la işbirliğine gitmediği ve bugün koalisyonun sözcüsü olan Tsipras’ın adaylığıyla seçime katıldığı için bugünlere gelebildi biraz da.
Evet AKP’ye dönük tepki ve öfke yaygınlaşıyor. Muhtemelen önümüzdeki dönemde daha kırılgan bir iktidarla karşı karşıya kalacağız. Bu kuşkusuz hayırlı bir gelişme. Ancak, açıkça ifade etmek gerekiyor, kuru bir AKP karşıtlığı, tek hedefin AKP’yi geriletmek olması, sosyalist hareketi CHP’nin ya da başka bir burjuva seçeneğin uydusu, uzantısı haline getirme riski barındırıyor. Sosyalist hareketin bir “ehven-i şer” mantığına sıkışması, daha önce ABD’deki Bush ya da İtalya’daki Berlusconi örneklerinde görüldüğü gibi, sol bir alternatifin ortaya çıkmasını, sosyalist hareketin bir alternatif seçenek olarak inşa edilmesini uzun süre erteleyen bir tutum halini alabiliyor. Önümüzdeki dönemde belli ki sosyalist hareket içerisinde bu yönde bir basınç artarak devam edecek. O halde rüzgara teslim olmamalı ve AKP karşıtı tepkilere sosyalist bir muhteva kazandırmanın yollarını aramalıyız. Aksi,
siyasal iddialarımızdan feragat anlamını taşıyacaktır. “AKP’yi geriletmek” kadar sosyalist hareketin antikapitalist temelde yeniden inşasını da önümüze koymalıyız, daha doğrusu, bu ikisini birarada, birbiriyle bağlantılı süreçler olarak ele almalıyız.
Alper Taş, “Sosyalizmin tarihinde yeni bir dönem başlıyor. 21. yüzyılın sosyalizminin ipuçları ortaya çıkıyor. Geleceğin sosyalizmi özgürlükçü, enternasyonalist, demokratik planlamaya dayalı, özyönetimci, feminist ve ekolojist olacak” derken yerden göğe kadar haklı. 21. yüzyılın sosyalist hareketini inşa etmek, onu emekçiler ve ezilenler nezdinde görünür-bilinir kılmak, ileride daha büyük hayalkırıklıklarına yol açabilecek kısa vadeli birtakım hamlelere feda edilemeyecek önemde bir mesele. ÖDP’nin 7. Konferansı’nın bu yolda önemli bir kilometre taşı olması dileğiyle bütün ÖDP’li dostlara selam olsun…