“Duman vurmuş kemençenin yayına. Haramiler el uzatır aşına, tütününe,fındığına,çayına. Ne susarsın çağır can yoldaşını… Dağlar başına!..” İbrahim Karaca Bu cehennemî sıcaklarda, Doğu Karadeniz’in derin mi derin bir vadisinde, yatağınıza yatmışsınız gibi bir derede uzandığınızı düşünün şimdi. Hem bir hiç, hem de hiç olmadığınız kadar çok şeysinizdir artık. Bunun adına “serinlemek” dersek eğer az olur, buna […]
“Duman vurmuş kemençenin yayına.
Haramiler el uzatır aşına,
tütününe,fındığına,çayına.
Ne susarsın çağır can yoldaşını…
Dağlar başına!..” İbrahim Karaca
Bu cehennemî sıcaklarda, Doğu Karadeniz’in derin mi derin bir vadisinde, yatağınıza yatmışsınız gibi bir derede uzandığınızı düşünün şimdi. Hem bir hiç, hem de hiç olmadığınız kadar çok şeysinizdir artık. Bunun adına “serinlemek” dersek eğer az olur, buna bâ’sü’bâ’de’l-mevt adı lâyık görülebilir ancak.İşte denizimizi elimizden alıp doymayanların, epeydir gözü bu derelerimizde, can suyumuzda. Bir yudumluk keyiflerimizde gözleri, tarihimizi, çocukluğumuzu, anılarımızı,oyunlarımızı,kimliğimizi ve kültürümüzü yok etmeye iştahları. Açıkça her şeyimize düşmanlar ve amansızca saldırıp, utanmazca sömürmeye ve katletmeye niyetleri. Milyon yılda oluşan cenneti, kirli rant hesapları için bir kaç ayda yok etmeye hazırlar ve görülüyor ki giderek acımasızlaşıyor halka karşı eylemleri, tehditleri, dayakları, gazları, copları, polisleri,askerleri artıyor. Ama onlar, kolay bir zafer umudundayken belki, karartmaya çalıştıkları Karadeniz kabarıyor yutmak için düşmanı. Şimdi isyan örgütleniyor, vadi vadi Doğu Karadeniz’de. Sıra dağlarımızdan yüzlerce koldan düze inen coşkumuz, deniz olup,yenilmezleşiyor. Çoğalıyor seslerimiz hece hece: Naşk’-vit çaç-xa-las ğa-le-peş- k’u-ni! *
Zenginlikler,Sorunlar ve Mücadele
Doğu Karadeniz’de 2010 yılı rakamlarıyla yüzü dava edilmiş olan yüz otuz sekiz inşaat halinde HES projesi var. Hemen her gün haberlerde Doğu Karadeniz’den HES’ler ve HES’lere karşı yöre halkının verdiği mücadele ilgili haberleri izliyor ve okuyoruz. En son, Trabzon Solaklı vadisindeki Karaçam Köknar (OgeneOçena) köylerine yapılan asker çıkarmasına şahit olduk. Bir avuç insanın yaşadığı bu küçük köye 700 kişilik bir orduyla çıkan devlet, yolları kesip, evlere baskınlar yaparak insanları göz altına aldı. Direnen yaşlı bir kadına bile gaz bombasıyla saldıran kolluk güçleri, yaşam alanlarını savunmaktan başka bir derdi olmayan köylülerin sesi çıkmaması için elinden geleni yaptı. Bu sesi bastırma operasyonları çeşitli şekillerde olabilir; örneğin olayları haber yapmak isteyen yöreden habercilerin, doğrudan Ankara’dan bürokratlar tarafından tehdit edilmesi gibi örnekler yaşandı. Bölge halkının direnişini bastırmak için resmî kolluk güçlerinin yanı sıra, yerel paramiliter güçlerin (zengin ailelerin emrindeki mafya) ve sivil faşistlerin tehdit, dayak, yaralama, kurşunlama gibi çeşitli şekillerde kullanıldığı da vâkî. Ogene sadece bir örnek; Abu, Çağlayan, Senoz, Fırtına, İkizdere, Salarxa, İmerxevi, Uzungöl gibi daha çok sayıda vadi aynı olayları yaşadı ve yaşıyor. Ve her vadi ayrı ayrı incelendiğinde değişik pratik örnekler sunuyor bize. Ogene meselesinin trajikomik yanlarından biriyse, Ogene köyü gibi doğasını bir kenara koyun, kültür açısından da kesinlikle devlet koruması altına alınması gereken bir köyün, yok edilmeye çalışılıyor olması. Bu köy, Trabzon’da -dolayısıyla Türkiye’de- Karadeniz Rumcası ile konuşulan ender köylerden biri.
