insanlık onuruna doğru bir adım daha -ayşe düzkan

bu yıl onur haftası yirminci kez düzenleniyor. dile kolay, yirmi sene. ana tema ise bellek. 25 haziran pazartesi günü başlayacak etkinlikler 1 temmuz pazar günü büyük bir yürüyüşle son bulacak

kadın/erkek eşcinseller ve translar için sadece onların devam ettiği barlar ya da kulüpler neden önemli? çünkü heteroseksüeller düğünde, dernekte, işyerinde, okulda, hemen her türlü kamusal ortamda flört edebilir yani eş bulabilirken eşcinseller için bu mümkün değil, translar ise kamusal alanda her biçimde var olmakta güçlükle karşılaşıyor. o yüzden onur haftasına adını veren isyanın bir barda başlamış olması tesadüf değil.

yıl 1969. new york’taki, eşcinsellerin ve transseksüellerin devam ettiği stonewall, şehirde erkeklerin birlikte dans edebildiği tek bar olarak tanınırmış. burası da böyle birçok mekan gibi sürekli olarak polis baskınlarına maruz kalmaktaymış. 28 haziran gününün ilk saatlerinde (malum bunlar aynı zamanda gecenin geç saatleridir) benzer bir baskın yapan sekiz polis memuru ummadıkları bir durumla karşılaşmış. mekanın müdavimleri, sahiplerinin de beklemediği bir şekilde bu saldırıya direnişle karşılık vermiş.

bu isyanın heyecan verici ayrıntılarını martin deburman’ın stonewall isyanı adlı kitabında okumak mümkün. hatta wikipedia’da yer alan bilgiler bile isyan diye bir derdi olanın yüreğini hoplatabilir. henüz sloganı olmayan bir topluluk polisle çatışıyor, biri “gay power” (gey gücü) diye bağırıyor, birkaç kişi, ırkçılık karşıtı insan hakları hareketinin gösterilerinde ünlenen we shall overcome (üstesinden geleceğiz) adlı şarkıyı söylüyor. sözünü, sesini isyan sırasında bulan bir hareket.

isyan çatışmalar ve gözaltılarla tam beş gün sürüyor. henüz lezbiyen, gay, biseksüel, transseksüel anlamına gelen lgbt kısaltması yok. bugün, önemli tartışmalar sonrası oluşan birçok kavram kimsenin aklının ucundan bile geçmiyor. tek bir şey var: aşağılanmaya karşı çıkmak. o yüzden 28 haziran günü dünyanın her yerinde lezbiyen, gey, biseksüel, trans bireylerin bu kimliklerine sahip çıktığı gösterilerle kutlanıyor. bu yürüyüşlerin adı ingilizce “pride” yani “gurur”; aşağılanmaya çalışılan bir kimlikten duyulan gurur!

türkiye’de ise “onur” kullanıldı ve bu gelenekselleşti; aşağılanmaya karşı onuruna sahip çıkmak!

ilk yürüyüşte bir avuç insan vardı. geçen seneki onur yürüyüşü’nde yürüyen on bin kişinin arasında birkaç milletvekili de bulunuyordu.

ama bu iki cümlenin kısalığı bu yolların çok kolay ve hızlı yüründüğünü akla getirmesin.

uzun yıllar italya’da yaşamış ve yeşillerin, eşcinsel ve transların, feministlerin bir arada örgütlendiği italyan radikal partisi’nden etkilenen ibrahim eren’in başı çekmesiyle yürütülen kamuya açık ilk örgütlenmeler 1985’te başladı. 1987 yılında, istanbul’da 1 mayıs darbe sonrasında ilk kez emek sineması’nda bir etkinlikte kutlanırken bir grup trans polisin baskılarına karşı açlık grevindeydi. grevcilerin iki feminist aracılığıyla 1 mayıs kutlamasına gönderdikleri dayanışma mesajı, aralarında yalçın küçük’ün de bulunduğu konuşmacılar tarafından okunmadı. küçük hala en az o zamanki kadar homofobik. son zamanlarda, cezaevinde yapılan üst araması konusunda “memurlar her gün oramızı buramızı elliyor. acaba homo mu oluyorum?” ve benzeri yorumları birkaç kez yaptı; eşcinselliği, taciz ve tecavüz sonucu “alışılan” alışılabilen bir şey sanmaktan, bunu sanıyor izlenimi vermekten yana bir endişesi yok!

