Anlaşılmıştır ki bundan sonra Taksim; emekçiler, devrimciler tarafından 1 Mayıs alanı olarak kazanılmasıyla birlikte her yıl giderek artan bir biçimde çok daha çoşkulu çok daha kitlesel kutlamaların, protestoların alanı olmaya devam edecek. Bu yıl sadece Taksim değil, ülkedeki tüm 1 Mayıs gösterileri (bu yıl 110 noktada) geçmişte gerçekleştirilenlere göre çok daha kitleseldi. Bu “başarı”da en […]
Anlaşılmıştır ki bundan sonra Taksim; emekçiler, devrimciler tarafından 1 Mayıs alanı olarak kazanılmasıyla birlikte her yıl giderek artan bir biçimde çok daha çoşkulu çok daha kitlesel kutlamaların, protestoların alanı olmaya devam edecek.
Bu yıl sadece Taksim değil, ülkedeki tüm 1 Mayıs gösterileri (bu yıl 110 noktada) geçmişte gerçekleştirilenlere göre çok daha kitleseldi. Bu “başarı”da en önemli pay sahibi kuşkusuz AKP’dir. AKP’nin emekçiyi güvencesizleştiren, örgütsüzleştiren politikalarıdır, emeği değersizleştiren saldırılarıdır. Bugün işsizlik yüzde10’un üzerindedir, bugün asgari ücret açlık sınırının altındadır, bugün emekçilerin yüzde 90’ı sendika üyesi değildir, yüzde 46’sının sosyal güvencesi yoktur. Ülke taşeron cumhuriyetine dönüştürülmüştür. Bunlar yetmiyormuş gibi AKP’nin emeğe, emekçiye yeni saldırı planları sırada bekliyor: Kıdem tazminatının kaldırılması, özel istihdam bürolarının yasallaşması, bölgesel asgari ücret, TMMOB ve TTB’nin etkisizleştirilmesi, özelleştirmelere dava açılamaması, çocuk işçiliğinin yaygınlaştırılması…
AKP’nin kitleleri alanlara döken “başarı”sının nedenleri sadece bunlar değil! 5 binin üzerinde Kürt siyasetçi hapishanede, 100’ün üzerinde gazeteci hapishanede, 1000’e yakın öğrenci hapishanede. Basın özgürlüğü konusunda Türkiye 148’inci sırada yer alıyor (2002’de 100’üncüydü). Ayrıca Sivas davasının zaman aşımına uğratılmasını ve 1977 1 Mayıs katliamı kaşısındaki karartma çabasını da AKP’nin “başarı”larına eklemek gerek.
AKP’nin sanata, sanatçıya olan düşmanlığı ise tüm patavatsızlığıyla devam ediyor. Tiyatroları özelleştireceklerini söyleyen Tayyip Erdoğan, “Hem maaş alıp hem eleştiremezsin” diyor. Erdoğan’ın, maaşına göz diktiği tiyatro çalışanı sayısı ülke genelinde 1300, ancak AKP’nin borazanlığını yapan TRT’nin çalışan sayısı 8000 (onlar eleştirmedikleri müddetçe maaş almaya devam edebilirler). Bu arada tiyatrocuların durumu ibret alınmalıdır, AKP zihniyetine, uygulamalarına karşı çıkmak için ille de sıranın kendilerine gelmesini beklemek mi gerekiyor?
Bilindiği gibi AKP’nin emek ve emekçi düşmanlığının simgeleştiği şahsiyet Tayyip Erdoğan’dır. Ve Tayyip Erdoğan bu 1 Mayıs’ta da çalışanların bayramını kutladı: “‘İnsanı yücelt ki devlet yücelsin’ anlayışını benimsemek suretiyle, emekçilerimizin sorunlarını kendi meselemiz olarak gördük” (Şecaat arz ederken sirkatin söylüyor). Tayyip Erdoğan’ın da insanı neden sevdiğini anlamış olduk. Bu aslında yeni değil, hatırlanacağı gibi kendisi her fırsatta “Bizim ilkemiz: Yaratılanı severiz yaratandan ötürü…” der durur (ateist olsa idi kesin seri katil olurdu). Bu ülkenin sağcılarının anlamadığı: Emekçi dünyayı yaratan olduğu için sevilir, saygı duyulur oysa.