2239 bitkisel varlığın 222’sinin endemik olduğu Doğu Karadeniz’e, Batı’dan ithal ettikleri tamamen güvenliksiz HES projeleriyle bölgeyi çölleştirme niyetinde olan şirketlerin tek düşündüğü kendi çıkarları, bunun için arkalarına devleti ve onlardan yana olan hukuku alarak halkın üzerine yürüyorlar. Bu hukukun aldığı “SİT alanı” kararlarının bile Kanun Hükmünde Kararnamelerle kolayca geçersizleşebilir olduğu düşünülürse, İkizdere ya da Fındıklı’daki bir eylemde bir devletlinin “hukuk ne derse o olur” sözüne karşılık bir gencin “artık halkın hukuku geçerli olacak o zaman!” demesi bölgedeki durumun özetidir. Karadeniz halkının mücadelesinin her geçen gün militan meşru bir çizgide keskinleşmesi de, işte yaşanan bu hukuksuzluklar ve halkın iradesini hiçe sayan pratik ve retorik sebebiyledir.
Ayrıca etno-kültürel ve lenguistik açılardan da önemli bir zenginlikler arz eden Doğu Karadeniz’de zaten yüksek tehdit altında olan yerli dilleri ve kültürleri, devletin çevresel ve ekonomik politikaları nedeniyle dolaylı olarak göçe zorlanıyor olması sebebiyle yaşamsal anlamda daha büyük tehlikeler altına girmektedir. Yaşayan bir varlık olan dil, kendi coğrafyasında ve kendi halkıyla nefes alır, coğrafyasından koparılan halk asimile olur ve asimilasyonun en belirgin sonucu dil ölümüdür. Yörenin yerli dilleri olan Lazca, Gürcüce, Pontos Rumcası ve Hemşince yok oluşun eşiğinde ve -özellikle Lazlar cephesinde gözle görülür olan-çalışmalar yetersiz kalıyor. Doğu Karadeniz’in doğusunda Trabzon’dan itibaren Artvin Şavşat-Yusufeli civarlarına kadar konuşulan bu diller, aynı zamanda Karadeniz kültürü denilen olgunun da temel taşlarını oluşturuyor.
Çünkü, “Karadeniz kültürü” adını verdiğimiz şey bırakın bütün bir Karadeniz bölgesini, bütün Doğu Karadeniz’i bile kapsamayan oldukça dar bir alana yayılmış bir kültür. Temellerinde sırasıyla Laz-Helen-Ermeni-Gürcü ve en son olarak Türk kültürlerinin güçlü bir birleşmesi bulunan ve Türkiye’nin diğer parçalarına göre oldukça farklı bir yaşayış şekli. İşte farklı dilleri konuşan bu toplulukları birleştiren de bu büyük paydalı ortaklıklar. Giresun -kemençe,horon vs.- ve daha az olmakla birlikte Ordu’da da Karadeniz kültürüyle kesişen öğeler var ama Trabzon, Rize ve Şavşat’ın kuzey bölgelerine kadar Artvin illerindeki kültürün müşterekliği kadar yakındaşlık yaratmıyor bu durum.
Şöyle bir örnek verelim; Türkiye Türkçesi üç şive veya lehçeye ayrılmış durumda, bunlar Batı Anadolu şivesi, Doğu Anadolu şivesi ve Doğu Karadeniz şivesi. Batı Anadolu ve Doğu Anadolu şiveleri dünyadaki bir yığın ülkeden daha büyük iki alanda çeşitli ağızlarıyla kullanılırken, Doğu Karadeniz şivesi ise sadece Trabzon’un Şalpazarı ilçesinden sonra Beşikdüzü’nden başlayıp, Artvin’in Şavşat ilçesinin kuzeyindeki Gürcü yerleşimli on yedi köyüne dek konuşuluyor. Beşikdüzü’ne kadar Batı Anadolu şivesi, Şavşat’ın yarısından itibaren Doğu Anadolu ağzı var. İşte Karadeniz kültürünü başlı başına derinlemesine incelenmesi gereken bir zenginlik yapan da bu; bu durumu oluşturan tarih, o tarihe katılmış çeşitli halklar, o halkların birbirleriyle kurdukları bağlar.
