Reklamcılığa başladığım yıllarda bir kadın pedi markası işi geldi. Büyük bir kadın pedi üreticisine önce Türkiye’de, sonra belki başka ülkelerde de kullanılacak bir kadın pedi markası bulacaktık. Pazarlama özetinde yeni çıkacak ürünün emici olduğunun altı çiziliyordu. Aklıma çarpıcı iki marka ismi geldi. Önerdiğim ilk isim “Drakula”ydı. Kırmızı ve dehşetli bir logo yaptıktan sonra altına şu […]
Reklamcılığa başladığım yıllarda bir kadın pedi markası işi geldi. Büyük bir kadın pedi üreticisine önce Türkiye’de, sonra belki başka ülkelerde de kullanılacak bir kadın pedi markası bulacaktık. Pazarlama özetinde yeni çıkacak ürünün emici olduğunun altı çiziliyordu.
Aklıma çarpıcı iki marka ismi geldi. Önerdiğim ilk isim “Drakula”ydı. Kırmızı ve dehşetli bir logo yaptıktan sonra altına şu sloganı yazacaktık: “Dünyaca ünlü kan emici”.
İkinci isim önerim “Kapitalizm”di. Sloganı da: “Sonuna kadar emer”.
Ajansta bir mutluluk meltemi esti. Daha müşteri toplantısına iki hafta vardı ama fikir hemen çıkmıştı. Şimdi geriye bu markalara uygun “ödüllük” reklamlar yapmak kalmıştı.
Birkaç ay önce “AKP Neden Kazanır? CHP Neden Kaybeder?” diye bir kitabım çıktı. Kısa zamanda durum öyle bir hal aldı ki, gelen mesajları yanıtlayamaz oldum. Her yerden, her yaştan, her siyasetten insanlar mektuplar atıyor, sorular soruyor, benimle tanışmak istiyorlardı. Kaç belediye başkanıyla, kaç milletvekiliyle konuştuğumu hatırlamıyorum.
Arayanlardan biri de Mustafa Sarıgül’dü. O güne dek hep bir kuşku rezerviyle izlediğim bu adam, bir açıdan şaşırtıcı, bir açıdan beklendiği gibi bir performansla hayatıma giriverdi. Bürosunda tanışmamızın üzerinden yüz saniye geçmeden, beraberce bir asansörden aşağıya iniyorduk. Daha nereye gittiğimizi anlamadan, kendimi bir hastane ziyaretinde buldum. Biraz kızgınlık, biraz sabırla kenarda beklerken görevliler tarafından çağrıldım ve hasta odalarında tanıtılmaya başlandım. Otuz dakika sonra Galatasaraylı iş ve aşk adamlarının sofrasında yemek yiyordum. Sarıgül’le hiçbir şey konuşamıyor, itiraz edemiyor, müsade isteyip gidemiyordum. Sonunda kendimi bir tür Aziz Nesin hikâyesinin içinde varsayıp gevşedim ve yanımda oturan sahibinden Karaköy Güllüoğlu baklavalarının sırlarını merakla dinlemeye başladım.
İlk izlenimim Sarıgül’ün bir başkan veya bir liderden ziyade “özelkalemlerin kralı” muhteşem bir teşrifat ve tefrişatçı olduğu yönündeydi. Mümkün olan en yüksek sayıda insanın ağarlanması, selamlanması, pohpohlanmısıyla ilgili, sanıldığından çok zor bir mimariyi başarıyla tasarlıyor, dayıyor ve döşüyordu.
Öte yandan hiç kimseyi tam olarak dinlemiyor gibiydi ve göz teması kurduğu insanların sayısı o kadar fazlaydı ki sattığı giysiler doğal olarak “ısmarlama” değil, “konfeksiyon” oluyordu. İlk karşılaştığı bir vatandaş için büyüleyici görülen samimiyet gösterileri, ikinci turda plastik kokusu veriyordu. Popüler söylemle “Bu adamdan bir cacık olur mu?” sorusuna samimi bir yanıt bulamıyordum.
Sonra birden aklıma Drakula ve Kapitalizm isimli kadın pedleri çalışmamızda yaşadığım tecrübe geldi. Reklam ajansında degil, bir parkta geçen basit ama etkileyici tecrübe.
AKP şu anda farketmiyor ama son dönemde siyasetsiz seçmenin yani Selim Türkhanların güvenini sürekli sarsıyor. Kuran dersi, beş yaşında okula başlama, süt dağıtımı beceriksizliği veya “dindar nesil” hayallerinin ağızdan kaçması gibi konular Selim Türkhanları derinden rahatsız ediyor. Selim Türkhanlar rahatsız oldukça, gözleri merkeze değil, dışarıya kayıyor. Şimdilik anketlere yansıyan br tehlike yok, çünkü dışarıda Selim Beylerin tüylerini diken diken eden Kemal Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli’den başka bir seçenek görülmüyor. Bu ikisi orada olduğu sürece AKP bir süre daha ateşle oynayabilir.
