Akşam gazetesinden Özlem Akarsu Çelik ‘Sessiz Şiddet’ kitabının yazarları Prof. Simten Coşar ile Prof. Gamze Yücesan Özdemir’le söyleşi yaptı. 23-24 Mayıs’ta iki bölüm halinde yayımlanan söyleşinin tamamını tek parça olarak derlediklerimiz bölümüne aldık ‘Sessiz Şiddet’in editörlerinden Özdemir’in AK Parti’nin emekçilerden aldığı oyların artışına ilişkin tespiti çarpıcı: Çalışanların ortak hareket edebilme imkanının yok edilmesi ve gündelik […]
Akşam gazetesinden Özlem Akarsu Çelik ‘Sessiz Şiddet’ kitabının yazarları Prof. Simten Coşar ile Prof. Gamze Yücesan Özdemir’le söyleşi yaptı. 23-24 Mayıs’ta iki bölüm halinde yayımlanan söyleşinin tamamını tek parça olarak derlediklerimiz bölümüne aldık
‘Sessiz Şiddet’in editörlerinden Özdemir’in AK Parti’nin emekçilerden aldığı oyların artışına ilişkin tespiti çarpıcı: Çalışanların ortak hareket edebilme imkanının yok edilmesi ve gündelik hayat kültüründen sol değerlerin silinmesi. Bence AKP’ye oy kazandıran bu iki süreç. AKP, delikanlı ve ezilmiş kesimler için bir gün olmayı hedefledikleri ezen imajı
Kitabın iki etidörü Prof. Simten Coşar ile Prof. Gamze Yücesan Özdemir sorularımızı yanıtladı:
Muhafazakarlaşıyor muyuz, dindarlaşıyor muyuz?
S.C. Dindarlaşarak muhafazakarlaşıyoruz. Muhafazakarlaşmak, her şeyden önce, hep olduğu varsayıldığı için toplumsal açıdan ortak bir ahlaki değerler kümesine bağlılığı dayattığı ölçüde ve Türkiye’de, maalesef, dinle ilişkisiz, alternatif ahlaki değerler sistemi genelgeçerleşmediği için Sünni Müslümanlaşarak muhafazakarlaşıyoruz.
G.Y.Ö. AKP’nin İslamcılık odaklı eleştirilerinden ziyade neoliberalizm ve daha kaba deyişiyle piyasalaşma odaklı eleştirileri önemli. Zira AKP’nin dahil olmakla kalmayıp savunucusu olduğu piyasa ilişkileri içinde dindarlaşma pek mümkün değildir. Tümüyle piyasa ilişkilerinin savunucusu olarak yola çıktığınızda rekabet, hırs, piyasa, kar ve tüketim gibi değerlerin acımasız dünyasındasınızdır ve burada ‘azla yetinme, nefsine hakim olma, tevekkül etme’ gibi değerlerin yeri yoktur. AKP ilk değerlerin yılmaz savunucusudur. Dolayısıyla, dini değerlerin savunucusu olamaz. Din, gündelik yaşam pratiklerinin referansı haline gelmiştir ama bu dindarlaşma mıdır, sanmıyorum. Son yıllarda yaşanan, gündelik yaşama dair emeğin kendi ortak dil ve değerlerinin yok edildiği, yağma edildiği bir ortamda, boşalan gündelik hayat kültürünün dini referanslarla dolmasıdır.
Estetik değerlerin yeni İslami elitle dönüşüme uğraması Beyaz Türkler’e göre ‘paçozlaşma'(Alev Alatlı), bazı muhafazakar entelektüellere göre ise ‘zevk hezimeti’ (Hilmi Yavuz) Bu değişim kimi rahatsız ediyor?
