Bir ülkenin futbolu aynı zamanda şiddeti içeriyor olsa dahi, bununla beraber “bir futbol kültürü” olgusundan bahsediliyor oluşu çok ama çok önemlidir. Bu elbette şiddeti onaylamak anlamına gelmemeli ama o şiddet ile o futbol kültürü arasında bir bağlantı kurmayı da zorunlu kılmalı. Bu en azından, şiddetin talepkar oluşunu akla getirir ki, şiddet aynı zamanda toplumsal bir […]
Bir ülkenin futbolu aynı zamanda şiddeti içeriyor olsa dahi, bununla beraber “bir futbol kültürü” olgusundan bahsediliyor oluşu çok ama çok önemlidir. Bu elbette şiddeti onaylamak anlamına gelmemeli ama o şiddet ile o futbol kültürü arasında bir bağlantı kurmayı da zorunlu kılmalı. Bu en azından, şiddetin talepkar oluşunu akla getirir ki, şiddet aynı zamanda toplumsal bir talebin yöntemlerinden birisi olarak ortaya çıkar. Örneğin Latin Amerika’da kuvvetli bir “bir futbol kültürü”nden söz etmek pek ala mümkündür. Böylesine karakteristik ve güzel oynanabilen bir futbolun, Latin halkını yansıtan tüm folklorik özellikleri taşımakta olmasının altında yatan Latin halkının futboldan talebinin bir sonucu değil de nedir? Bu aynı zamanda Latin futbolundaki şiddetin ya da şiddetin futbolunun ne kadar talepkar olduğunun bir göstergesi de değil midir?
“Futbol toplumu” futboldan talepkar olmadıkça sadece futbolun kendisine sunduğu ile yetinir… Bir Latini, bir İspanyolu, bir Almanı sadece onlara sunulan futbol ile yetinmeleri gerektiğine inandıramazsınız.
Daha da önemlisi bir ülkede futbol şiddeti içeriyor olsa dahi, kendine has bazı özellikleri futbola sokmayı da başarabilir… Diğer bir ifade ile antropolojik, sosyolojik, psikolojik, folklorik genetik özelliklerini futbol oyununa olumlu anlamda uyarlayabilir… Çünkü işin doğası da budur. Bu öncelikle Latin Amerika’da, Almanya’da, İngiltere’de, İspanya’da, İtalya’da hep böyle olagelmiştir. Bu kıta ve ülkelerin futbollarına bakınız, halkı oluşturan toplumsal yapılarının izlerinin futbola yansımış olduğunu görürsünüz. Ya da futbollarını farklı bir göz ve akılla analiz ediniz, toplumsal yapılarının nasıl olabileceğini de tahayyül edebilirsiniz. Böyle olduğu içindir ki, bırakınız kıtaları ülkelere özgü futbol ekolleri yaratılmıştır…
Farkındaysanız Türkiye’de futbola kendinden bir şey katma çabası da yoktur… En azından toplumsal yapımızı yansıtacak bir özelliği futbola yansıtamamışızdır. Türkiye’de oynanan futbol genel olarak bu açıdan analiz edildiğinde, Türkiye’nin toplumsal yapısına özgü bir değerlendirme ve bir hipotez kurma olanağı yok gibidir. Türkiye de oynanan bir futbol vardır elbet, ama bu futbolun yukarıda adı geçen ülkeler ile kıyaslandığında bir kişiliği ne yazık ki yoktur… Türkiye’deki futbol derme çatma bir futboldur. Genel olarak bir iskelet kurgusu (oyun anlayışı/oyun felsefesi) olmayan bir futboldur. Buna bir anlamda “omurgasız futbol” da diyebilirsiniz. Futbol için şiddeti göze alanlar bunu görmüyorlar mı? Ya da görüyorlar da şiddetlerini talepkar mı kılamıyorlar?
Oysa bir şeye/bir olguya ait şiddet o şeye kendinden bir şey katma meselesi ve talebidir de aynı zamanda… Türkiye’deki futbol şiddeti ise, futbola bir şey katma içeriğinden ve amacından yoksun, belli bir talebi olmayan, aptalca bir histeri davranışının kitleselleşme çabası olarak vardır. Bu kitleselleşmenin içinde daha çok aidiyet temelinde hareket etmeye çalışan kendini ifade etme, biraz olsun değer görme isteği yatar ki, hastalıklı bireylerin ruh halinin kalabalıklaşmasından öte bir şey değildir… Doğal olarak bu durumda şiddetin futbolu ise, sahada ne yaptığı belirsiz, sadece yenmek için koşullanmış, seyir zevki oluşturacak kaliteli oyun yerine, taraftarındaki anlamsız ve amaçsız futbol şiddetine yaslanmış iki perdelik kötü yazılmış ve kötü oynanmış trajediden öteye gidemeyen bir gerçekliktir.
İsmail Topkaya
Beden Eğitimi, Oyun ve Spor Eğitimcisi