ankara’da kaos-gl adında bir derneğin kurulması ve aynı adlı bir dergi çıkarması 1994’e rastlar. lambda istanbul’u oluşturan örgütlenmeler ise iki yıl önceye dayanıyor.

bugün izmir’den diyarbakır’da, türkiye’nin pek çok ilinde eşcinsel, biseksüel ve transların gördüğü baskıyla mücadele eden örgütlenmeler var.

bu mücadele dünyanın her yerinde baskıya karşı başladı, daha sonra hak mücadelesi veren örgütlere dönüştü. aynı cinsiyetten insanlar arasındaki rızaya dayanan romantik ve cinsel ilişkilerin suç sayılmaması, ev tutmaktan işe alınmaya kadar her alandaki ayrımcılığın kalkması, evlat edinme ve evlenme hakkı ilk ağızda aklıma gelenler.

hemen fark etmişsinizdir, bunların çoğu cinsiyetle ilgili bütün hareketlerin kıstırılmaya çalışıldığı cinsel özgürlük talebinin çok ötesine geçiyor. çünkü cinsel yönelim, özellikle muhafazakar hoşgörünün genişleyebildiği tek sınır olarak “yatak odası”na mahsus bir şey değil. (siz de duymuşsunuzdur: “özelinde, yatak odasında ne yaparsa yapsın ama bunu çoluğun çocuğun önünde sergilemesin!”) öyle olsaydı masallardan şarkılara, dizilerden alfabeye her türlü mecrada bize heteroseksüellik dayatılıyor olmazdı.

aşağılanmaya karşı çıkarak başlayıp bir hak hareketine dönüşen bu örgütlenmeler bugün cinsiyet rollerini sorgulamanın yeni anahtarlarını da sunuyor bize. “kadın” ve “erkek”in arasındaki biyolojik farkın altını çizen bunlara yüklediğimiz rol ve anlam. bu şekilde giyinmesek, davranmasak belki de birinin cinsiyeti onunla ilgili ilk gözümüze çarpan şey olmaz. bu açıdan cinsiyet geçişi de, aynı cinsiyette farklı yönelimler de “kadın ve “erkek”in arasındaki farkın silinmesi ve muğlaklaşması anlamında devrimci adımlar. eşcinsel evlilikler aile kurumunu dönüştürüp çözeltmenin araçlarından biri, biyolojik olarak birlikte çocuk sahibi olması imkânsız iki bireyin evlat edinmesi doğurma ve ebeveynlik arasındaki ilişkiyi kopartması açısından önemli imkânlar içeriyor.

“bütün bunları bize niye anlatıyorsun, biz solcuyuz” diyebilirsiniz ve umarım bunu, “biz solcuyuz, bunları tabii ki biliyoruz” anlamında söylüyor olursunuz. ama yok, “biz solcuyuz bize ne bunlardan” diyorsanız, size hatırlatmak isterim, solcu olmak eşitlik ve özgürlük peşinde koşmak en kaba tanımıyla. ve kabasından incesine -sosyal demokrattan, sosyaliste, anarşistten komüniste- hiçbir özgürlük tanımı cinsiyeti ve cinsel yönelimi de hesaba katmadan bütünlenemez. böyle bir perspektifimiz olmasa bile hatırlamak gerekir ki sınıf dediğimiz şey heteroseksüellerden oluşmaz. ücretli emek içinde eşcinseller de var, trans kadınlarsa seks işçiliğine mahkum ediliyor. eşcinseller tabii ki iş hayatında ayrımcılık yaşıyor ve bütün bunlar emek hareketinin ele alması gereken sorunlar.

ama konjonktürel durum bu hareketin önemini daha da arttırıyor.

parlementer siyasetin sınırları malum. mecliste bulunan partilerden hangisi iktidara gelse üç aşağı beş yukarı benzer siyaset uygulayacağı alanlar var. hatta bırakın meclisteki partileri, şu sitenin yazarlarından oluşan bir meclis kursak belli konularda bugünkünden farklı siyaset uygulamak için silahlı güce de ihtiyacımız olur ki buna kısaca devrimci politika deniyor.