S.C. Bu değerlendirmeler ahlakla estetik arasındaki ilişkinin otoriteryen, dışlayıcı ve nitekim muhafazakar bir zeminde nasıl kurulduğunun en açık örnekleri. Her iki değerlendirme de muhafazakar. Sermayeyi tamamen bir tarafa bırakıp görünüşü ön plana çıkartmak ve bunu ‘göz beğenisi’ üzerinden reddetmek tam da neoliberalizmin massederek(emerek) etkisiz kılma pratiklerine bir örnek olsa gerek. Nitekim estetikteki değişim, toplumun sadece entelektüel açıdan değil aynı zamanda yaşam tarzı açısından üstünlük payesini elinden kaçırmış olan kesimlerini, radikal addedilen İslamcı çevreleri ve tabii ki sermayenin el değiştirmesi sürecinde pay alamamış grupları rahatsız eder.
EZİLMİŞLERİN DELİKANLISI
Ak Parti, sendikasızlaşmaya ve taşeronlaşmaya rağmen emekçi kesimden nasıl oy alıyor?
G.Y.Ö. Yurtdışından gelen arkadaşım İstanbul havaalanından Taksim’e gelene kadar gördüğü semtler arası derin uçurumlar sonrasında bana sormuştu, ‘Bu ülkede neden devrim olmuyor?’ Devrimin tahlilini yapmak ne kadar zorsa 10 yıldır iktidarda olan bir partinin oylarını neden artırdığını açıklamak da o kadar zor. İki noktanın altını çizmek istiyorum: Çalışanların ortak hareket edebilme imkanının yok edilmesi ve gündelik hayat kültüründen sol değerlerin silinmesi. Bence AKP’ye oy kazandıran bu iki süreçtir. Emekçi kesimler sol siyasetle, sol gündelik hayat deneyimleriyle buluşamadığı ölçüde ‘ezen-ezilen olmayan eşit bir dünya’ hayal etmekte zorlanırlar. ‘Ezen-ezilenin olmadığı’ bir dünya düşünemiyorsak o zaman ezen ve ezilen olacaktır. Şu an itibarıyla, geniş emekçi kesimlerin düşünce ve duygu dünyasında ezen ve ezilen ikiliği vardır. ‘Ezen’ iktidarlar içinde de en hakikisi, en harbisi AKP’dir. AKP, Erdoğanizasyon doğrultusunda delikanlı, sağa sola caka satan ve ezilmiş kesimler için bir gün olmayı hedefledikleri ezen imajıdır.
SOL LİBERALLER NEVROTİK DURUMDA
Türkiye’de sol liberaller/liberal solcular neden sol’a düşman?
G.Y.Ö: Sol liberaller bir muhalefet örgütlemek istiyorlar; insani karakterli, güler yüzlü, hakkaniyetli bir kapitalizm arayışındalar. Kapitalizmle, piyasayla, kapitalizmin üretim ilişkileri ile sorunları yok gözüküyor. Kapitalizmin, kapitalist üretim ilişkilerinin içinde kalarak, onların kuramsal çerçevelerini kullanarak muhalefet yapmak oldukça zahmetli ve dertli bir iş. Dolayısıyla sol liberaller ‘nevrotik’ bir duruş içerisindeler. Elinizdeki imkanlarla endişelerinizle baş edemezsiniz ve nevrotik bir kişilik sergilemeye başlarsınız. Sol liberaller de kapitalizme, piyasa mekanizmasına sadık kalarak muhalefet etme endişelerini karşılayamamaktalar. Bu nevrotik durum, sola karşı saldırganlığa ve düşmanlığa dönüşmekte.
Son yıllarda sosyal politikaların yerini neden hayır işleri aldı?