Bu yılki 1 Mayıs için birkaç önemli yenilikten söz edilebilir. İlki, iki yıl sonra DİSK-Türk-İş-Hak-İş bloğunun parçalanmasıdır. DİSK ve KESK İstanbul’da ve Türkiye’nin her yerinde, Hak-İş ve Memur-Sen Çalışma Bakanı’nın katılımıyla(!) Ankara’da, Türk-İş ve Türk Kamu-Sen Bursa’da idi. Bu ayrışmayı ortaya çıkartan ise DİSK’in ya da KESK’in sınıf siyasetleri değil, bizzat AKP manipülasyonu altındaki Türk-İş ve Hak-İş’in tezgahıdır. AKP, 1 Mayıs’a giden süreci çok iyi örgütledi. Türk-İş aracılığı ile DİSK’i uzun bir süre bekletti, oyaladı, hareketsiz bıraktı. Öyle ki 1 Mayıs’a bir hafta kalana dek DİSK, hala bildirisini ve afişini çıkartmamıştı. KESK’in de son güne kadar neredeyse hiçbir özel hazırlığı olmadı. Böylece 1 Mayıs’ın kent ve ülke gündemini belirlemesi uzun süre engellenmiş oldu (Bu arada DİSK’in bu yılki 1 Mayıs’a yüklediği özel politik anlamı bilen var mı?). Türk-İş’in başını çektiği bloğun ayrı miting yapma kararının gerekçesi ise gayet politik: Ortak metinde AKP’nin eleştirilmesinden yana olmamak.
1 Mayıs’ın ortaya çıkardığı dikkat çekici bir gelişme de genel merkezi sıkı sıkıya AKP’ye bağlanan Türk-İş içindeki çözülme eğiliminin güçlenmesiydi. Taksim’in kazanılması sürecinde Türk-İş içindeki mücadeleci sendikalar, genel merkezin inisiyatifine karşı koyamayarak Taksim mücadelesini kırmak için düzenlenen ayrı eylemlere katılmıştı. Ancak bu 1 Mayıs’ta genel merkezin Bursa kararına karşı Sendikal Güç Birliği Platformu’nu (SGBP) oluşturan 10 Türk-İş sendikası Taksim’e geldi. Ayrışma SGBP ile sınırlı kalmadı ve Yol-İş, Selüloz-İş, Haber-İş de ayrı kortejlerle Taksim’e geldi.
AKP, 1 Mayıs’ın resmi ismini “emek ve dayanışma” olarak belirlese de Ankara Tandoğan’da örgütlediği ikinci 1 Mayıs gösterisiyle dayanışmadan ne anladığını gösterdi. Böylece AKP’li Çalışma Bakanı Faruk Çelik, Hak-İş ve Memur-Sen tarafından Tandoğan’da yapılan çakma 1 Mayıs’ta konuşma fırsatı yakaladı. Ve bu durum AKPlilerce, “35 yıl sonra 1 Mayıs gösterisinde konuşan tek bakan” propagandasının servis edilmesini sağladı.
Bu yılki ikinci önemli yenilik ise “anti-kapitalist müslüman genç” adlı grubun Fatih Camisi’nde hayatlarını kaybeden işçiler için gıyabi cenaze namazı kılıp, kortej oluşturup bir süre yürüdükten sonra HAS Parti saflarına katılarak Taksim’deki 1 Mayıs gösterisine gelmeleri oldu. Bu “yenilik” gerek bütün medya kuruluşları tarafından gerekse de başta liberaller olmak üzere birçok sol grup tarafından övgüye mazhar bulundu. 1 Mayıs kürsüsünden neredeyse on defa isimleri anıldı. Hatta bu topluluğa “devrimci İslamcılar”, “sosyalist islamcılar” yakıştırmaları yapanlar oldu/olmakta (Radikal yazarı Koray Çalışkan bu durumu “siyasi devrim” olarak tanımlıyor). Bazı haber kanalları “İnşallah Sosyalizm Gelecek” pankartı taşıdıklarını bile haber olarak geçtiler. AKP iktidarından yılmış bir topluluğun ruh hali düşünüldüğünde bu yaklaşım/yakıştırma anlaşılabilir elbette. Ancak gerçek durum bu değil. Bu grubun, anlaşıldığı kadarı ile biraz sözcüsü, biraz örgütleyicisi olan İhsan Eliaçık Taksim alanından katıldığı canlı yayında düzeltmeyi yaptı: “‘İnşallah sosyalizm gelecek’ yazan ne bir pankart var ne de böyle bir düşünce var, İslam gelirse sosyalizme gerek kalmayacak, sosyalizm de olmayacak”.
Her şeye rağmen, yani 40 küsur yıllık Milli Görüş geleneğine, 10 yıllık AKP iktidarına rağmen gecikmiş bir adım da olsa İslamcıların içinden, var olan İslami uygulamaları eleştiren birilerinin “siyasi bir topluluk” oluşturması, değerlendirilmesi gereken bir konudur. Mehmet Elkatmış, Mehmet Bekaroğlu, Numan Kurtulmuş, İhsan Eliaçık gibi şimdiye kadar kişilerle temsil edilen İslam’ın insancıl, eşitlikçi, adil olduğu vurgularını sahiplenerek oluşturulmaya çalışılan bir siyasi muhalefet henüz yolun daha çok başında. Asıl yapması gereken de rüştünü sol içinde değil, AKP iktidarına karşı kanıtlaması (Bunun için de radikal kopuşlar gerekli, HAS Parti’nin referandumdaki “evet” tavrı, AKP’den radikal kopuşu sağlar mı?).
