Solu güçlendiren ve yakınlaştıran şey, asıl olarak sol özneler arası ilişkiler değil, sol öznelerin pratik-politik “mücadele içinde” kurdukları ilişkilerdir. Bir başka ifadeyle, sol, birbiriyle değil, halkın mücadele eğilimleri ile buluştukça yakınlaşmaktadır Halkevleri 22. Genel Kurulu’nda söz alan davetlilerin kürsüden peş peşe birlik ve ortak mücadele çağrıları dillendirmesi dikkat çekiciydi. ÖDP Eşbaşkanı Alper Taş, TKP Merkez […]
Solu güçlendiren ve yakınlaştıran şey, asıl olarak sol özneler arası ilişkiler değil, sol öznelerin pratik-politik “mücadele içinde” kurdukları ilişkilerdir. Bir başka ifadeyle, sol, birbiriyle değil, halkın mücadele eğilimleri ile buluştukça yakınlaşmaktadır
Halkevleri 22. Genel Kurulu’nda söz alan davetlilerin kürsüden peş peşe birlik ve ortak mücadele çağrıları dillendirmesi dikkat çekiciydi. ÖDP Eşbaşkanı Alper Taş, TKP Merkez Komite Üyesi Metin Çulhaoğlu, Halkların Demokratik Kongresi’nden BDP Milletvekili Ertuğrul Kürkçü ve CHP Milletvekili Durdu Özbolat’ın konuşmalarında, mücadelede ortaklaşmaktan örgütsel birliğe uzanan çeşitli çağrılar dile getirildi. Haklılık payı bulunan eleştiriler ve birleşmenin zorluğuna işaret eden tespitler de, öne çıkarılmadan, bu sıcak mesajların içine yerleştirilmişti.
AKP iktidarının şiddetlenen saldırıları karşısında güçlü bir muhalefet ya da devrimci siyasal alternatif oluşturma ihtiyacı yakıcı bir şekilde hissedilirken, fraksiyonerlikten mustarip solun iç diyaloglarında dostane mesajların öne çıkması genel olarak sevindirici bir şey. Ancak ihtiyaç duyulan güçlü muhalefeti ya da alternatifi yaratmak için öncelikle solun birliğini sağlamak gerektiği konusu tartışma götürür. Kaldı ki Halkevleri, bugün toplumsal muhalefet içinde tuttuğu yeri tam da böylesi bir birlik anlayışının eleştirisi üzerinden var etti. İkincisi, o kadar geniş bir yelpazeden ve o kadar farklı referanslarla birlik çağrıları dillendirildi ki, bu durum kimi örnekler için ancak bir yanlış anlama ile açıklanabilirdi. 1980 sonrasının neoliberal dönüşüm süreci karşısında yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda ideolojik ve politik bir meydan okumanın adresi olan Halkevleri’ni 1932’nin ya da 1980 öncesinin hatırına birliğe çağırmak başka nasıl açıklanabilir ki.
Etkili bir muhalefet, devrimci bir siyasal alternatif ihtiyacı
AKP gücünün doruğunda. Ama ekonomi, Kürt sorunu ve dış politika odaklı krizlerle karşı karşıya. AKP’nin krizi emperyalist-kapitalist sistemin 2006’daki askeri tökezlemelerin ardından 2008 finans krizi ile çıkışsız bir yola sürüklenen genel krizi ile iç içe derinleşiyor. Hal böyle olunca, koşullar yine “ya sosyalizm ya barbarlık” diye bağırıyor.
Barbarlığın 2012 Türkiye’sindeki karşılığı olan AKP iktidarı, tek çıkışını emekçi halk kesimlerine yönelik saldırılarını tırmandırmakta görüyor. Emeğe, doğaya ve kamusal haklara dönük saldırıların tırmanması; Kürt sorununda tek yol olarak benimsenen askeri-siyasi tasfiye politikası; gericileştirme; Ortadoğu’da aleni savaş kışkırtıcılığı şeklinde ilerleyen işbirlikçilik, halkların felaketi ama AKP’nin de tek kurtuluş reçetesi olarak öne çıkıyor.
