AKP giderek düşmanına benziyor. Hesapta kendisi çok demokrat ya ha bire tek parti CHP dönemine gönderme yaparak o dönemde CHP’nin “astığım astık kestiğim kestik” siyaseti yaptığını anlata anlata bitiremiyor. Oysa özellikle referandum sonrası uygulamalarıyla devletin bütün mekanizmalarının parti tarafından ele geçirildiğine, en küçük ayrıntısına kadar bürokrasinin AKP kadroları tarafından doldurulduğuna tanık olmaktayız. Bu tipik bir […]
AKP giderek düşmanına benziyor. Hesapta kendisi çok demokrat ya ha bire tek parti CHP dönemine gönderme yaparak o dönemde CHP’nin “astığım astık kestiğim kestik” siyaseti yaptığını anlata anlata bitiremiyor. Oysa özellikle referandum sonrası uygulamalarıyla devletin bütün mekanizmalarının parti tarafından ele geçirildiğine, en küçük ayrıntısına kadar bürokrasinin AKP kadroları tarafından doldurulduğuna tanık olmaktayız. Bu tipik bir Nazi tarzı faşist devlet mekanizması oluşturmaktır. CHP de böyleydi ama CHP’nin Cumhuriyeti kurduğu dönemki siyasal koşulları göz önüne aldığımızda otoriter rejimin son derece güçlü nesnel koşulları olduğunu görüyoruz. Neredeyse bütün modern siyasal rejimlerin hepsinde faşizan yönetimlerin iş başında olduğu, liderlik sultasının önemli olduğu biliniyor.
Adana’da Enerji-Sen üyesi direnişçi işçilerin başına gelenler, bu tablonun başka bir boyutunu ortaya koyuyor. AKP sadece siyaset alanına parti kalıpları dökmeye çalışmıyor aynı zamanda toplumsal alandaki her şeyi de bizzat düzenlemeye çalışıyor ve en önemlisi düzenlemeye çalışırken parti devletin bir organı gibi hareket ediyor.
Tek parti zamanında CHP de öyleydi. CHP il başkanı ilin Valisi gibi değer görürdü, il başkanı valinin işine karışabilir, vali il başkanından çekinir veya birlikte ekip olarak çalışırdı. Enerji-Sen işçilerinin başına gelenler de AKP’nin devlet partisi gibi çalışmaya başladığını gösteriyor. Adana’da Enerji-Sen’de örgütlenen işçiler işten atılınca direnişe geçerler. AKP Devleti sorunu çözmek için harekete geçer: Sendika.Org’un haberine göre 22 Mayıs günü AKP il yönetiminden birileri direnişçi işçilerden birini evinde ziyaret eder ve direnişten vazgeçirmeye çalışır. Kabul etmesi halinde işinin hazır olduğu söylenir…
İşçi bunu reddeder. Bunun üzerine AKP Devleti’nin belediyesinin zabıtası görevi devir alır. Zabıtadan sonra polis terörü devreye girer ve yargı süreciyle devam eder. İşçiler gözaltındayken direniş yeri polis tarafından işgal edilerek direniş kırılmaya çalışılır. Bunlar da olmadı bu kez AKP Devleti’nin sermayesi harekete geçer. İstanbul’daki bir işyeri patronu direnişçi işçileri arayarak Adana’da bir ihale aldıklarını söyler ve kendilerini orada işe almak istediğini söyler. İşçiler bu ahlaksız teklifi de reddeder.
Samsun’da süren Dev-Sağlık İş üyesi işçilerin direnişinde de benzer bir tabloyu görüyoruz. 1 yılı aşkın süredir direnişi sürdüren işçiler iki kez yargı kararıyla işe iade kararı almış olmalarına rağmen hastane idaresi mahkeme kararına uymamakta direniyor. Herkes biliyor ki, Samsun’da sendikal örgütlenmenin önündeki esas engel AKP. Samsun Valisi’nin bile “tamam” dediği noktada Samsun AKP örgütü her türlü ağırlığını koyarak Samsun’daki AKP hegemonyasının kırılmaması için ne Vali’ye ne Başhekime uzlaşma için müsaade etmedi. Çünkü AKP’nin en çok korktuğu birkaç şeyden biri insanların kendilerinin hak aramaya yönelmesi. AKP’nin kitabında hak aramak yoktur, “büyük usta (ŞEF)” ne bağışlarsa o vardır, onun şefkati ve merhameti esastır… Daha önce de yazdık, merhametsiz zalim olmaz!
AKP eskinin laik devlet düzenini bozarken yerine İslami-muhafazakar özellikli kendi devletini kuruyor. Kuşkusuz bu yeni bir rejim. Bu rejimin üç temel ayağı olan dincilik, kapitalistlik ve otoriterlik önümüzdeki dönemin hak mücadelelerinin de esas dinamiklerini oluşturuyor. Enerji-Sen işçilerinin AKP Devleti’ne karşı onurlu direnişi ekmek ve adalet mücadelesinin hangi yoldan ilerleyeceğini çok açık olarak gösteriyor.