Biz gazeteciler için hazırlanan iddianame kelimenin tam anlamıyla başlığımızdaki bu ihtimal üzerine kurulmuş: Ben senin terörist olma ihtimalini sevdim! Sevgili savcımız Bilal Bayraktar, gazetecilikten pek bir şey anlamadığını ispatlayan bu muhteşem “şaheserinin” her satırında bizim terörist olma ihtimalimizle coşan zehir hafiye modundan milim kaymamış. Örnek mi? İddianamenin bütünü bu biçimde. Biri telefonda kendini mi tanıtmış, […]
Biz gazeteciler için hazırlanan iddianame kelimenin tam anlamıyla başlığımızdaki bu ihtimal üzerine kurulmuş: Ben senin terörist olma ihtimalini sevdim!
Sevgili savcımız Bilal Bayraktar, gazetecilikten pek bir şey anlamadığını ispatlayan bu muhteşem “şaheserinin” her satırında bizim terörist olma ihtimalimizle coşan zehir hafiye modundan milim kaymamış. Örnek mi? İddianamenin bütünü bu biçimde. Biri telefonda kendini mi tanıtmış, hemen “şu olduğu tespit edilmiştir” diyor. Bir eyleme ilişkin bilgi mi muhabirlere ulaştı, hemen “eylemden haberdar edildiği” tespitini tekrarlıyor. İddianame tespitten geçirmiyor. Ama Fatma Koçak’ta epey alınganlık göstermiş savcımız. Ajansa bildirilen eylemi arkadaşımız önlemek yerine ekipmanını kurup kayda alarak üstelik bir de haberini yaparak hiç “normal bir gazeteci” gibi davranmamış. Haber yapılması umuduyla bildirilen etkinliklerin polise bildirilmemiş olmasına epey içerlemiş savcımız. Meslektaşlarımıza duyurulur; bir daha olmasın!
Tabii savcı bizim terörist olma ihtimalimiz konusunda öyle ısrarlı ki yazarımızdan talep ettiğim “barış mitingi” konulu yazıyı bile “polisin alehinde bir yazı” istendiğinin tespiti olarak koca harflerle iddianameye yazdırmış.
Bizim “terörist” olma ihtimalimizi güçlendirmek için sevgili savcımız, iki unsuru iddianamenin ana direği yapmış. Biri yurtdışı çıkışlarımız, ikincisi aynı söylem kalıplarını ezberlemiş olan gizli tanıklar.
İşe şu yurtdışı çıkışlarından başlayayım. Malum, savcımıza göre kim yurtdışına çıkmışsa o kati surette Kandil’e uzanmış, tarih de uygunsa şöyle bir konferans yapıp gelivermiş.
Bu müthiş tespit eminim dışarıdaki pek çok meslektaşımızı korkutmuştur. Malum gazeteci dediğin gezer. Yurtiçinde de gezer, yurtdışında da. Daha önce bu köşede yazmıştım: Gazeteci dediğin haberi, kaynakları için balkana da çıkar, fizana da. Ama bizim savcı bundan pek hazzetmiyor. Hele hele Kürt gazeteciysen bu hazımsızlık “terörist olma ihtimalimizde” katsayı fırlaması yapıyor.
Neyse… Size en ağırdan birkaç örnek vereyim de nasıl “terörist” olunuyor bir de siz görün;
Dosyamızın “bir numaralı” sanığından Nuri Fırat’tan başlayayım. Bir gazeteci olarak bazen İran’a gitmiş, bazen Irak’a. Ama bizim savcı illa da, Kandil’e gitmiş diyor. Arkadaşımız mesela savcıya göre 30 Mart 2003’te İran’a gitmiş. 18 Haziran’da yurda dönmüş. Savcı, arkadaşımızın iki ay yol yürüdüğünü varsaymış olmalı ki 6-14 Mayıs 2003’te PKK’nin Kandil’de gerçekleştirdiğini düşündüğü toplantıya katıldığı tespitine ulaşıvermiş. Oysa arkadaşımızın yurtdışında bulunduğu söylenen o 3 aya yakın süreçte İran’a kaç kişi gitmiştir dersiniz? Binlerce! Bunların içinde gazeteci var mıdır? Bilmiyorum… Ama bu binlerce insan iddianamemizin mantığına göre pekala Kandil’de bir konferansa gitmiş olabilir! En iyisi kimse İran’a gitmesin. Ama bu defa da Irak’a gidişler aynı muameleyi görmüş. Altı aylık bir Irak ziyareti içinde on günlük bir başka konferansa dahil olmuş olabilirsiniz maazallah.