Laz, Türk, Gürcü, Romeyika konuşan, Hemşinli, Poşa, Çepni, Ahıskalı açısından dilsel, kültürel anlamda birbirlerini birleştiren ya da ayıran özellikler olsa da, orada halkları en çok ortaklaştıran şey çektikleri sıkıntı şüphesiz. Bakın,çay zamanı geldi, çayda taban fiyatları açıklandı, ne kadar? 1 lira 10 kuruş! Dalga geçer gibi verilmiş bir rakam. Ama dahası var. Adına “taban fiyatı” dendiğine bakmayın siz. O taban fiyatı fiilî olarak tavan fiyatıdır. Çünkü, özel sektörün biçtiği fiyatlar muhakkak bu fiyatın altında olur, kimi kez bu fiyatın yarısıdır hatta. Devletin uyguladığı kota ve kontenjan politikaları sebebiyle de siz ürününüzü bu sömürgenlere vermek zorundasınızdır. Üstelik siz paranızı da onlardan en iyi ihtimal bir sene sonra alabilirsiniz.Tam bir kara mizah! Devlet ve özel kol kola girer sizi ezer,bu “kader” fındıkta da değişmez,üretici tüccarın insafına teslim edilir.. Üstelik çayda yıllardır kullanılan sun’î gübre de ayrı bir sorun oluşturur yörede. Toprağa karışan zehir önce bitkileri sonra da insanları etkiler.Yani çaya nereden baksan zarardır, hem de sun’î gübre kullanımının kaldırılmasıyla birlikte hemen bölgede organik
tarıma kendiliğinden geçebilme şansı varken
bu böyledir. Çernobil, rutubet derken, toprağa bu gübreyle sinen zehir de yaşam kalitesini düşürür Doğu Karadeniz’de.
Ve bir proje
Karadeniz son zamanlarda daha çok faşist katillerle, Ogün Samast’la, Yasin Hayal’le, Dink, Santoro cinayetleriyle, beyaz berelilerle, devrimcilere linç girişimleriyle anılsa da, bu topraklar güçlü bir muhalefet ve mücadele geleneğinin de bağrıdır aynı zamanda. Bu yöre, Cihan Alptekin, Sinan Kukul, Selami Kurnaz, Ayşe Gülen, Canan-Zehra Kulaksız, Melek Birsen Hoşver, Faruk Kadıoğlu, Osman Osmanağaoğlu, Fikri Sönmez, Şevki Kobal gibi ateş geçitlerinden canları pahasından geçen nice devrimcinin nefes üflediği topraklardır. Hepsinin adını yazmaya kalkışsak, sırf bu isimler için ayrı bir yazı gerekir.
İşte, Karadenizli sanatçılar ve onlara destek veren dost sanatçılar, müzisyenler Apolas Lermi,Selçuk Balcı ve yönetmenmüzisyen Onur Yıldız’ın fikri öncülüğünde Karadeniz’deki yaşam alanlarına yönelik saldırılara, çayda ve fındıkta sömürüye, yörenin anadillerinin ve kültürünün ölümüne, çevre kirliliğine, denizsizliğe, alabalıksızlığa, deresizliğe, sömürü sacayağının iki elemanı gerici tarikatlara ve insaniyet düşmanı mafyaya karşı isyankar ve aydınlık Karadeniz’in sesi olmak, kısaca Karadeniz’in muhalif damarını diri tutmak için bir araya geldiler. Apolas Lermi’nin Kalandar albümünde seslendirdiği “Seçim Zamanı” adlı şarkısının Şevval Sam, Hülya Polat, Niyazi Koyuncu,Efkan Şeşen,İlknur Yakupoğlu,İlkay Akkaya,Grup Yorum,Aydoğan Topal, Bayar Şahin, İhsan Eş, Savaş Yakupoğlu, Deniz Ayata (Teona), Ömer Aykut (Gurgula), Erdal Bayrakoğlu, Hikmet Akçiçek (Vova), Resul Dİndar (Karmate), Tanju Topal, Yaşar Kurt, Apolas Lermi ve Selçuk Balcı tarafından yeniden seslendirilmesi ile tamamlanan -ya da başlayan- çalışmanın hazırlanan klibi, 17 Haziran pazar günü Kalan Müzik’in 20. yıl konserlerinin Karadeniz ayağında Harbiye Açıkhava’da izleyiciyle ilk kez buluşacak.
Başından sonuna dek yakından takip ettiğim ve neredeyse sekiz aya yayılan bu müşterek çalışmanın gayet başarılı ve heyecan verici olduğu konusunda ise size şimdiden garanti verebilirim.
İsmail Güney Yılmaz
*Lazca: Bırakın Özgür Aksın Derelerimiz!