S. C. ‘Sosyal adalet’ nosyonunun, dolayısıyla sosyal adaletin tesisine yönelik politikaların neoliberal düşünce ve pratikte doğrudan reddedildiğini söylemek gerekir. Bazı durumlarda neoliberal tercihler, kaybedenlerin kaybetmesi kadar doğal bir durum olmadığı, kazananların bundan sorumlu tutulmasının adaletsizlik olduğu tezine dayanabiliyor. Bazı durumlarda ise belki de kaybedenlerin gazabı riski göz önüne alınıp destek mekanizmaları olarak gönüllü yardımlar, mahalli örgütlenmeler vasıtasıyla kurulan yardım ağları, din temelli organizasyonların sağladıkları yardımlara işaret ediliyor. Bu açıdan Türkiye yine yalnız değil. Neoliberalizm, sosyal olanın olmadığı tezini içerdiği ölçüde, herkes toplumsal ve siyasal alanda kendinden ve ailesinden sorumlu addediliyor.
Öte yandan bu soğuk mönüye din soslu bir ısıtma niteliğinde hayırseverlik değeri ekleniyor.
Sessiz şiddet
Akademik dünyanın -az sayıdaki- ‘yeni bir söz söyleyen’ hocalarından Prof. Simten Coşar ile Prof. Gamze Yücesan Özdemir’in editörlüğünü yaptıkları, Silent Violence: Neoliberalism, Islamist Politics and the AKP Years in Turkey (Sessiz Şiddet: Neoliberalizm, İslamcı Siyaset ve Türkiye’de AKP’li Yıllar) adlı kitap İngilizce olarak yayınlandı. Yakında Türkçe’ye çevrilecek olan kitap, öncüllerinden farklı bir yol izleyerek Ak Parti’nin (dış politikadan sosyal politikaya, cinsiyetçi uygulamalardan kültürel politikalara kadar) birçok alandaki icraatlarında neoliberalizmin izini sürüyor.
Başkent Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi-Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Coşar ile Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi- Gazetecilik Bölümü öğretim üyesi Özdemir’e neoliberalizmin kaçınılmaz sonucu olan ‘şiddet’i, toplum kesimlerinin bu şiddet karşısındaki ‘sessizliği’ni ve merak edilenleri sorduk…
ŞİDDETİN SORUMLUSU HEPİMİZİZ
Toplum için giderek sıradanlaşan şiddetin sorumlusu kim/ne?
S.C Şiddetin farklı biçimleri birbirini besliyor. Yapısal şiddet böyle bir şey ve yapısal olarak çözüme kavuşturulamadıkça bölünere
k, parçalanarak artar. ‘Bunun sorumlusu kim’ sorusuna yanıtım, ‘hepimiz’. ‘Şiddetin kaynağı ne?’ sorusuna yanıt arasak daha iyi olur. Hanedeki şiddetle sokaktaki şiddet ve ‘sıradan’ insan ile ‘kanaat önderi’nin dilindeki şiddet arasındaki bağlantıyı görmek mümkün. Sömürü üzerinden işlemeye mahkum olduğu için kapitalizm kendi içinde şiddetin en mükemmel örneklerini sunar. Muhafazakarlığın tercihi otoriteryen politikalardan yana olduğu ölçüde şiddetsizlik kaygısından bahsedilemez. Patriarka, halihazırda bir cinsiyetin diğer cinsiyet üzerindeki tahakkümüne dayandığı ölçüde şiddet doludur. Bu üç bileşenin (kapitalizm, muhafazakarlık, patriarka) günümüz dünyasındaki taşıyıcısı olan neoliberal politikalar şiddetten azade olamaz.
SERMAYENİN İKTİDAR ÇATIŞMASI
AK Parti’yi tahlil ederken çıkış noktanız neden neoliberal politikalar oldu?
S. C. AKP’nin oluşumu ve varoluşu neoliberalizmin içerisinden gerçekleşti, gerçekleşiyor. Parti ve çekirdek kadroları siyasal İslam’ın içerisinden gelmiş olsalar da İslam’la ilişkilenme biçimleri neoliberal dönemlere uygun bir şekilde değişti. Bu ilişkilenmede İslam neoliberalizmi dönüştürmedi, tam tersi gerçekleşti.