Bir de çıkış tarihleri arzulanan konferans tarihlerine uymayanlar var. Onlar ne olacak? Üzülmeyin, savcımız bakar çaresine, uydurur zamanlarınızı. Nasıl? Bunun için de Sibel Güler’in hikayesine bakalım dilerseniz.
İddianamede, bir tanık tutturmuş; Sibel 2001 Eylül’ünde Dola Qoke’de 7 aylık eğitime geldi diye. Ama yok, o tarihte arkadaş ne çıkmış, ne girmiş. Tam bu tanık da yalan söylüyor diyordum ki savcımız “yakaladım konferansa gitmiş” deyivermiş. Nasıl mı? Sibel 29 Nisan 2003’te yurtdışına çıkmış, 5 Mayıs’ta dönmüş. Bizim savcımız 6-14 Mayıs tarihlerinde gerçekleşen konferansa böylece katıldığını tespit edivermiş. Söz konusu tarihten önce yurda dönen nasıl katılmış olur demeyin. Savcımız herhalde buna da bir yanıt bulur.
Uzatmak mümkün bu yurtdışı hikayesini. Ama dedim ya sevgili savcımız bizim “terörist” olma ihtimalimizi, gazeteci olma ihtimalimizden daha çok seviyor.
Bunun bir diğer göstergesi Gizli Tanık Müessesi; mübarek, hepsi de nüanslar yaşasalar da aynı sözcükleri tercih etmiş. Örneğin “1 nolu gizli tanık” diye biri var. Kodu Haydar olan biri. Bana ilişkin acayip atmış. Ama merak etmeyin kendimi örnek vermeyeceğim. Bu defa ki örneğim İsmail Yıldız ve Pervin Yerlikaya.
Bu “1 nolu gizli tanık” demiş ki; “2000-2001 yılları arasında DEHAP İl Gençlik’te faliyet yürütüyordu. MKM (Mezopotamya Kültür Merkezi’ne) takılırdı. 2001 tarihinde PKK terör örgütüne katılmak için örgütün kırsal alanına gitti… Daha sonra bu şahısla ilgili bir şey duymadım.” Bu sözleri kim için demiş. Hem Pervin, hem İsmail için. O yıllarda her iki arkadaş da birbirini tanımadığı gibi, Pervin Kütahya’da henüz gittiği üniversiteyi alışmaya çalışıyormuş. Laf aramızda PKK’yi da pek tanımıyormuş. Ama bu durum yalnız “1 nolu gizli tanığın” yeteneği değil. Son numaralı Batuhan Yıldız’ı da örnekleyeyim gitsin. Bu gizemli tanık gözaltına alınmamızdan 12 gün sonra sahne almış. “1 nolu gizli tanık”tan farklı değil. Neredeyse herkes için; “…Örgüt güdümünde hareket eden basın komitesi içerisinde faaliyet yürüttüğü, PKK’den aldıkları talimata göre hareket ettiği, zaman zaman bu yapı içerisinde bulunmayanların katılmayacağı gizli toplantılar yaptıkları…” Söylem kalıbını kullanmış. Hangi ismi istiyorsanız ekleyin, Batuhan onun gizli tanığı olsun!
Bu arada herkes hakkında fikir beyan etmekten geri durmayan gizli tanık Cemile’den bahsetmesem gönlü kalır. İddialarında epey sallamış olan bu zatın, Fırat Dağıtım şirketinde kısa süre muhasebecilik yapan, habercilikle uzaktan yakından alakası olmayan, gözaltına alındığı gün işten ayrılan Çiğdem Aslan için şöyle diyor; “Çiğdem Aslan Türkiye’de basın komitesi içerisinde faaliyet yürütmektedir. Kendisine bağlı faaliyet yürüten muhabirlerden elde ettiği haberleri yazıya dökerek ANF ve Roj TV gibi örgüt kuruluşlarına gönderir…”
Dedim ya bizim gazeteci olma ihtimalimizi değil, “terörist” olma ihtimalimizi sevmiş savcı.