Bu koşullarda yalnızca direnmek değil, emekçi halk kesimleri içindeki direnme eğilimlerini halkın iktidarını kurma perspektifi ile kucaklayabilmek gerekir. Metin Özuğurlu’nun Genel Kurul’un ikinci günündeki konuşması bu açıdan önemliydi. Özuğurlu, AKP’nin kudretli ama krizli hali karşısında, Halkevleri’nin genel kurulda da öne çıkarılan “Meydan Okuma” iddia ve çağrısının güncel anlamı üzerinde durdu. “Meydan Okumak” yalnızca direnmek, boyun eğmemek, teslim olmamak şeklinde yorumlanamazdı; kendi toplumsal projesini gerçekleştirmeye aday bir iktidar perspektifini de ortaya koyuyordu. Öyle ise etkili bir muhalefet yürütenin, kendisini aynı zamanda devrimci bir siyasal alternatif olarak da örgütlemesi, halk içindeki direnme eğilimlerini iktidar perspektifli bir mücadele içinde kucaklaması gerekirdi.
Nesnellik ile öznellik arasındaki uçurum
“Gök kubbenin altındaki muhteşem kaos” yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istemediği toplumsal hareketlenmeleri, sosyalistlerin öznel sınırlarına göre değil sınıf mücadelesinin nesnel şiddetine göre, boyumuzu aşan ve ezberimize uymayan biçimlerde ortaya koymaktadır. Dünyayı her seferinde bir başka sürprizle dolaşan isyan dalgasının henüz bir toplumsal patlama biçiminde uğramadığı Türkiye’de de yaşanan budur. 1 Mayıs’lardaki tabloya ya da son birkaç yılın mücadele pratiklerine baktığımızda, halk kesimleri içindeki direnme eğilimlerinin daha önce sağın tesiri altında bulunan ya da sokağa mesafeli duran ezber dışı kitleleri de harekete geçirecek biçimde yaygınlaştığı ve kitleselleştiği ancak örgütlü sol ve sendikal hareketin paralel bir gelişim seyri yakalayamadığı görülmektedir. 1 Mayıs 2012’deki tablo çarpıcıdır. Toplam katılım bir önceki yıla göre daha kitlesel iken örgütlü katılım düşmüştür.
İstisnai örnekler ise AKP’ye karşı etkili bir muhalif tavır benimseyen, bunu yaparken siyasal konumlanışını egemen sınıf kliklerine göre değil halkın bağımsız çıkarlarına göre belirleyen ve daha istisnai bir düzeyde de emek ve hak mücadeleleri alanında açığa çıkan yeni dinamikleri kavrayabilen yapılar olmuştur. Bugün içeriden ve dışarıdan büyük anlam yüklenen yakınlaşmaların gerçek zemini budur; soyut “sol birlik” temennileri ya da nostaljik referanslar değil. Yani solu güçlendiren ve yakınlaştıran şey, asıl olarak sol özneler arası ilişkiler değil, sol öznelerin pratik-politik “mücadele içinde” kurdukları ilişkilerdir. Bir başka ifadeyle, sol, birbiriyle değil, halkın mücadele eğilimleri ile buluştukça yakınlaşmaktadır. Sosyalist hareket bu sürecin henüz çok başlarındadır ve bu süreci ilerletmek, mücadelenin nesnelliği ile arasında uçurum bulunan bir birlik iradesi ile mümkün değildir. Solun yakın zamandaki birlik girişimlerinin başarısızlığı da irade ile nesnellik arasındaki uçurumdan kaynaklanmakta, başarısız girişimler ise halihazırda var olan potansiyeli heba etmektedir.
