Bu iyimser bir yazı. İyimser olmam için “subjektif” nedenim çok; ama ben ikisini yazacağım: 1989’dan itibaren katıldığım 1 Mayıs Taksim mücadelelerinin ürününü aldığımızı “görmek” başlı başına bir büyük mutluluk. Çeyrek yüzyıl boyunca canımızı dişimize takarak verdiğimiz mücadelenin eksiksiz, tam bir başarı ile tamamlanması, bu mücadele boyunca yaşamlarını, sağlıklarını, özgürlüklerini, işlerini feda eden arkadaşlarımıza olan büyük […]
Bu iyimser bir yazı.
İyimser olmam için “subjektif” nedenim çok; ama ben ikisini yazacağım:
1989’dan itibaren katıldığım 1 Mayıs Taksim mücadelelerinin ürününü aldığımızı “görmek” başlı başına bir büyük mutluluk. Çeyrek yüzyıl boyunca canımızı dişimize takarak verdiğimiz mücadelenin eksiksiz, tam bir başarı ile tamamlanması, bu mücadele boyunca yaşamlarını, sağlıklarını, özgürlüklerini, işlerini feda eden arkadaşlarımıza olan büyük borcumuzu birgün “ödeyebileceğimiz” umudunu yarattı bende.
1996 1 Mayıs’ındaki 100-150 kişilik “küçük ama devrimciliğe inat etmiş” Halkevleri kortejinden bugünkü kitlesel, disiplinli, ne yaptığını bilen ve en önemlisi bir “halk direnişi örgütü”nü somutlaştıran Halkevleri kortejine ulaşmış olmak da bir o kadar mutluluk vericiydi. 1996’daki 100-150 kişilik topluluktan çok arkadaşım oradaydı; bir çoğuyla kucaklaşmaya fırsat bulabildim, ama hepimizi kuşatan genç ve “diri” militan ortamında açıkçası eski 1 Mayıs’lardaki gibi “hasbıhal etme” fırsatı bulamamış olmaktan hiç mi hiç üzüntü duymadım.
İyimser olmamın objektif sebepleri de çok; yazabileceğim kadarını sırılamaya çalışayım:
Her şeyden önce “Taksim 1 Mayıs’ının” ilerici emek örgütleri ve sosyalistlerin eseri ve mevzisi olduğu bu 1 Mayıs’la tescil edildi. Önceki yıl, bizim kanımız ve terimizle Taksim’e kurdurduğumuz 1 Mayıs kürsüsüne tam bir yüzsüzlükle kurulmaya çalışan Kumlu, Uslu ve saz arkadaşları, geçen yılın direniş sembolü Tekel işçileri tarafından kürsüden kovulduğunda bunun böyle bir tarihsel sonuca yol açacağını doğrusu hissetmiştim ama bu takımın yüzünün “manda gönünden” olduğunu bildiğim için, aynı şeyi daha sonra tekrar deneyeceklerini düşünüp “erken konuşmaktan” kaçınmıştım. Meğer o gün “işçi tokadı” manda gönünü de delmiş. Türk-İş’in, Hak-İş’in ve kuyruklarının önce İzmir’e hallenip sonra soluğu Bursa’da Tandoğan’da alacak kadar “kaçacak delik aramaları” doğrusu insanı pek bir hoşnut ediyor. (EMEP’li arkadaşlarımın ve onlar gibi düşünenlerin, “işçi sınıfı saflarının bölünmesinden hoşnut olunmamalı” yollu “ayıplamalarına” hedef olmak dahi bu mutluluğumu gölgeleyemez inanın.)
Arkasına aldığı %50’lik (%65’e kadar da yolu var!) sağ seçmen desteğine güvenip, ortalığı kasıp kavuran AKP’ye karşı direnme kararlılığının bu denli güçlü bir biçimde dışa vurmuş olması, içimdeki “ya direnemezsek” kuşkusunu alıp götürdü, yerine 1 Mayıs marşının “gün gelir, zorbalar kalmaz gider, devrimin şanlı yolunda bir kağıt gibi erir gider” dizelerini dilime “pelesenk” etti.
Nasıl etmesin ki? Türkiye’de 100’ün üzerinde farklı merkezde 1 Mayıs kutlanıyor, birkaç örgüt ve sendikanın dışında Taksim’e neredeyse yalnızca İstanbul geliyor ve geçen yıla göre katılım %30-40 artıyor. Katılanların önemlice bir kısmı, 1 Mayıs’ın cazibesiyle alana akan “bağımsız” unsurlardan oluşuyor. AKP’ye karşı direniş eğiliminin solun önüne nasıl büyük bir politik ve toplumsal örgütlenme-mücadele alanı açtığını kör olsanız dahi gördürecek bir tablo.
Ve derdi olan herkesin “politikleştiğini” görmek… Bazı arkadaşlarım “AKP karşıtlığı kitlenin sloganlarında fazlaca yoktu” deme gafletinde bulunduğunda, peki bu “Faşizme karşı omuz omuza” sloganının canlılığı, faşizme karşı mücadele sloganlarının bütün alana dalga dalga yayılması ne oluyor diye biraz da kızgınlıkla soruvermem…
Sonra, 1 Mayıs kürsüsünden Hernepeş söylenirken CHP ve Türk bayraklarının tempo tuttuğunu görmüş olmam içimde bir başka havai fişeği patlattı. “1 Mayıs kürsüsü” ile “Jibo ala rengi”nin bir araya gelişi bir güzel renk topu, “artık geri dönülmez bir biçimde ırkçı oldular” denilen CHP tabanının, direksiyon merkezden birazcık sola doğru kırılınca sosyalizmin hegemonyasına girmekte gösterdikleri bu “heves” bir başka güzellikti.
Ve Taksim 1 Mayıs meydanının coşkusunu yaşarken, kulağımı hep verdiğim Diyarbakır 1 Mayıs’ının coşku dolu bir kitleyle kutlandığını duymam; 1 Mayıs’ı Newrozlaştırma iradesinin başta Aysel Tuğluk olmak üzere Diyarbakır’daki tüm Yurtsever Emekçi sözcüleri tarafından dile getirildiğini öğrenmemle Diyarbakır da Taksim’e geldi ki, artık değmeyin keyfime…
Dedim ya bu iyimser bir yazı.
Arkama yaslandım mırıldanıyorum: Yaptık, eyi oldu…