1 Mayıs 1977 katliamının polisin yaptığı bir komplo sonucu gerçekleştiği iddiasını, bir şehir efsanesi olarak nitelendirmişti Halil Berktay ve bu katliamdan solun sorumlu olduğunu söylemişti. Bu kadarı yeterli olmuş Yıldıray Oğur için ve 3 Mayıs 2012 tarihli Taraf’taki köşesinde bu kendinden menkul iddiaları savunmaya ve kanıtlamaya çalışmış. Yazısının başlığı alaycı: “Bana solcular adam öldürdü dedirtemezsiniz,” […]
1 Mayıs 1977 katliamının polisin yaptığı bir komplo sonucu gerçekleştiği iddiasını, bir şehir efsanesi olarak nitelendirmişti Halil Berktay ve bu katliamdan solun sorumlu olduğunu söylemişti. Bu kadarı yeterli olmuş Yıldıray Oğur için ve 3 Mayıs 2012 tarihli Taraf’taki köşesinde bu kendinden menkul iddiaları savunmaya ve kanıtlamaya çalışmış.
Yazısının başlığı alaycı: “Bana solcular adam öldürdü dedirtemezsiniz,” ama içerikte Oğur “Bana polis adam öldürdü dedirtemezsiniz” diye yırtınıp duruyor. Boşuna değil elbet: rıza imalatına soyunuyor ve bunun için her şeyi ters yüz ediyor, altını üstüne getiriyor, tanrılara özgü bir beceriyle yoktan var ediyor.
Öncelikle Halil Berktay’ın bu kişisel değerlendirmesini başlı başına kanıt olarak görüyor ve buradan yola çıkıyor. Halil Berktay’ın “tarihçi olduğu ve Ermeni Soykırımı üzerindeki örtüyü de onun kaldırdığını” söyleyerek kanıtın kendinden menkul olduğu gerçeğine, bir takım unvan ve kanaat önderliği vasıflarıyla kılıf biçmeye çabalamış. Oysa Halil Berktay bir tarihçi olarak konuşması halinde unvan, vasıf ve statü bildirimlerine gerek olmayacağı çok aşikâr; bir tarihçi unvanlara sığınmaz, pek çok kanıt, tanıklık, belge vb. ile savını savunur.
Ancak Berktay öyle yapmıyor ve sıradan bir insan gibi konuşuyor, kendi yaşadığını 35 yıl sonra ilk defa tanık olduğumuz bir şekilde yorumluyor. Zaten her fani böyle davranır. Buraya kadar bir sorun yok. Ancak bir fani ve sıradan insan kendi yaşadığını, tanık olduğunu anlatıp bunları bir tanrı ya da tarihçi sözü olarak doğru ve mutlak kılamaz. Kendinden menkul iddialarla bile tarih yazılmaz, hiç olmazsa iddianın sahte belgesi imal edilir. Yıldıray Oğur’un işlevi tam burada başlıyor ve Berktay’ı yücelterek “ne derse doğru der” kıvamına getiriyor önce ve hemen ardından onun veremediği kanıtları temin etmeye çalışıyor.
Anlamı aynada göstermek
Haber için kullanılan, en sıradan ve en niteliksiz ölçüt olmasına rağmen nedense bizzat gazeteciler tarafından yüceltilen, saçma sapan kural gerçekleşmiştir: Adam köpeği ısırmıştır. Halil Berktay durduk yere ve hiç kanıt göstermeden solu suçlamıştır ve Taraf bunu haber yapmıştır.
Ertesi gün ise Halil Berktay’a bunu ispatla diyenlere karşı Yıldıray Oğur siper oluyor ve bunu “komplonun gerçeğin yerine geçmesi” olarak yorumluyor. Yani Berktay’ın söylediği gerçek ve solun “katliam devletin işidir” iddiası ise komplo haline geldi. Nerede? Yıldıray Oğur’un zihninde. Tıp, ruh sağlığı ana bilim dalı bununla ilgilenmeyecekse neyle ilgilenecek gerçekten?
Akla karanın kendisi tarafından ters yüz edilmesinden sonra Oğur’un, kanıt üretme gayretine bakalım: “Polisin ateş etmemiş olabileceğini” bile değil, sadece “ateş ettiklerini gördüğümü söyleyemem” diyen birinin tanıklığına başvurup buradan tarih üretiyor: Polis ateş etmemiş! Sular İdaresi üzerindeki makineli tüfekli polislerin görüntüsünü çekmiş olan belgeselci İshak Işıtan’ın bu sözlerinden başka bir şey yok elinde Yıldıray Oğur’un.
Ama yazmış da yazmış: Kanaat oluşturmak, rıza imal etmek kolay değil elbet. Yazıdaki diğer cümleler malumatfuruş ve süslemeden ibaret, iddiası için giydirme cephe. Oysa polislerin ateş etmediklerini de söylemiyor Işıtan, sadece ateş ettiklerini görmediğini söylüyor.