ama akp herhangi bir düzen partisi değil. (düzen derken kapitalizm ve patriyarkanın birlikteliğinden söz ediyorum) bugünkü iktidarın farkı islami muhafazakar politikaları ve bunların önemli bir bölümü cinsiyet üzerinden yürür, yürüyor. nitekim, istanbul’da onur yürüyüşü en önemli sıçramalarından
birini aliye kavaf’ın ayağının tozuyla “eşcinsellik hastalıktır” demesi üzerine yaşadı. o sözler, o ara pek revaçta olan islamcı liberallerin özgürlük sınırlarını göstermeye de vesile olmuştu.

bunun dışındaki önemli sıçrama noktalarını, lambda ve başka kurumlara yönelik kapatma davaları dolayısıyla verilen hukuk mücadelesi, ahmet yıldız’ın eşcinsel olduğunu açıklaması üzerine ailesi tarafından öldürülmesi (bu olay töre cinayeti denen şerefsizliğin sadece kadınları hedef almadığını gösterdi) ve eşcinsel ve translara yönelik nefret cinayetlerine karşı verilen mücadele oldu.

nefret cinayeti, bir insana cinsiyet, cinsel yönelim, ırk, milliyet vb kimliğinden dolayı nefret duymak ve bunun sonucunda cinayet işlemek anlamına geliyor. örneğin hrant dink, rahip santoro ve malatya zirve yayınevi cinayetleri de bu kapsamda. özellikle translara yönelik cinayetlerin artmasında güvenlik güçlerinin hoşgörüsünün ve adli süreçlerde bu katillere gösterilen kolaylığın -mesela ağır tahrik indiriminden yararlanmalarının- etkili olduğuna şüphe yok.

bugünlerde hareket cinsel yönelim temelinde ayrımcılığının yeni anayasaya girmesi için mücadele veriyor.

ama işler bunlarla bitmiyor.

cinsiyet ve cinsellikle ilgili pek çok konudaki tutumumuz sadece bilincimizle değil, masallardan magazin basınına çeşitli kaynakların (buna “kaliteli” ve “ucuz” örnekleriyle sinema, müzik, edebiyat da dahil) farkında bile olmadığımız etkisiyle biçimlenen bilinçdışımız da etkili. eğer heteroseksüelseniz, ömrünüz boyunca hep hetero çiftlerin öykülerini okuduysanız, izlediğiniz bütün öpüşmeler kadın ve erkekler arasında cereyan ettiyse ve heteroseksüel olmayanların kendilerini gizlemek zorunda kaldığı bir dünyada yaşıyorsanız onlar karşısında yabancılık çekmeniz şaşırtıcı değil. ama aynı kaynaklar size hayatın amacının servet edinmek olması gerektiğini, türk ve sünni olmayan herkesin değersiz olduğunu söylediği halde bu konulardaki yargılarınızı değiştirebildiyseniz aynı şeyi cinsel yönelim konusunda da yapabilir, homofobiyi aşabilirsiniz. bir düşünün, eğer heteroseksüel olmasaydınız, bütün bu heteronormatif bombardıman karşısında ne hissederdiniz? bunu hisseden insanların olduğu bir dünyada yaşamak istiyor musunuz?

kaos-gl dergisinin kapağındaki “eşcinsellerin kurtuluşu heteroseksüelleri de özgürleştirecektir” sözünün anlamı biraz da bu zaten. eşcinseller ve translar artık türkiye’de de “ne yanlış ne de yalnız” olduklarını biliyor. eğer siz de onlardan biriyseniz ve bu siteyi okuyorsanız yaşadığınız yerdeki onur haftası etkinliklerine katılacağınıza şüphem yok.

yok eğer kendinizi heteroseksüel sayıyorsanız ve bir gün kendi cinsinizden birinin varlığıyla sizi heyecanlandırdığını hissettiyseniz… bizzat ihtiyacınız olan özgürlük de orada başlıyor.

bu ihtimalden korkmama özgürlüğü, birini severken cinsiyetini umursamama özgürlüğü, sadece severken değil, çalışırken, yaratırken, eğlenirken, yaşarken cinsiyet denilen hapishaneden kurtulma özgürlüğü, bunun adımlarından biri…

o yüzden onur’a hepimizin ihtiyacı var.


Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur