Hrant Dink’e … Faşizmi, bir iktisadi ve siyasi sistem olarak ele aldığımız vakit, ölü bir ideoloji olarak değerlendirebiliriz. Devletler üzerinden tahlil etmeyi bırakıp, legal politik örgütlere baktığımızda da aynı sonuç karşımıza çıkar; dünyanın hiçbir yerinde kendini resmen faşist olarak tanımlayan yasal bir oluşum yoktur. Bir karşılaştırma yaptığımızda,faşizmin bu durumuna karşılık, sosyalizm/komünizm yapılmış ve yapılan onca […]
Hrant Dink’e …
Faşizmi, bir iktisadi ve siyasi sistem olarak ele aldığımız vakit, ölü bir ideoloji olarak değerlendirebiliriz. Devletler üzerinden tahlil etmeyi bırakıp, legal politik örgütlere baktığımızda da aynı sonuç karşımıza çıkar; dünyanın hiçbir yerinde kendini resmen faşist olarak tanımlayan yasal bir oluşum yoktur. Bir karşılaştırma yaptığımızda,faşizmin bu durumuna karşılık, sosyalizm/komünizm yapılmış ve yapılan onca güçlü ve bilinçli anti-propagandaya karşın meşruiyetini korumuş, dünyanın hemen hemen her ülkesinde ismini cismini koyarak açık siyasetini de devam ettirmiştir. Sosyalizmin yıkıldığı ülkelerin çoğuna şöyle bir göz attığımızda da aynı durumu görürüz. Üstelik eski rejimin çoğu ideolojik sanatsal eserinin yerli yerinde durması, sosyalist önderlerin adını taşıyan cadde, sokak isimlerinin değiştirilmemesi, sosyalist yönetimin kutladığı bazı bayramların kutlanmaya devam edilmesi gibi örnekler de vardır.
Faşizm, yeryüzünün her köşesinde, görünürde lanetlenmiş bir fikir suçu olarak damgalanıyor ve faşist partiler kendilerini farklı ambalajlara sokarak halka sunmak zorunda kalıyorlar. Sosyalistlerinse ilk paragrafta belirttiğimiz gibi genel anlamda baktığımızda kendi isimlerini açık açık kullanmakta böyle bir sorun yaşamıyor olmaları, faşizmle sosyalizmi totaliter rejimler adı altında aynı çuvala sokmaya çalışanların işini zorlaştırıyor. Size burada bu duruma ilginç bir örnek olduğunu düşündüğüm, bir olayı söyleyeyim ya da hatırlatayım. Geçtiğimiz yıllarda İtalyan futbol takımı Livorno’nun bir maçında, tribünlerden birini boydan boya kaplayan devasa bir Stalin resmi açılmıştı taraftarlarca. Bakın Che Guevara değil, Stalin! Yani burjuvazinin akıl fikir planlamacı ve geliştiricilerinin yıllardır Hitler, Mussolini gibi faşist devlet adamlarıyla aynı kefeye koyup, dünya halklarının algılarına olumsuz bir figür olarak pazarladığı Stalin. Peki sizce de bir futbol maçında kocaman bir Stalin resminin açılması gazete ve televizyonlarda sadece yeşil sahalardan ilginç, renkli bir görüntü olarak yer almışken, aynı vakada resim Stalin değil de Hitler olsaydı, durumun bundan çok farklı olacağı, kıyametler koparılmasına yol açacak bir haber niteliği kazanacağı açık değil mi? Tüm bu basit örneklerden yola çıktığımızda faşizm ve şovenizm, “bastırılmış”,”sindirilmiş”, tamamen yer altına çekilmiş ve eskimiş bir fikri akımmış gibi duruyor. Ama sadece “basit” ve indirgemeci bir değerlendirme bizi bu sonuca götürebilir.
