Başbakan’la Pakistan’da Uludere’yi konuştuk. Kazakistan’a geçtik, Uludere’yi konuştuk. Türkiye’ye döndük, gündem yine Uludere… Üstü örtülmek istendikçe açılıyor, unutturulmak istendikçe kendini hatırlatıyor, Uludere… Bir ruh gibi dolaşıyor, peşimizde. Aslında bir fırsat, Uludere. Şimdiye kadar krizleri fırsata çevirme konusunda başarılı adımlar atan AK Parti iktidarına, yeni bir adım atabilmesi için sunulmuş bir imkan. Ama öyle olmuyor. Gittikçe […]
Başbakan’la Pakistan’da Uludere’yi konuştuk. Kazakistan’a geçtik, Uludere’yi konuştuk. Türkiye’ye döndük, gündem yine Uludere…
Üstü örtülmek istendikçe açılıyor, unutturulmak istendikçe kendini hatırlatıyor, Uludere…
Bir ruh gibi dolaşıyor, peşimizde.
Aslında bir fırsat, Uludere.
Şimdiye kadar krizleri fırsata çevirme konusunda başarılı adımlar atan AK Parti iktidarına, yeni bir adım atabilmesi için sunulmuş bir imkan.
Ama öyle olmuyor.
Gittikçe derinleşiyor, Kürt-Türk kardeşliğinin sınandığı bir alana dönüşüyor.
Dindar muktedirlerin sınavı haline geliyor.
Meclis’teyiz.
AK Parti grubunda Başbakan Erdoğan’ı dinliyorum.
Başbakan iki gün önceden Uludere konusunda önemli açıklamalar yapacağını açıkladığı için, ilgi büyük.
Kapsamlı bir konuşma yapıyor Başbakan. Söz Uludere konusuna gelince, herkes pürdikkat kesiliyor.
“Türkiye hukuk devleti, hata yapan bedelini öder” diyor Başbakan.
Uludere konusunda hata yapıldığını kendisinin de Genelkurmay Başkanı’nın da söylediğini belirtiyor.
Ardından tepki cümleleri geliyor: “Hala Başbakan hata edilmiştir deseydi. Dedik ya daha kaç kere diyeceğiz. Otomata mı bağlayacağız.”
Birilerinin ısrarla parmağını sallayarak, tepeden bakan bir tavırla, “Özür dile” şeklindeki yaklaşımı belli ki Başbakan’da bir hassasiyet meydana getirmiş. İnsani bir tepki, anlaşılabilir bir tavır.
Uludere olayı meydana geldiğinde, “Uludere Ankara’nın karanlık dehlizlerinde kaybolmayacak” güvencesini veren Başbakan’ın, “Hiç bir şeyin üzerinin örtüldüğü yok, hiçbir şeyin üzerinin kapatıldığı yok” sözleri de yeni bir güvence olarak görülebilir.
Çünkü Başbakan, “Özü-sözü bir” olan bir insan. Siyasette alışık olduğumuz, sözünde durmayan, “Dün dündür bugün bugün” mantığıyla hareket eden biri değil. Sözü senet olan bir lider.
Ayrıca sadece Türkiye’de değil, uluslararası zeminlerde de sözü, teminat olarak görülen bir isim Başbakan Erdoğan.
Başbakan’ın Uludere konusunu değerlendirirken, şehitlerimizi hatırlatmasını da anlamamız gerekiyor.
Çünkü o bir yandan şehit cenazesinin başında gözyaşı döken annenin, diğer tarafta da yüreği yanmış Uluderelilerin Başbakan’ı o.
Ayrıca bu duyguları anlamak için başbakan olmaya da gerek yok. Şehit babasının tabutu başında bekleyen çocuğun görüntüleri hepimizin yüreğini yakmadı mı, gözlerimiz dolmadı mı? Aynı şekilde Uludere’nin acısını yüreğimizin derinlerinde hissetmedik mi?
Çünkü biz gönül bağıyla birbirine bağlı bir milletiz. İnsanı insan olduğundan ötürü seven, din kardeşliği bağını her şeyden üstün tutan bir anlayışın sahibiyiz.
Başbakan elbette ki, sadece Uludere’ye saplanıp kalamaz. Ama Uludere’yi de yok sayamaz. Zaten şu ana kadar, yok saymak ya da üç beş kaçakçının öldürülmesi gibi bir şey olarak görmedi.
Aynı zamanda Kürt sorunun çözelim derken, Türk sorunu üretmemek gibi hassas bir çizgi üzerinde hareket etmek zorunda. Zorundayız.
Bu kadro farklı.
Asit kuyularındaki faili meçhullerin hesabını soran, hiçbir dahli olmadığı halde Dersim’den özür dileme erdemini gösteren, darbelerle hesaplaşabilen bir kadro.
Başbakan’da grup konuşmasında milletvekillerine, “İşte şu salondaki kadro, Cumhuriyet döneminin en karanlık dönemlerini aydınlığa kavuşturmak için canını ortaya koymuş bir kadrodur” dedikten sonra bunları sıraladı.
O nedenle, “Muhtar bile olamaz” denilen birisinin liderliğinde çıktıkları yolda, “Dikleşmeden dik durdukları” ve millet iradesini temsil etmeden en küçük bir zaaf göstermedikleri için bu millet onlara 10 yıldır tek başına iktidarı ve yüzde 50 desteği verdi. Böylece askerin karşısında esas duruşta bekleyen Türkiye’den genelkurmay başkanlarından hesap sorulan bir Türkiye’ye ulaşıldı.
Bu hareket Uludere’de yara almamalı.
Tam tersine Uludere, sistem içindeki demokratik iradeyi tökezletmek isteyen yapıların tasfiyesi için bir fırsat olarak değerlendirilmeli. Çünkü Uludere’de atılan bombaların hedefi bu hükümet.
Bunun yolu da Uludere’de 34 sivilin bombalanmasında, hata ya da kastı olanların ortaya çıkarılıp, cezalandırılmasından geçiyor.
Şimdiye kadar yargıdan belge saklamayı yönetim tarzı olarak benimseyen Genelkurmay, Uludere olayında Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in ortaya koyduğu irade nedeniyle elindeki tüm bilgi ve belgeleri yargıyla paylaştı.
Başbakan Erdoğan başından beri bu konuda iradesini ortaya koyan bir insan.
Ancak Başbakan’ın grup konuşmasındaki, “El yapımı bombalara hiç kaçakçılar basmıyor” şeklindeki sözleri bu çizgiye oturmuyor. Problemli.
Çünkü biz, “Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu / Gelir de Adl-i İlahi sorar Ömer’den onu” düstürunu kendimize ilke edindik.
Bunu bir de İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in, “Figüranlar” ya da “Dolap beygiri” gibi ifadelerinin üstüne koyarsanız, ortaya farklı bir zihniyetin ipuçları çıkıyor.
AK Parti, müesses nizamla mücadele ederek bu noktaya geldi. Başbakan, “Uludere’nin Ankara’nın karanlık dehlizlerinde kaybolmasına izin vermeyeceğiz” demişti. O karanlık dehlizin, bu mücadeleyi kirletmesine ve vicdanlarımızı kanatmasına izin vermemeliyiz.
Verirsek, o zaman bombalar hedefini bulmuş olur.