Burada Ergin Yıldızoğlu’nun kendi Blog’unda (Küreselleşmeden Sonra) Yunanistan’daki politik durum üzerine yazdığı iki makaleden hareketle; kriz, muhalefet ve krize karşı Sol’un tavrı üzerine birkaç değerlendirme yapmak istiyorum… Son beş yıldır ekonomik krizi (depresyon) konuşuyoruz… Nasıl olgunlaştı, etkileri, sonuçları vs. Benzer şekilde krizin tetiklediği isyanları, işgalleri, eylemleri de… Görünen o ki bu krizi daha yıllarca konuşmaya […]
Burada Ergin Yıldızoğlu’nun kendi Blog’unda (Küreselleşmeden Sonra) Yunanistan’daki politik durum üzerine yazdığı iki makaleden hareketle; kriz, muhalefet ve krize karşı Sol’un tavrı üzerine birkaç değerlendirme yapmak istiyorum…
Son beş yıldır ekonomik krizi (depresyon) konuşuyoruz… Nasıl olgunlaştı, etkileri, sonuçları vs. Benzer şekilde krizin tetiklediği isyanları, işgalleri, eylemleri de… Görünen o ki bu krizi daha yıllarca konuşmaya devam edeceğiz. Ergin Yıldızoğlu’nun “Yine yavaşlama işaretleri. Ama bir farkla…” başlıklı yazısında (27.05.2012) bahsettiği, dünya ekonomisinin performansını belirleyen; ABD, Çin, AB (Almanya dâhil), Hindistan, Brezilya, Güney Afrika, Avustralya gibi ülkelerdeki senkronize [eşzamanlı] yavaşlama eğilimi; yatırımlardaki düşme ve işsizlik oranlarındaki artışlar, krizin, durulmak şöyle dursun katmerleşerek sürdüğünün bir delili. Yine aynı makalede Yıldızoğlu şu saptamayı yapıyor: “Bu koşullarda, ülkeler arasında rekabet, anlaşmazlıklar iki yoldan giderek artıyor: Ülke ekonomileri sorunlarını uluslararası alana yansıtmaya, kaynaklara, pazarlara ulaşmaya çalışırken; kendi pazarlarını koruma eğilimi güçleniyor. İkincisi; bu ülkelerin hükümetleri, başarısızlıklarını, yükselen toplumsal muhalefeti, dış politika sorunlarından yararlanarak milliyetçilik, yabancı düşmanlığı vb. duyguları körükleyerek etkisizleştirmeye çalışıyorlar.”
Dolayısıyla içe kapanma ve korumacılık ile aşırı-sağın yükselişi nin el ele gidiyor oluşu geçmişte yaşananları hiç de çağrıştırmıyor değil. Klasik örnek, Büyük Buhran sonrası Avrupa’nın yaşadığı deneyimlerdir.
Faşizmin yükselişi ele alınırken partiler ve Komintern üzerinden tartışmak adettendir; ama bence gözden kaçırılmaması gereken başka bir şey daha var ki o da, gerici orta sınıf radikalizasyonu! İşçi sınıfı siyaseti yürüten bir oluşumun “orta sınıf”ların tarihin gidişatını belirleyici rolünü küçümsemesi düşünülemez.