“Gözümle gördüğüm”
Işıtan’ın sözlerini değerli bulabiliriz. Berktay’ınkileri de. Bu konuda hiçbir sorun, itilaf, aykırılık yok. Ancak neden Berktay ve Oğur oradaki yüz binlerin benzer ve aynı sahicilikte olan sözlerini, tanıklıklarını ve en önemlisi geçmişlerini küçümsüyor ve bununla yetinmeyerek bu sözleri komplo ilân ediyor, şehir efsanesi olarak görüyor? Işıtan ve Berktay’ın sözlerini diğer tanıklıklardan daha değerli kılan nedir? Sadece Oğur’un inanmak istediklerini söylemesi değil mi?
Üstelik kendi yazısından anlıyoruz ki Işıtan bir binanın 5. katında ve kürsüden “Sular İdaresi üzerinden ateş açılıyor” anonsu üzerine (herhalde bulunduğu yerden orayı göremediğinden) aşağıya inip Atatürk heykelinin oradaki çimlerin üzerine atmış kendini. Yani çektiği görüntüler o anonstan en az iki üç dakika sonra muhtemelen de ateş kesildikten sonra. Bu arada ateş edilmeyip durum kontrolü de yapılıyor olabilir. Ayrıca diğer yanda binlerce insanın gördüğü ve kürsüden anons edilecek kadar bariz olan bir şey var: Sular İdaresi’nin üzerinden makineli tüfekle ateş ediliyor. Oğur’un kaleminde ve Berktay’ın dilindeyse o görüntüleri çeken Işıtan’ın sözleri solun şehir efsanesi, komplo teorisi haline getirdiği “1 Mayıs katliamı devletin işidir” masalını ‘açıklığa’ kavuşturmuş oluyor. Tıbbı müdahalenin acilliği ortada değil mi?
Neden Berktay, ateş edilirken bir yandan da meydandaki polis panzerlerinin dolaştırılmasına değinilmiyor? Neden Yıldıray Oğur da bu konuya hiç girmiyor? Panzerleri de mi solcular sürüyordu?
Tarihe karşı geçmiş
Komünist örgütlerin birbirine “düşman” olmaları ve o gün bir provokasyon olacağı endişesi taşımaları da önemli bir veri değildir. Taraf’ın çıktığından beridir yayınladığı belgelere bakacak olursak değil o dönem, bugün dahi her gün bir provokasyon olmaması için bir neden yokmuş. Devlet sürekli komplo üretiyormuş, darbe hazırlıyormuş, insan kaçırılıyormuş, öldürülüyormuş, faili meçhulmüş… 1977’de endişe duymasa mıydı insanlar? Üstelik tüm bu devletin komplo yapacağı gerçeği Taraf’ın çıkmasından on yıllar önce biliniyordu; Taraf yazarları yeni öğrendi 1977 1 Mayıs’ında yer alanlar değil. Ayrıca birbirine ‘düşman’ örgütlerden onca silahlı insan neden öldürmek için birbirine ateş etmez de korkutmak için kitlenin başının üzerinden geçecek şekilde ateş eder? Hani düşmandılar!
Onlar faşist çeteler değildi; maaşlı, kadrolu memurlar değildi; aptal hiç değildi. Onlar inanmış ve samimi devrimcilerdi, devlete karşı birbirlerine sahip çıkacak kadar da sınıf bilincine sahiptiler. Birbirlerinin üzerilerine gidip birbirlerini telef etmiyorlardı. Herkes savunmadaydı, saldırıda değil; tedirginlik saldırıya uğranacağı vesvesesindendi.
O günlerin yüz binlerce tanığı var, Berktay sadece onlardan birisi. Bu insanların tarihçi olmaları gerekmiyor ve değiller de. Onların bir geçmişi var; ortak ama ayrı, arada sırada kesişen. Bu kesişme anlarından biridir 1 Mayıs 1977 ve geçmişin sahibi var. Bunlar yaşayan insanlar; ölmedikçe ve terk etmedikçe geçmişlerini ellerinden kimse alıp da tarih haline getiremeyecektir. O yüzden bugün Halil Berktay ancak kendi geçmişinden bahsedebilir 1977’deki Türkiye komünistlerinin, devrimcilerinin tarihinden değil.
O geçmişte hepsinin yaşamı var ve yaşamın kendisi tarih değildir.
Berktay ve Oğur’un yüz binleri ve onların geçmişlerini küçümseyen tavırları ve insanları komplo uyduracak denli yalancı çıkartma gayretleri, beyanları kabul edilebilir değil. Üstelik bunları da sadece “Ben” diyerek yapıyorlar, “Ben” dışında hiçbir kanıt ileri sürmüyorlar. Bu megalomani olabilir mi? Tıp, tam da bu noktada devreye girmez mi? Hepsinden önemlisi çare var mı?
3 Mayıs 2012
* Bu yazı daha önce 6 Mayıs tarihli Birgün Pazar’da yayımlanmıştır.