Yazılarımı okuyanlar bazen beni anlamıyor. Anlamayanların neredeyse tamamı zaten baştan “anlamamak” üzere okuyanlar. Böyle okuyunca “Olay Rusya’da geçiyor” diye özetlenebilecek Savaş ve Barış yorumlarıyla karşılaşabiliyorum.
Parlamenter sistemle, algı yönetimi imparatorluğuyla, burjuva demokrasisi kavramlarıyla derin problemlerim var. AKP ve CHP’nin ayrılıklarından çok daha uzun benzerlikleri listesi yapabilirim. Sosyalizme inanan bir kişi olarak tüm bu temaşayı bazen gülerek, çoğu zaman da ağlayarak izlerim.
Ama tüm bunlar durumu analiz etmeye çalışmama engel değil. Bir durumu analiz etmek, o durumu kabul etmek anlamına gelmez. Bulutlara bakıp “Yarın dolu yağabilir” dediğimde, “Dolu tarlaları mahveder” diye yanıt almak yorucu. Olguları değiştirmek için çaba harcamak ayrı, veri durumu analiz etmek ayrı. Doluyu yağdıran ben değilim ve doluyu seviyor da değilim.
Bulutlara baktım ve şu sonuca ulaştım: Mustafa Sarıgül yarın CHP’nin başına geçse, CHP yüzde 50 alabilir. Çünkü bu adamda Selim Türkhanları gönülden vuracak bir algı var: “Beceriklilik”… Şişli’deki 19 Mayıs gösterileri bu tezi açıklayacak bir örnek. Tek bir olaydan hareketle genelleme yapılmaz belki ama algı yönetimi bu tip tek tuğlalarla örülen bir duvar. Birkaç gündür gazetelerde göz ucuyla okuduğum bir konuydu. AGOS binasıyla ilgili “bayrak” sorusuna verdiği ölçülü yanıtı ustaca bir “özel kalem” çalışması olarak değerlendirip çok da umursamamıştım.
Sonra gün geldi ve 19 Mayıs’ta neler yapıldığını medyadan izledim. 19 Mayıs törenleriyle ilgili yüzde 1 bile onay almayacak kişisel görüşlerimi bir yana koyup, seçimlerde belirleyici olacak Selim Türkhan gözüyle yorumlar yapayım: Antalya’dan gelen öfkeli ve Selim Türkhan gözüyle tamamen marjinal bulunacak birkaç resim vardı; İzmir’de ise altı milyonluk İzmir bölgesi için bir avuç sayılacak dağınık bir kalabalık… Ülkenin yüzde 26’sını temsil eden bir parti, hiçbir yerde disiplinli varlık gösteremiyor, 19 Mayıs ile ilgili gerçekten organize tek etkinlik İstanbul’un bir ilçesinde yapılıyor. Kitlelerin tüm ülkedeki heyecanı sadece Şişli’de “örgütlü bir gövde gösterisi”ne dönüşebiliyor.
Şişli Belediyesi’nin milyarlarca dolar borcu olabilir. Tüm borçlara rağmen böyle bir organizasyon yapabilen bir belediye, konu 19 Mayıs olsa da olmasa da, Selim Türkhanlar’ın kalbini fetheder. Çünkü Türkiye seçmeninin büyük bölümü sürece değil, sonuca bakar. Şişli’nin 19 Mayıs törenleri, CHP’liler için Atatürkçülük, STP’liler (Selim Türkhan Partililer) için “beceriklilik” gösterisi. İkisini toplasan yüzde 50’yi geçersin. Sarıgül işte bu nedenle kazanır.
Drakula ve Kapitalizm isimli markalarımız için sunum hazırlıkları yaparken yorulduk ve yakınlardaki parkta yürüyüşe çıktık… Aramızdaki kız arkadaş aniden durdu ve karnını tuttu. İçimizdeki tek kadın oydu ve biz “Ne oldu, miden mi ağrıyor?” filan dedik. O sırada yolda yürüyen hiç tanımadığımız bir kadın, bizimkinin yanına geldi ve kırk yıllık arkadaşımızı bizden iyi tanıyormuş gibi kulağına bir şeyler fısıldadı. Sonra beraber bir tuvalete doğru gittiler, biz de orada kalakaldık.
Drakula ve Kapitalizm, yirmili yaşlardaki bir delikanlı olarak benim için harika kadın pedi isimleriydi. Oysa bu ürünü şakacı erkekler değil, regl olmanın türlü zorluklarını yaşayan kadınlar kullanacaktı. Benim fikirlerimin kadınların birbirlerinin kulaklarına fısıldadıkları o sihirli dille ilgisi yoktu.
Bulduğum isim önerileri bana “havalı”, “yaratıcı”, “çok zeki” pozlarını kazandırıyordu. Böyle bir kadın pedi markası çıksa, bir anda alemin en “yaratıcı” insanı olabilir, bir sürü ödüller alabilirdim. Çevresine mavra yapmaktan ibaret bir Beyoğlu solcusu gibi körleşmiş; veri durum analizini tamamen ıskalamıştım: Kadın pedi reklamı yapacaksan, kadın gibi düşünmelisin.