Faşizmin Sıradanlaşması
Milliyetçilik, dünyanın hemen hemen her toplumunda ekseriyetin paylaştığı ortak ve doğallaşmış bir refleks olarak karşımızda. Allanıp, pullanıp “bir insanın kendi milletini sevmesi” gibi gösterilen milliyetçi fikirlerse, düşmanlığa ve nefrete güdümlenmiş kafalar yaratmak için, eylemiyle ve söylemiyle yaşamın her alanında faşizmin dolaşıma sokulmasından başka bir şey değil. Yaşadığımız topraklar da bu sıradanlaştırılmış şovenizmin ne yazık ki dünyadaki önemli kalelerinden biri.
Bir ülke düşünün ki, çoğunluk dinini paylaşmayan toplulukların neredeyse tamamına yakını katledilmiş veya sürülmüş olsun. Bir ülke düşünün, çoğulculukta, farklı kimlikte olanların yaşam hakkına karşı saygıda, yakın coğrafyasındaki ülkeler içinde karnesi en zayıf ülke olsun. Hem de bu ülkenin çevresindeki devletlerin de hiçbir şekilde “hoşgörü cennetleri”, “bir arada yaşam ütopyaları” sayılacak durumda olmamalarına rağmen*.
İşin daha da acı olan yanı, devletin “arınma” operasyonu olarak gördüğü bu katliam ve sürgünlerde halkın kahredici seviyede yüksek bir katılımla devlete destek olması. Ermeni, Rum, Asuri kırımlarına baktığımız zaman, Osmanlı’nın resmi cinayet şebekelerinin yanında, yerel halkın silahlanmış güçlerinin de vahşette önemli rol aldığını görürüz. 6-7 Eylül olaylarında da, gayr-ı Müslimleri öldüren ve onların iş yerlerini, evlerini yağmalayan sivil halktı. Maraş’ta ve Çorum’da da öyle. Örgütlenmiş trajediler coğrafyasının kan kokan tarihinden daha bir çok yaprak bulabiliriz böyle.
Ki bu nefret etme iklimi geçmişte kalmış değil. Ülkemizde hatalar ve yanlışlar anlaşılmış, yapılan zulümlerden, miras bırakılan utanç vesikalarından dersler çıkarılıp, kardeşlerden af dilenip, barışma yoluna gidilmiş filan da değil. Bugün acaba Ermeniler için “kestik yine keseriz!” diyen kaç kişi yaşıyordur bu ülkede? “Sivas” denince “yaktık yine yakarız!” diyenler gibi tıpkı. Kaç kişi vardır? “Sayıca önemsiz marjinal bir kitle ” mı sizce?
Size, şahit olduğum, bu “kestik yine keseriz”lere, “yaktık yine yakarız”lara benzer bir olay anlatayım. Hikaye girişi gibi olacak ama kusura bakmayın, berberdeydim ve tıraş sırası bekliyordum, dükkandaki adamlar, berberle Kürt sorunu üzerine “tartışıyorlardı”. Adamlardan biri, “atacaksın oraya bir atom bombası, toptan kurtulacaksın'” deyiverdi. Diğer adamlar da kafalarını sallayarak olumladılar bu hayali imha projesini, “iki tanesini sallandıracaksın meydanda”dan seviye atlamış adamın.
Peki ya siz kaç kez şahit oldunuz bu tip sözlere? Sokaklarımıza, evlerimize, iş yerlerimize, okullarımıza ve bilinçaltımıza girmiş faşizmin dilden dökülmüş ifadesidir bunlar. Yolda yürürken duyuverdiğimiz, televizyon izlerken beynimize işlenip, sıradanlaşan…
“Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfadı”nın gündelik saldırgan lafzı öyle normaldir ki bu ülkede, tersini söyleyenin adı “hain” olur. Vatanı, Müslüman halkların dilleri, kültürleri ve kimlikleri için hapishaneye, Müslüman olmayanlar içinse uzaktaki özlenen ve acı anılarla yüklü ana yurda dönüştüren çölleştirme erbaplarıysa vatanseverdir. Halbuki vatan, “sevinçte ve tasada ortak” olabileceğimiz toprak parçasıysa eğer, neden birimizin “oh olsun!” diyerek methiyeler düzüp destanlaştırdığı, ötekinin cehennemi oluyor?! Gencecik çocuklar, sınır boylarında üzerlerine yağdırılan ateş toplarıyla yakılıp, öldürülürken, kaçımızın canı gerçekten yanıyor?! Ya da işte bu topraklarda, yirmi birinci yüzyılın modern dünyasının, demokratik Türkiye’sinde, daha sadece on iki yıl evvel, can güvenliği devletin güvencesinde olan yirmi sekiz devrimci tutsak, devlet tarafından eşine zor rastlanır bir vahşetle katledildiğinde acaba yurttaşlarımızın ne kadarı “devlete kafa tutulamayacağını öğrenmişlerdir!” demiştir? Azınlığı mı; yoksa çoğunluğu mu?