Çağrılar, temenniler, gerçekler…
Halkevleri Genel Kurulu’ndaki sıcak mesajlar da yukarıdaki “soğuk gerçeklik” içinde değerlendirilebilir.
ÖDP Eşbaşkanı Alper Taş‘ın çözüm olarak sol öznelerin birliğini savunan ve bu birliğin temelini de ortak köklere dayandıran konuşması, kendisinin de dediği gibi fazlasıyla samimiydi. Öyle ki bu samimiyet ve iyimserlik ancak nesnel ve öznel gerçekler ihmal edilerek mümkün olabilirdi. Alper Taş muhalefetin çok zengin ancak çok dağınık olduğundan, bu çok çeşitli muhalefet dinamiklerini AKP’nin karşısına dikecek birleşik bir devrimci hareket yaratmak gerektiğinden söz etti. Bu, ÖDP’nin bir yıldır dillendirdiği “birleşik devrimci merkez” çağrısının bir özetiydi. “Birleşik bir devrimci hareketi yaratmak için kendimizi aşma cesareti gösterecek miyiz” diyen Taş, Halkevciler ile ortak bir kökten geldiklerini ve bu nedenle ÖDP ile Halkevleri’nin daha fazla çaba sarf etmeleri gerektiğini söyledi.
Taş’ın “parçalı muhalefet” diye tarif ettiği şey aslında büyük ölçüde örgütsüz ve sürekliliği tartışmalı direnme eğilimleridir. Parçalı sol, bu muhalefet toplamının sınırlı ve sorunlu bir parçasını oluşturmaktadır. Bir siyasal cazibe merkezinin, kuvvetli bir siyasal çağrının muhalefeti birleştirebilmesi ve yönetebilmesi için çağrıcının muhalefetin unsurları ile gerçek bağlara sahip olması gerekir. Bu bağlar da mücadele içinde kurulabilir. Halkevleri de tam da bu yüzden protokollere dayalı, “yukarıdan” birliklere mesafeli durmaktadır. “Kendini aşma”, “siyaset yapma” fobisi olduğundan değil, kitleleri politikleştirmenin ve politikayı kitleselleştirmenin yolu olduğu için hak mücadeleleri çizgisini izlemektedir.
Diğer yandan Halkevcilerin son 15 yıldır “siyaset yapma araçlarının kullanımına” ilişkin ortaya koyduğu fark hala anlaşılamamış durumda. Özell
ikle 80’den sonraki süreçte, sol içinde yerleşik hale gelen “siyaset ancak yasal bir parti ile yapılır” ya da “partiniz yoksa iktidar hedefiniz de yoktur” türünden sabit fikirler Halkevciler için geçerli değil. Tüm bu süreçte solun siyaset yapması araçlara indirgenmiş durumda. Yasal parti, dergi, radyo, televizyon ve hatta günlük gazete bile siyaset yapmanın araçları olmaktan çıkmış, bu araçları var etmek, ayakta tutmak siyaset yapmak anlamına gelmiş durumda. Oysa Halkevcilerin tüm bu süreçte en önemli farklarından biri aracın ihtiyacı olan mücadeleye değil, mücadelenin ihtiyacı olan araçlara yönelmiş olmasıdır.
Öte yandan bugün ÖDP ile Halkevcilerin, mezarlık anmalarını hariç tutarsak, çeşitli düzlemlerde ortak tavır almasını sağlayan şey ortak kök değildir. Kimisi o köke elma aşılamıştır, kimisi armut. ÖDP, liberal sol içindeki macerasını duvara toslamamak için yakın zamanda ve zorunlu olarak sonlandıralı beri, AKP karşıtı muhalefet içinde yaşanan yakınlaşma, asgari sol değerlere gösterilen saygı ve kimi mücadele pratikleri içinde kurulan ortaklıklar bir şeydir; ortak kökten çıkıp ayrılarak bambaşka yönlere uzanan dallar meselesi bambaşka bir şey. En iyisi ve doğrusu sol içi dayanışmayı ve mücadeleyi ilerletmenin olanaklarını diğer öznelerle birlikte bugünün mücadelesinin gerçekliği içinde aramaktır. Öteki türlü, eldeki sınırlı imkanları yıpratmak da mümkündür.
