Geçen hafta sonunda Chicago’da gerçekleşen NATO zirvesi, ittifakın yeni rolü ve misyonun ne olması gerektiği ve 28 üye ülkenin de buna katkıda bulunmaya ne kadar istekli olduğu sorusunun tartışıldığı bir zamanda yapıldı. Bu tartışma yeni değil. Soğuk Savaş’ın sona erdiği günden beri, NATO kendisine yeni bir kimlik arıyor. Varlık sebebinin değişikliğe uğraması, haliyle bu güçlü […]
Geçen hafta sonunda Chicago’da gerçekleşen NATO zirvesi, ittifakın yeni rolü ve misyonun ne olması gerektiği ve 28 üye ülkenin de buna katkıda bulunmaya ne kadar istekli olduğu sorusunun tartışıldığı bir zamanda yapıldı.
Bu tartışma yeni değil. Soğuk Savaş’ın sona erdiği günden beri, NATO kendisine yeni bir kimlik arıyor. Varlık sebebinin değişikliğe uğraması, haliyle bu güçlü örgütü de, günün koşullarına göre, kendisini yenilemek zorunluluğu ile karşı karşıya getirdi.
Yeni şekli ile NATO’nun sorumlulukları ve rolü sadece Kuzey Amerika ve Avrupa coğrafyasında değil, Soğuk Savaş dönemindeki “bölge dışı” (“out of area”) konsepti de değişti. Artık ittifakın faaliyeti Asya ve Afrika kıtalarına kadar uzanıyor.
Aynı şekilde 63’üncü yılana giren örgütün “tehdit algılaması” da değişti. Soğuk Savaş döneminde tehdidin ne olduğu (askeri saldırı) ve kimden gelebileceği (Sovyetler Birliği) belli idi. Bu algı (tamamen değilse de) büyük ölçüde değişti. Yeni “tehdit algılaması” şimdi terörden insanlık suçuna, korsanlıktan doğal afetlere kadar yeni unsurlar içeriyor.
İşte günümüzde NATO Afganistan’dan Kosova’ya, Somali’den Libya’ya kadar çeşitli bölgelerde, çeşitli rol ve misyonlar üstlenerek varlığını göstermiş bulunuyor…
NATO’nun cazibesi
Aslında savunma paktları, varlık nedeni ortadan kalktıktan sonra yok olurlar. NATO’nun rakibi Varşova Paktı, Soğuk Savaş’la birlikte tarihe karıştı. Kuzey Atlantik Paktı ise -NATO adını koruyarak- yeni misyonlara yeni bölgelere açıldı.
Chicago zirvesi, NATO’nun varlığının devamının sadece üyeleri değil, onun dışında kalan ve bir kısmı ona katılmak için can atan ülkeler tarafından da arzulandığını ortaya koydu. Chicago’daki iki günlük toplantıya 30’dan fazla “harici” ülkenin -gözlemci olarak da olsa- katılmış olması, bunun açık göstergesi. Bunların arasında Bosna, Karadağ, Sırbistan, Kosova, Ukrayna, Gürcistan gibi ülkeler, üye olarak kabul edilmek için sırada bekliyorlar. Chicago’da hiçbiri için kesin bir karar alınmadı, ama yayınlanan bildiride hepsine de kapı açık tutuldu…
NATO’nun bir başarısı da, kendi dışındaki ülkeler nezdinde etkinliğini koruyabilmesidir. Bu, NATO’nun “bölge dışı” pek çok ülke ile özel “ortaklık” bağları kurması sayesinde mümkün oluyor. Hem de sadece siyasi dayanışma veya insani yardımlaşma gibi konularda değil, askeri işbirliği alanında da… Örnek: Afganistan’da NATO komutanındaki birliklerin önemli bir kısmı, ittifak dışındaki ülkelerden geliyor…
NATO’nun Afganistan’daki misyonunda başarılı olup olmadığı büyük tartışma konusu. Ama Chicago’da da teyit edildiği gibi, bu ülkedeki “askeri misyon” 2014’te sona erecek. O zamana kadar da NATO Afgan ordusunu güvenliği sağlayacak duruma getirecek…
Türkiye’nin değeri
NATO’nun çeşitli alanlarda ve bölgelerde yeni roller üstlenmesi, “asli görevi”ni, yani kendi bölgesindeki güvenliği koruma sorumluluğunu unutturmuyor. Bu bağlamda, Chicago zirvesinde “füze kalkanı” projesindeki gelişmelerin vurgulanması bunun işareti.
İki yıl önce Lizbon zirvesinde karara bağlanan bu projenin yeni aşamasının tamamlandığı açıklandı. Türkiye’de (Malatya-Kürecik’te) erken uyarı (radar) sistemi artık operasyonel durumda…
NATO’nun (ve özellikle ABD’nin) çok önemsediği bu projede Türkiye kilit rol oynuyor.
Ankara’nın kendi topraklarında -özellikle İran’ın ve Rusya’nın eleştirilerine rağmen- böyle bir savunma sisteminin kurulmasını kabul etmesinde, kuşkusuz “ulusal güvenlik ve ortak savunma” gibi faktörlerin payı var. Ancak bu, aynı zamanda “siyasi” bir karardır. Bir amaç da, Türkiye’nin “eksen” değiştirmediğini, NATO ile dayanışmasının devam ettiğini göstermektir.
Şimdi Washington’da ve diğer Batı başkentlerinde Türkiye’nin dış ilişkilerindeki konumu daha iyi anlaşılıyor. Chicago zirvesi arifesinde, Washington merkezli “Dış İlişkiler Konseyi” (CFR) adlı prestijli düşünce kuruluşu, yayınladığı 80 sayfalık bir raporda, Türkiye’nin son zamanlarda gerçekleştirdiği büyük siyasal ve ekonomik dönüşüme değiniyor ve “yeni Türkiye” ile ortaklığın şimdi daha büyük değer taşıdığını belirtiyor…