Pazar bölüşme savaşlarına tebaayı da katabilmek için zekice bir icat olan milliyetçilik, burjuva sınıfının sırf kendi faydaları namına geliştirdiği bir düşünce sistemi. Bu sistematiğin parolası; ulaşmak istediğin maksimum faydaya erişmende sana sıkıntı yaratacak olanı yok et! Bu “zararlı” dün Ermeni’dir, Rum’dur, bugünse Kürt. Şovenizmin yüklediği kitleler için, yüzyıllardır kullanımda olan Kürdistan ve Lazistan gibi basit coğrafya isimlerinin ağızdan çıkmasının bile “bölücülük alameti” olmasının sağlanması bu fikriyatın normalleşmesinin getirisidir. Kürtçe şarkı söyleyenin sahneden indirilmesi ya da “yeni kasetimde Kürtçe bir şarkı söyleyeceğim” diyenin linç edilmesi de… Van’daki depremin, batıda azımsanamayacak bir nüfusça “Kürtlere ders” olarak görülmesi de öyle.
Adına “faşizm” denen bu zihniyet fukaralığı, yarım asır önce ezilip, yok edilmiş bir ideoloji gibi gözükse de, o, dilleri yasak eden yasalarda, Türkçe konuşmayana nefretle bakan insanların algılarında, azınlık okullarında anadilde eğitimi kadükleştiren uygulamalarda, ibadeti yönetecek
din adamının bulunamadığı kilise ve havralarda, “devlet baba!” diyen ağızlarda ve Hrant’ı sırtından vuran kurşunda yaşıyor.
İsmail Güney Yılmaz
*Yetmiş beş milyonluk Türkiye nüfusuna gayr-ı Müslim nüfusun oranı sadece %0,17 (%0,13’ü çeşitli mezheplerden Hıristiyan,%0,03’ü Musevi ve daha az sayıda Bahai,Yezidi vs.). Bulgaristan’ın yaklaşık %13’ü Müslüman, ülkede yalnızca 1162 Musevi kalmış. Azınlıklara karşı oldukça hoşgörüsüz olan Yunanistan’ın %1,2’si Müslüman, bu ülkede 5,500 de Musevi var. Gürcistan’ın %10’u Müslüman ve bu ülke bu nüfus dışında 18,329 kişilik bir Yezidi nüfusu da barındırıyor. Ermenistan’ın %2’si Yezidi Kürt, yakın zamana dek oldukça kabarık olan Müslüman nüfussa Azeri savaşı sonrası yok denecek kadar aza indi. Azerbaycan’ın Karabağ dışında yaklaşık %3’ü Hıristiyan, ülkede 16 bin Musevi ve 2 bin Zerdüşt de yaşıyor. Şeriatla yönetilen İran’da 350 bin Bahai var (bu topluluk üzerinde büyük bir baskı var.) İran parlamentosunda temsil hakkı olan iki topluluktan Hıristiyanların nüfusu 300 bin (çoğu Ermeni), Musevilerinse 25 bin. Ülkede ayrıca 20 bin Zerdüşt, 5-10 bin Sabii ve az sayıda Yezidi de var. Irak’ın %3’ü Hıristiyan, 300 ila 650 bini Yezidi,7 bini Sabii (son savaş öncesi 70 bindi). Suriye’nin %10’u Hıristiyan, %3’ü Dürzi. Ülkede 15 bin Yezidi de yaşıyor.(Nüfusla ilgili bu bilgilerde wikipedia’nın ilgili İngilizce sayfalarından yararlanıldı)