Çoğu solcu için durum biraz daha karmaşık! İdeolojik çelişkileri görmezden gelmek bir yana tam bir taktiksel hata yapmaktalar. Bu tür “arkadaşlar”ı sol platformlarda tutmaya çalışmak, AKP iktidarını zayıflatmaya değil, AKP kitlesi içinde bu “arkadaşlar”ı zayıflatmaya yol açmaktadır. Bırakınız, bu “arkadaşlar” fikirlerini solculara propaganda etmesin, gitsinler AKP’lilere propaganda etsinler. Taksim 1 Mayıs’ına gelmektense Hak-İş’in 1 Mayıs’ı
na gitsinler (Nasrettin Hoca’nın deyişiyle onlar yüzüğü bodrumda kaybettiler, gidip orada arasınlar).
Bu yılki bir diğer yenilik ise Diyarbakır’da geçtiğimiz yıllarda Dağkapı Meydanı’nda ortak basın açıklamalarıyla kutlanan 1 Mayıs’ın, bu yıl İstasyon Meydanı’nda (32 yıl aradan sonra) miting olarak düzenlenmesi oldu. Ezilen Kürt halkının ulus kimliğinin yanında emekçi kimliğinin de öne çıkartılması bakımından kuşkusuz önemli adımlardan biri. Hareketin önde gelen Selahattin Demirtaş ve Aysel Tuğluk gibi önemli sözcülerinin “Newroz ruhuyla 1 Mayıs’a gitme”, “1 Mayıs’ı Newrozlaştırma” şeklindeki açıklamalarının alanda karşılığını bulması umut verici bir gelişmedir.
Tüm bunlara rağmen 1 Mayıs günü, 365 gün içinde sadece biri. AKP, bu günü boş geçirmiş olabilir ancak kalan 364 günde emeğe, emekçilere, halka karşı saldırılarına devam etti, devam edecek. 21 Mayıs’ta kamu çalışanlarının toplu görüşmeleri başlıyor. Meclis gündemi, neoliberal yasa tasarılarını tüm hızıyla geçirmek üzere oluşturulmuş durumda. Bu hafta, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı (Kentsel Dönüşüm) görüşülecek. Üçüncü yargı paketi sırada, Şubat’tan beri bekliyor. Ve Anayasa Uzlaşma Komisyonu yeni anayasanın yazımına başlıyor. AKP’nin artık yeni ve başat bir gündemi daha oldu. Gündem saptırmak, değiştirmek istediği her durumda yeni anayasanın olası maddeleri tartışma yaratacak.
Ve eğitim. Ucube bakan Dinçer, ucubeliklerine devam ediyor. “4+4+4 Yasası” gibi bir ucubeyle ülke çocuklarının tüm geleceğini belirleme hakkının kendine vahiy yoluyla geldiğini sanan bu şahsiyet, pervasız saldırılarına devam ediyor, devam edecek. 19 Mayıs gösterilerini yeniden düzenleyen yönetmeliğinin Danıştay tarafından iptal edilmesine çok hiddetlendi. Tayyip Erdoğan’ı da arkasına alarak, bu kez, tüm bayramları kapsayacak yeni bir yönetmelik çıkaracağını açıkladı. Aklı sıra eğitim yasasını halleden bu ucube şahsiyet, şimdi kafayı yönetmeliklere takmış durumda. “Ortaöğretim Yönetmelik Taslağını” da sözüm ona tartışmaya açmış durumda. Bu taslağa göre, Anadolu Lisesi’nde okuyan öğrencilerin Anadolu İmam Hatip Liseleri’ne geçişi kolaylaştırılıyor. Ayrıca seçmeli bir dersin öğretime açılması için en az 10 öğrenci tarafından seçilme şartı taslakta 8 öğrenciye indiriliyor. Böylece “4+4+4 yasasında” düzenlenen seçmeli “Kuran-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin Hayatı” derslerinin açılması için 8 öğrencinin başvuru yapması yeterli olacak. 20 gün olan özürsüz devamsızlıktan kalma süresi 45 güne çıkarılıyor. Ders geçmeler daha kolaylaştırılıyor. Ve eski yönetmelikte yer alan “öğrenciyken evlenenlerin kaydı silinir” ibaresinin kaldırılıyor (Ortaöğretimde okurken evlenen erkek çocukların oranı ile kız çocuklarının oranı kaçtır, acaba?).
Kısaca bu taslak, ucube bakan Dinçer’in amaçlarını nasıl uygulamaya koymak istediğinin daniskası; Gerici, Özelleştirmeci ve Kadın Düşmanı.
İktidarın hesaplarına rağmen 1 Mayıs’lar karanlığa meydan okuyan azımsanamaz bir toplumsal güce işaret ediyor. Ve her doğan gün, karanlığa meydan okuyanlar için mücadelenin yeniden başladığının habercisidir, umududur.