Türkiye , Soğuk Savaş dönemindeki dış politikasına dönüyor. Son iki yıldaki gelişmelerden sonra görünen o ki, AKP’nin Ankarası’yla komşu ülkeler arasında ortaya çıkan açılım politikaları, sis bulutundan ibaretti. Bu bulut çabucak dağıldı, yağmur durdu ve Türkiye ‘nin komşularla ilişkilerine kuraklık döndü. Osmanlı’nın Çarlık rejimiyle çekişmesinden bu yana Rusya’ya yönelik düşmanca bakış açısı değişmedi. Soğuk Savaş […]
Türkiye , Soğuk Savaş dönemindeki dış politikasına dönüyor. Son iki yıldaki gelişmelerden sonra görünen o ki, AKP’nin Ankarası’yla komşu ülkeler arasında ortaya çıkan açılım politikaları, sis bulutundan ibaretti. Bu bulut çabucak dağıldı, yağmur durdu ve Türkiye ‘nin komşularla ilişkilerine kuraklık döndü.
Osmanlı’nın Çarlık rejimiyle çekişmesinden bu yana Rusya’ya yönelik düşmanca bakış açısı değişmedi. Soğuk Savaş döneminde çekişme komünizmleydi ve bugün NATO’nun Türk topraklarına füze kalkanı yerleştirme projesinden başlayarak Türkiye ‘yle Rusya arasında mücadeleye dönüştü. Türkiye, Rusya’ya yönelik tutumunda, Moskova’yla gelecekteki ilişkilerin yapısındaki köklü değişimi ele almak için Arap Baharı’nı beklemedi ve 2010’daki Lizbon zirvesinde füze kalkanı radar şebekesi yerleştirilmesini onayladı. Türkiye, gerek askerle gerekse dış düşmanla bağlantılı hassas görevleri yerine getirecek NATO’nun askeri deposu olduğu halde görevi üstlendi. Hiç kuşkusuz NATO ‘nun dış düşmanı son 20 yılda kızıl komünizmden yeşil İslam’a dönüştü ve bugün çok renkli hale gelen düşmana bir renk aranıyor.
NATO’nun Chicago zirvesi, Türkiye’nin Batı için acil ihtiyaç olduğunu teyit etti. Ancak Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun çokboyutluluk söylemini yükselttiği Türkiye, bu slogandan çıkıp herkesle eşit mesafe politikasının öncüsü olduktan sonra, son iki yılda taraf politikasını seçti.
Sebepleri bir yana, Türkiye’nin dış politikası futbola benziyor. Sahada kimin daha iyi oynadığı önemli değil. Asıl önemli olan, sonuç ve golleri kimlerin attığı. Sözgelimi Barcelona iyi oynadı ama Chelsea kazandı, Bayern Münih iyi oynadı ama Chelsea kazandı. Bugün sebepler bir yana Türkiye, dost komşularını kaybetti. Herkesin hata yapması ve sadece Türkiye’nin hatasız oynaması mantıksız. Türkiye’nin Suriye’deki şartlar ve diğer konularda gerginlik yaşadığı Suriye, İran ve Irak’ın yanı sıra Rusya’yla ilişkileri de gergin. Rusya, Ortadoğu’daki dengelerin değişmemesi için nükleer silah kullanma göndermesinde bulundu ve Chicago zirvesinde, Türkiye ‘ye füze kalkanı taşınmasının tamamen NATO’nun sorumluluğunda olduğu kararına -ki daha önce Washington’ın sorumluluğundaydı- balistik füze denemesiyle karşılık verdi. Malatya’daki füze kalkanı radarları da gelecek anlaşmazlıklarda Rus füzelerinin hedefi haline gelecektir.
Güneyde ise Türkiye Dışişleri, Güney Kıbrıs’ın bazı bölgelerinde yabancı şirketlerin petrol aramaya katılması halinde savaş tehdidinde bulunmakta tereddüt etmedi. Aynı çerçevede Kıbrıs Rum Kesimi’yle İsrail arasında 20 bin İsrail askerinin Limasol’a yerleştirilmesini öngüren bir anlaşmaya dair haberler de Akdeniz’de tansiyonu arttıracaktır.
Hiç kimse bu haliyle Türkiye’yi kıskanmıyor. Oysa Türkiye, iki yıl öncesine dek bölgenin ‘damadı’ olmak üzereydi. Farklı eğilimleriyle tüm komşu ülkeler için tehdit unsuruna dönüştü, rejimleri değiştirme politikasıyla çalıştı, sıfır sorun ve hesapları gözden geçirme politikasını bırakmak için sebep aradı. Bu politika zaten yanlıştı; bölgedeki hassasiyetleri ve dengeleri dikkate almadı. Türkiye, Amerikan baskısıyla bu politikaya girme eğilimindeydi. Her iki durumda da sonuç aynı: Maçta mağlubiyet.
Katar gazetesi Şark, 26 Mayıs 2012