Burada elbette işçi sınıfının “özne” rolünü küçümsemek gibi bir niyet yok. Ama tarihi süreç içerisinde, tarihin seyrini belirlemede “orta sınıf”ların (kırsal/kentsel küçük burjuvazi) oynadığı rol hiç de küçümsenecek ölçekte değil. Fransa’daki 1848 devriminin yenilgisinde*, Rusya’da (köylülüğün oynadığı rol unutulmasın) devrimin başarıya erişmesinde, İtalya ve Almanya’da faşizmin yükselişinde, orta sınıfların hiç rolü olmamıştır, diyebilir miyiz? Troçki, Komünist Manifesto’ nun Afrikan dilindeki ilk tercümesine 30 Ekim 1937’de yazdığı bir önsözde şunları söyler: “Kapitalizm, küçük burjuvaziyi proleterleştirdiğinden çok daha büyük bir hızla yıkmıştır. Dahası, burjuva devlet uzun zamandan beri politikasını bilinçli olarak küçük burjuva katmanlarının suni bir şekilde varlığını sürdürmesine yöneltmiştir. Zıt kutupta, teknolojinin büyümesi ve büyük ölçekli sanayinin rasyonalizasyonu kronik işsizliğe yol açmakta ve küçük burjuvazinin proleterleşmesini engellemektedir. Aynı zamanda kapitalizmin gelişimi, çok büyük sayıda teknisyen, yönetici, ticari işçi kalabalıklarının, kısaca yeni orta sınıf denilen kesimlerin büyümesini ivmelendirmiştir.”[1] [vurgular bize ait]. Yine aynı makalede Troçki devamında şu uyarıyı da yapar; “Toplumsal rejimlerdeki bir değişme, sınıf mücadelesinin en sert biçimini, yani devrimi önden varsayar. Eğer proletarya herhangi bir sebeple zamanı geçmiş burjuva düzenini atılgan bir darbeyle yıkmakta yetersiz kalırsa, mali sermaye (…) küçük burjuvaziyi bir faşist katliam ordusuna çevirir.”[2] [vurgular bize ait]. Kısaca, işçi sınıfı eğer var olan toplumsal muhalefete öncülük edemezse bu öcülük rolünü egemen sınıfa kaptıracaktır, bunun dışında başka bir alternatif de yok gibi. Çünkü bağımsız bir orta sınıf hareketinin tarihin dinamosu ve tabii yeni bir toplumun inşasında bir özne oluşuna dair bir örnek gösterebilir miyiz? Orta sınıflar, modern toplumu ikiye bölen sınıflardan ya birine (burjuvazi) ya da öbürüne (işçi sınıfı) eklemlenmekten başka bir rol oynayamaz.
Yukarıdaki alıntıda Troçki’nin de söylediği gibi, emekçilerin toplumsal sınıfı Marx’ın zamanından bu yana çok çeşitlendi. Bilimsel ve teknolojik ilerlemeler, ekonomideki gelişmeler yeni sektörlerin ortaya çıkmasını sağladı. Dolayısıyla artık sadece kolları kaslı, elleri makine yağına bulanmış, mavi tulumlu, dört duvar arasına sıkışmış, serbest bölgelerde yalıtık hâlde tüm dünyaya üretim yapan işçileri düşünmemeliyiz. Büyük marketlerdeki kasiyerleri, inşaat ve demiryolu işçilerini, mühendisleri, pilotları, teknisyen ve teknikerleri, kimyagerleri, öğretmenleri, katı atık toplayıcılarını, ev işçilerini, güvenlik elemanlarını, temizlik işçilerini, çağrı merkezi çalışanlarını, banka ve borsa çalışanlarını (ve tabii sayamadığım daha nicelerini) da göz önünde bulundurmalıyız. Çünkü şurası bir gerçek ki, aynı dört duvar arasında, aynı bantlarda çalışmasak da hepimizi ortak bir paydada birleştiren şey, hem ücretli hem de sömürülüyor olmamız. Burada Marx’ın “üretken” ve “üretken olmayan” emek ayrımına girerek konuyu teorik alana çekmek istemiyorum; ki zaten Marx da bu ayrımı sınıf farklılığını vurgulamak için yapmamıştı.[3] Üretken olsun ya da olmasın emekçilerin bir bütün olarak sömürülmekte[4] olduğunu söylemek ve bu perspektiften bir siyaset yürütmek daha kapsayıcı olur diye düşünüyorum.
Peki, nedir şu “orta sınıf” miti? Krizin derinleşmesi ilk önce Arap coğrafyasına, oradan da domino etkisiyle ABD, Yunanistan, İspanya, İngiltere, İsrail, Şili gibi yerlere (dün de gazeteler Kanada’nın Montreal kentinde binlerce öğrencinin harçlara yapılan zammı protesto etmek için sokaklara döküldüğünü yazıyordu) sıçrayarak, sekseni aşkın ülkede binleri aşan eylem kamplarının kurulmasına yol açmıştı. Bu eylemler üzerine çokça şeyler söylendi, yazılıp çizildi. Ama Sol’un genel tavrı bunların bir “orta sınıf” hareketi olduğunu söyleyip, meydana gelen tepki ve protestoları küçümsemekti. Hep şu söylendi: Tamam bunlar kemer sıkma siyasetlerine, mali çevrelerin dünya üzerindeki kontrolüne, bankalara ve çılgınca kâr peşinde koşanlara karşı çıkıyorlar; ama öfkelerini bilinçli isyana dönüştürmüyorlar. Dahası taşıdıkları fikirler de zaten böyle bir şeye karşıdır. Ayrıca bunlar sınıf mücadelesini görmek istemiyorlar, toplumu dönüştürmek için örgütlenmeye karşılar vs. vs.
