Türkiye Komünist Partisi’nin 11. Kongresi bu hafta sonu, 9-10 Haziran tarihlerinde toplanacak. Özgürlük ve Dayanışma Partisi de 7. Konferans ve Kongresi’ni aynı günlerde toplayacak. Halkevleri ise kongre tarihi olarak 16 Haziran’ı belirlemiş… Kim ne derse desin, bugün Türkiye’de bir sosyalist hareketten ve bu hareketin örgütlü temsilcilerinden söz edilecekse, akla ilk gelen bu üç oluşum olacaktır. […]
Türkiye Komünist Partisi’nin 11. Kongresi bu hafta sonu, 9-10 Haziran tarihlerinde toplanacak.
Özgürlük ve Dayanışma Partisi de 7. Konferans ve Kongresi’ni aynı günlerde toplayacak.
Halkevleri ise kongre tarihi olarak 16 Haziran’ı belirlemiş…
Kim ne derse desin, bugün Türkiye’de bir sosyalist hareketten ve bu hareketin örgütlü temsilcilerinden söz edilecekse, akla ilk gelen bu üç oluşum olacaktır.
“Başkalarına” haksızlık mı ediyoruz?
Hemen belirtelim: Sosyalizm mücadelesinde bir aracı, dolayım, “etap” arama, sosyalizmi geri plana iten bir önceliklendirme veya sosyalizmi aracıların etkisiyle yeni baştan tanımlama gibi işlerden uzak durdukları için “bu üçü vardır” diyoruz.
Yoksa başkaları da vardır.
Ama önce bu üçü vardır.
Henüz toplumdaki etkilerinin yaygın ve derin olduğu söylenemez; ama en azından gündelik siyasal gelişmeleri izleyip tepki verecek dirilikleri, insanlarını öyle ara sıra değil belirli bir süreklilik temelinde sokağa çıkaracak güçleri ve örgütlülükleri vardır.
“Marjinal” oldukları söylenecektir. Gelgelelim, sosyalist hareketin bu temsilcilerinin “marjinal” olduğunu söyleyenlerin kendileri “gettolaşmıştır.” Burada “gettolaşma” terimi, ülkedeki sosyalist topluluğun dışında, onunla bağlarını koparmış, kendi çalıp söyleyen “sol” çevreleri anlatmak için kullanılmaktadır. Beterin beteri vardır derler; demek ki, marjinal olanın bile kendi gettosu olabiliyormuş…
Üçünde, sosyalizm mücadelesini ve sosyalist devrimi merkeze koyan başka oluşumlarda çok az görülen bir özellik daha vardır: Mücadelelerine, bundan 40-50 yıl önce, 60’lı yıllarda başlayanlarla günümüzün en genç kuşaklarını bir araya getirme, bu anlamda bir geleneği ve mirası temsil etme…
Sonra, bu üçü, belki de 12 Eylül işkence tezgâhlarından, uzun cezaevi yıllarından daha beter bir deneyim yaşamış, bir sınavdan geçmiştir: Özellikle 1990-2000 dönemine damgasını vuran liberal tasallut…
Böyle bir tasalluttan ayakta kalarak çıkmak az buz şey değildir.
Yani, “un var, yağ var, şeker var” mı demiş oluyoruz?
Bir bakıma öyle demiş oluyoruz; helvayı karmak için unun, yağın ve şekerin niceliği ve niteliği üzerinde çok fazla ince eleyip sık dokumaya gerek yoktur. Helva, öyle ajitasyon adına falan değil, gerçekten sosyalizmden başka seçeneği kalmamış bir ülkeyi sosyalizme yakınlaştıracak fikriyat (ideoloji), strateji (politika) ve örgütlenmedir (yaygınlaşma ve yerelleşme).
Peki, helvayı birlikte karsalar olmaz mı?
Helvayı birlikte karmak yakın diyalog, dayanışma, kimi kritik dönemeçlerde ortak davranma, güç birliği ve ortak eylem ise, elbette…
Ancak, yukarıda “helva” başka türlü tanımlandı: fikriyat, strateji ve örgütlenme. Bu noktada helvayı birlikte karma niyetleri, başa dönülmesini, unun, yağın ve şekerin vasıfları konusunda sonuç alınması pek mümkün olmayan tartışmaları beraberinde getirecektir.
En iyisi, herkesin kendi unu, yağı ve şekeriyle önce kendi helvasını karmasıdır.
Belki ilerde sıra helvaların birlikte yeniden karılmasına da gelir…
TKP’ye, ÖDP’ye ve Halkevleri’ne kongrelerinde başarılar.