HDK adına konuşan Ertuğrul Kürkçü de, “Halkevleri’nin aktif bir gözlemcisiyiz” diye başladığı ve gerçekten de özenli bir gözlemi yansıtan konuşmasında sosyalist hareketin bir başka sorununa dikkat çekti: Türkiye sosyalist hareketi ile Kürt hareketinin karşılıklı olarak birbirini destekleyen bir örgütsel düzlemde buluşması. HDK da zaten bu iddia üzerine kuruldu ve önceki başarısız deneyleri tekrarlamaktan kaçındığı da görülüyor. Öte yandan ayrışmış iki devrimci sürecin yeniden yakınlaştırılması konusunda farklı yaklaşımlar var. Halkevleri bu yakınlaşmanın öncelikli olarak aşağıdan mücadeleler ile mümkün olabileceği şeklinde bir yaklaşımı benimsiyor. HDK ise fiili olarak politik öznelerin birliğini önceleyen bir girişim. Kürkçü bu ayrımın farkında olarak, “yeni ortaklık zeminini sadece aşağıda değil yukarıda da oluşturmaya yardımcı olacak” adımlar atılması temennisini dile getirdi. Kuşkusuz iki tarafın da birbirini gözeten, dikkatle izleyen, ortaklık zeminlerini güçlendiren adımlar atması konusunda çok farklı düşünülmüyor. Ne var ki bu da görünür gelecekte ayrı çatılar altında olacak.
Gelelim en temkinli ve en gerçekçi konuşmayı yapan TKP MK üyesi Metin Çulhaoğlu‘na. Çulhaoğlu (mealen) örgütsel birlikler, ortaklıklar vs’den önce “bir mücadele, isyan, boyun eğmeme, meydan okuma kültürü” yaratmanın, AKP’ye karşı mücadeleyi ciddiyetle ele almanın ve işçi sınıfının yeni gerçekliğini kavramanın önemine dikkat çekti. Ve yine altını çizerek sosyalist hareket ve Kürt hareketinin diğer unsurlarına hitaben “bir mücadele kültürü yaratma anlamında ortak mücadeleye hazırız” dedi. Çulhaoğlu’nun yaklaşımı sosyalist hareket için olumlu ilişki zeminini önemsemekle birlikte önceliği mücadele ortaklığına veriyordu.
Çulhaoğlu bu yaklaşımını 9 Haziran’da soL Portal‘da yayımlanan “Kongreler ayı” başlıklı yazısında da ortaya koymuştu. Çulhaoğlu “Türkiye’de bir sosyalist hareketten ve bu hareketin örgütlü temsilcilerinden söz edilecekse, akla ilk gelen üç oluşum” diye sıraladığı Halkevleri, ÖDP ve TKP‘ye ilişkin birlik-ortaklık tartışmalarına gönderme yaparak şöyle soruyor ve devamında yanıtlıyordu:
“Peki, helvayı birlikte karsalar olmaz mı? Helvayı birlikte karmak yakın diyalog, dayanışma, kimi kritik dönemeçlerde ortak davranma, güç birliği ve ortak eylem ise, elbette… Ancak, (…) ‘helva’ başka türlü tanımlandı: fikriyat, strateji ve örgütlenme. Bu noktada helvayı birlikte karma niyetleri, başa dönülmesini, unun, yağın ve şekerin vasıfları konusunda sonuç alınması pek mümkün olmayan tartışmaları beraberinde getirecektir. En iyisi, herkesin kendi unu, yağı ve şekeriyle önce kendi helvasını karmasıdır.”
En iyisi…