Evet, genel olarak suçlama ları bu şekilde özetlemek mümkün.
İlk önce bir düzeltme yapalım. Muhammed Buaziz’in kendini ateşe vermesiyle alevlenen isyanların -sadece Arap coğrafyasında değil, gelişmiş ülkelerde de- şu ana kadar işsizlikten etkilenip bir geleceği olmayan küçük burjuva kitlelerce yapıldığı miti ne kadar doğru? Sadece Mısır 2005-2010 arasında tam üç bine yakın işçi eylemine sahne olmuşken ve kitleler hâlâ bugün devrik diktatör hakkında verilmiş mahkeme kararını protesto etmek için Tahrir’deyken böyle bir suçlama nın ne kadarı ciddiye alınır? Ayrıca üniversite mezunu ve işsiz kitleleri, yani emek piyasasında hazır bekleyen yedek sanayi ordusunun “askerlerini” nasıl olur da orta sınıf diye tanımlayabiliriz? İş olduğu zaman bu “diplomalı işsizler” çalışmaya başladıklarında onlara hâlâ orta sınıf demeye devam mı edilecek? Bence bu “orta sınıf” miti gerçeği gizliyor. “Diplomalı işsizleri” orta sınıf yerine emek piyasası içinde,
bir bütün olarak, kapitalist sistemin yedeğindeki iş bekleyen işçiler olarak değerlendirmek kanımca daha doğru. Şurası bir gerçek ki, işsizlik denilen şey kapitalizmin bir hastalığı değil, tersine Marx’ın da Kapital’ de açıkladığı gibi sermaye birikimini sağlamada, hiç de önemsiz olmayan, sisteme içkin ve yapısal bir sorundur.
Bu “orta sınıf” hareketleri, taşıdıkları fikirler bakımından devrimci olmayabilirler; hatta pek çok yönden gerici tarafları da olabilir. Bundan dolayı bu tür hareketlere kulak tıkamak, burun kıvırmak olsa olsa bu “orta sınıf”ları egemen sınıfın dümen suyuna sürükler. Yarın bir gün çıkıp da, “Bu köhne sistemden bıktık, demir bir yumruk istiyoruz” dediklerinde ne yapılacak? Ayrıca işçi sınıfı saflarında aynı gerici fikirleri taşıyan; Fransa’da Le Pen’e oy veren, Macaristan’da Romanlara karşı şiddetli saldırılar düzenleyen ve kendilerini Attila’nın torunları sayıp “Türkler bizim kardeşimizdir” diyen aşırı-sağ faşist Jobbik Partisi’ne sempati duyan yok mu? Elbette aynı gerici ve faşizan fikirleri işçi sınıfı içinde de sahiplenen var. Hem zamanında Almanya ve İtalya’da faşizmin sadece orta sınıf tabakalardan değil aynı zamanda sınıf bilinçsiz proleter tabakalardan da destek gördüğü unutulmamalı.
…
Yunanistan özelinde bu “orta sınıf” konusunu ele alan Ergin Yıldızoğlu[5], yaklaşık üç yıldır sürmekte olan toplumsal muhalefet ve sınıf çelişkilerindeki artan gerilime; bunun Avrupa’da yükselmekte olan toplumsal muhalefet ve derinleşen sınıf çelişkileriyle aynı zamana rastlamasına ve Avrupa çapındaki toplumsal muhalefetin ortak bir kaderi paylaştığına değiniyor. Şöyle diyor: “[B]u muhalefet karşımıza salt bir yoksullaşmaya, işsizliğe karşı bir tepki, direniş olarak çıkmıyor. Bu muhalefet; ‘işgal hareketlerinde’ gündeme gelen demokrasi tartışmalarının sergilediği gibi aynı zamanda, tüm diğer dünya görüşlerine kapalı, tüm insanları yalnızca bir tarzda sermayenin nesneleri olarak var olmaya zorlayan, etkinliklerini verimlilik, kârlılık ölçütüne kıyasla değerlendiren, manipüle eden ve denetleyen; doğayı, yaşam dünyalarını sermaye birikimine yakıt yapan, nihilist bir varoluşa karşı da bilinçli, yarı bilinçli ya da içgüdüsel bir tepki olarak şekilleniyor.” [vurgular E.Y.]