Hepimiz inançlarımıza göre siyasi bir taraf tutuyoruz. Ama siyasal analiz yaparken, kendi inançlarımızı değil, oy kullanan herkesin düşüncelerini dikkate almak gerek. Bir kez böyle bakmayı öğrenince, Sarıgül’ü
n neden kazanacağını, Kılıçdaroğlu’nun neden kaybedeceğini ve durum apaçık ortada olduğu halde Sarıgül’e Ankara’nın kapılarının asla açılmayacağını, sonuçta paradoksal olarak Sarıgül’ün bir kez daha kaybedip, CHP’nin bir muhtarlık kadar küçülse dahi ‘iktidar koltuğunu” terk etmeyeceğini, böylece kendisiyle birlikte, Türkiye’yi de girdaba sürükleyeceğini görebilirsiniz.
Siyasete Selim Türkhan gibi bakarsınız, Alevi kimliğini bir türlü sahiplenmeyen, düne kadar canyoldaşı görülen Gürsel Tekin’i bir kalemde silebilen, vaktiyle kendisini seçen ve seçimle yenmediği lideri Baykal’a bile sırt çeviren veya ülke genelinde disiplinli bir 19 Mayıs direnişi dahi örgütleyemeyen kişiyi asla seçenek olarak göremezsiniz. Bu laflar kahvelerde, evlerde, otobüste, sokakta doğar ve büyür. Gerçekte Kılıçdaroğlu dünyanın en güzel insanı da olsa, tamamen doğruları da savunsa Selim Türkhan’ın bu algısı değişmez.
Oysa CHP’nin elinde büyük bir fırsat var: AKP “beceriklilik” vasfını hızla unutturuyor, Erdoğan üç kez onaylanmanın kibriyle Selim Türkhanların muazzam gücünü küçümsüyor. Böyle bir ortamda Sarıgül, 19 Mayıs gibi becerikli çıkışlarla hem CHP, hem STP turnalarını gözünden vuruyor. Sarıgül’le yüzde 50 hayal değil ama CHP elitinin buna inanması, inansa da onaylaması hayal…
Kemal Bey’in eşi dahi itiraf etmiş; BDP’yi de ekleyerek “Sol oyların en fazla bir iki puan eksiği var” demişti. O halde denilebilir ki, Sarıgül gibi “siyasetsiz oyları da” (buradaki “da” önemli) çeken bir lider olmadıkça tırnak içinde “sol oylar”, AKP’den iktidarı asla alamaz. AKP tek başına iktidar olmaya devam ettikçe de 2023’e gelmeden kapitalizmin gözbebeği Küçük Malezya oluruz. Durum bu kadar açıkken, Kılıçdaroğlu niye kulaklarını tıkıyor?
Siyasette “kesin” diye bir sözcük yoktur ama CHP’den İstanbul Büyükşehir adayı gösterilirse, Sarıgül’ün İstanbul’u alacağı neredeyse tüm araştırma şirketlerine göre kesin. Oysa Sarıgül daha CHP üyesi bile yapılmış değil… Sizce yapısal kaygılar içindeki CHP seçmeni bu hesabı niye sormuyor? CHP adına kesin bir galibiyet ve mutlak bir çözüm gibi görünen bir seçenek neden bağnazca yok sayılıyor? Sarıgül adı anılınca hemen yolsuzluk efsaneleri çıkıyor, peki Kılıçdaroğlu’nun yakın çevresi dervişlerden mi ibaret? Sarıgül denilir denilmez etik itirazlara başlayan CHP yöneticileri kendilerini nerede sanıyorlar? ÖDP’de mi?
Kitabımı “bir dost” imzasıyla yazmıştım. CHP öylesine etkisiz ve odaksız bir muhalefet yapıyor ve o kadar büyük hatalara imza atıyor ki bu dostun söyleyeceği tatlı bir şey pek kalmadı. CHP’nin önünde bir kurultay, sonra yaz tatili, özetle altı aylık bir hakara maraka görülüyor. Ardından yeni anayasa ve erken seçim kaosu bir sürprizmiş gibi ortaya çıkacak. AKP anayasayı, en ufak bir muhalif tehdit endişesi yaşamadan gönül rahatlığıyla hazırlayacak. Meydan bu kadar sahipsiz olduğu için olan yine poşu takan, eylem yapan genç kardeşlerime olacak. Pervasız zebaniler, fütursuz savcılar, şerefsiz yalakalar hırslarını bir kez daha senden, benden çıkaracak.
İyisi mi bu kafayla kadın pedi işine girelim ve kısa yoldan iflas bayrağını çekelim. Mavrası güzel olur, ayrı konu. Jüride bolca eş dost var, ödül bile alabiliriz.