Zaten olagelenin bir ‘medeniyetler çatışması’ değil, sermaye üzerinden iktidar çatışması olduğu bilgisiyle baktığınızda 1980 sonrası Türkiyesinde neoliberal yapı içerisinden milliyetçiliğin, muhafazakarlığın, İslamcılığın dahil edilerek dönüştürülmesi rahatlıkla izlenebilir. AKP örneği ise 2000’lerin doygun neoliberal ortamında siyasal İslam’ın sermaye hakimiyetini kurabildiği iktidar mekanı olarak karşımıza çıkıyor.
G.Y.Ö.1990’lar sonrası değişen dünya ekonomisi ve neoliberal ekonomi politikalarında, Türkiye burjuvazisi içinde filizlenen fraksiyon Anadolu sermayesi, ‘Anadolu Kaplanları’ olarak da adlandırıldı. Bu sermaye fraksiyonu İslamcı genç kadrolarla buluştu.
1 Mayıs’ta boy gösteren ‘Antikapitalist Müslümanlar’ siyasi iktidarı rahatsız etti mi?
S. C. AKP iktidarının, manüple edeceği, liberal ve demokrat olduğu iddialarını kökten sarsmayacak muhalefetten rahatsız olduğunu düşünmüyorum. Neoliberal dünyada anti-kapitalizmin, geniş çevrelerde en iyi haliyle nostaljik en kötü haliyle ütopyacı bir duruşla ilişkilendirildiğini, bu açıdan marjinlere itildiğini düşünüyorum. AKP özelinde bu hareket marjinlere itilmeye direnç gösterdiği an rahatsızlık verici olacaktır.
‘1 MAYIS CAN SIKICI OLABİLİR’
G. Y. Ö. Antikapitalist Müslüman gençler iktidarı rahatsız etmez hatta hoşuna bile gider zira muhalefetin içine kendi söylemlerinin eklemlenmesidir bir bakıma. Diğer bir deyişle muhalefet alanının da belli ölçülerde muhafazakarlaşmasıdır. Muhalefetin muhafazakarlaşması daha çok emek siyasetini düşündürür çünkü siyasal iktidar bu yıl 1 Mayıs’ı çok fazla resmi söylemin içine çekti. Her yer süslendi. Bu kadar kabul görmüş bir 1 Mayıs can sıkıcı olabiliyor.
ÜÇ ÇOCUK TALEBİNİN SIRRI
Başbakan kadınlara neden ısrarla ‘3 çocuk doğurun’ diyor?
S. C. Muhafazakar düşünce, kadınların ve erkeklerin rollerinin heteroseksist bir perspektiften dağıtımı konusunda nettir. Kadın ailededir; ailenin içerisinden tanımlanır. İş neoliberal yapılar içerisinde ve neoliberal politika tercihleriyle muhafazakar olmaya geldiğinde biraz daha karmaşıklaşıyor. Bir yandan kadın-erkek fırsat eşitliğine hoşgörü, aynı zamanda muhafazakar değerlerinizi kollamanız ve feministleri ‘marjinal kadınlar’ olarak nitelendirmeniz gerekiyor. Ya da bir yanda ‘esnetilmesi’ gerektiğini iddia ettiğiniz emek piyasasında kadın iş gücünün çok daha karlı sonuçlar doğuracağını biliyorsunuz diğer yandan muhafazakar değerler setiniz kadınların aile içerisinde sabitlenmesini gerektiriyor. Ancak bugünkü şartlar altında bu ikilikten çıkmanız gerekmiyor. Zira ilk örnekte kadın-erkek fırsat eşitliğini hukuksal düzeyde sağlamaya yönelik adımlar atarken diğer yandan sosyal politikaları aile politikalarına dönüştürerek kadınları ve erkekleri heteronormatif aileye bağlı kalmaya ‘teşvik’ edebiliyorsunuz. Ya da ev eksenli çalışma koşullarını ‘bireysel haklar ve özgürlükler’ çerçevesine yerleştirerek hane-iş yeri birlikteliği yaratabiliyorsunuz.