Dolayısıyla amaç, “[S]ınıfı birleştirmek, muhalefet hareketinin hızını arttırmak, bunu yapmaya çabalarken de ‘orta kesimleri’ yanına çekerek bir hegemonya olasılığı aramak olmalıdır.”[6] Burada kimse işçi sınıfı siyasetini bırakın, “orta sınıf” siyaseti yapın gibisinden bir şey söylemiyor. Elbette dünya çapında meydana gelen grevleri; örneğin Hindistan’da 400 bin kamu işçisinin yaptığı üç günlük grevi, Pakistan’da lokomotif işçilerinin iki hafta boyunca süren grevini, Sri Lanka’da sağlık denetçilerinin yaptığı grevi, Endonezya’da greve çıkan kâğıt işçilerini, Kamboçya’da greve başlayan 5 bin tekstil işçisini, Burma’da greve giden peruk işçilerini, Avustralya’da grev yapan maden işçilerini, Türkiye’deki havayolu işçilerinin mücadelesini ve daha dünyanın pek çok yerinde meydana gelen grev ve eylemleri önemseyelim, destekleyelim. ** Bugün Adam Smith’in “hayaleti” sadece Çin’de değil; yeryüzünün doğusunda, batısında, kuzeyinde, güneyinde… yani neredeyse hemen her yerinde dolaşıyor -tabii bu hayaletin zıttı olan “komünizm hayaleti” de. Bu “hayalet” hem yerin altında hem havada hem denizde hem de karada. İşçi sınıfı bugün sayısal olarak her zamankinden daha fazla artmış, her zamankinden daha fazla “küreselleşmiş”, üstelik her zamankinden daha da fazla sömürülmekte. Ama bir taraftan bir “orta sınıf” gerçeği var. Bu görmezden gelinebilir mi? Bitirmeden şunu söyleyelim: Bugün dünya işçi sınıfı hareketi bir önceki yüzyıla kıyasla çok ama çok gerilerde. Hâl böyle iken ve üstelik de Fransa, Yunanistan, Macaristan, Norveç ve diğer kuzey ve kimi doğu Avrupa ülkelerinde aşırı-sağın yükselişi gerçeği ile karşı karşıyayken, işçi sınıfı siyasetinin “orta sınıf”ları kucaklayıcı olmaması ve kabarmakta olan muhalefet karşısında sekter ve aşırı-sol bir tutum takınması ne kadar doğrudur? Bu sekterlikte inat etmek olsa olsa aşırı-sağı daha da yükseltmeye yarayacak. Kaldı ki kabarmakta olan bu muhalefetin bir gerici orta sınıf radikalizasyonu na dönüşmesi de bir o kadar olası. Eğer işçi sınıfı, “ulus”un kaderini tayin edecek bir sınıf olarak toplumda kabarmakta olan herhangi türden bir muhalefete önderlik edemez ve yaklaşmakta olan tehlike karşısında “bana ne”ci tavrını sürdürürse faşizmin ayak sesleri kulaklarımızda çınlamaya devam edecek.
Dipnotlar
* Sınıflar arası ilişkilerin (gerilim, çatışma, kamplaşma); Engels’in deyişiyle, “…verili ekonomik durum temeli üzerinde [Marx’ın] materyalist anlayışıyla açıklama yolundaki ilk girişimi” olan “Fransa’da Sınıf Savaşımları” (1848-1850) bu bağlamda detaylı bir açıklama sunmaktadır.
1. Lev Troçki, “Stalinizme Karşı Bolşevizm” , Yazın Yayıncılık, İstanbul 2008, s.45
2. Age, s.49
3. Detaylı bir açıklama için bkz. Kapital , Ek 6. Bölüm, Yordam Kitap.
4. Bkz. “Türkiye’de Üretken Olmayan İşçiler Sömürülmüyorlar mı?”, Toplum ve Hekim , Yiğit Karahanoğulları ve E. Ahmet Tonak.
5. “Bir laboratuvar olarak Yunanistan” adlı makale, 24.05.2012
6. Ergin Yıldızoğlu, “Bir laboratuvar olarak Yunanistan-II” adlı makale, 04.06.2012
** Tabii bunu yaparken işçilerin kokuşmuş sendikal bürokrasiye karşı olan tavırlarını desteklemeli; onları satan bürokratlara karşı yanlarında durmalıyız.
Gencer Çakır, 06.06.2012
e-mail: [email protected]