Başbakanın sezaryene karşı olduğunu ve kürtajı cinayet olarak gördüğünü açıklamasına kadın örgütlerinin ardından sağlık örgütlerinden de tepki geldi. 8 sağlık örgütü İstanbul Tabip Odası’nda ortak bir basın toplantısı düzenleyerek kürtajın anne ölümlerini azaltan yasal bir hak olduğunu hatırlattı. TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu ise yayımladığı açıklama ile “Kadınlar devlete değil, kendilerine aittir! Kürtaj […]
Başbakanın sezaryene karşı olduğunu ve kürtajı cinayet olarak gördüğünü açıklamasına kadın örgütlerinin ardından sağlık örgütlerinden de tepki geldi. 8 sağlık örgütü İstanbul Tabip Odası’nda ortak bir basın toplantısı düzenleyerek kürtajın anne ölümlerini azaltan yasal bir hak olduğunu hatırlattı. TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu ise yayımladığı açıklama ile “Kadınlar devlete değil, kendilerine aittir! Kürtaj hakkı kadınların yaşam hakkıdır!” dedi
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, kadının emeğin yeniden üretimindeki rolünü pekiştiren neoliberal muhafazakar anlayışının bir sonucu olarak sezaryen ve kürtaj ile ilgili açıklamalarına kadın örgütlerinin ardından sağlık örgütlerinden de tepki geldi. Türk Tabipleri Birliği, Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği, Türk Jinekolojik Onkoloji Derneği, Türkiye Maternal Fetal Tıp ve Perinatoloji Derneği, Türk Ürojinekoloji ve Pelvik Rekonstrüktif Cerrahi Derneği, Türk Perinatoloji Derneği, Üreme Sağlığı ve İnfertilite Derneği ile Üreme Tıbbı Derneği tarafından yapılan açıklamada sezaryene karşı olduğunu, kürtajı ise cinayet olarak gördüğünü söyleyen Erdoğan’a kürtajın anne ölümlerini azaltan yasak bir hak olduğu hatırlatıldı.
Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği İstanbul Şube Başkanı Prof.Dr. Atıl Yüksel tarafından yapılan basın açıklamasında sezaryen ve kürtajla ilgili bilgilendirmeler yapıldı. Türkiye’de yüzde 45 olan sezaryen oranının dünyada yüzde 25.7 oranında olduğunu belirten Yüksel, Dünya Sağlık Örgütü tarafından yüzde 15 olması önerilen oranın tutturulamadığını belirtti.
Tıbbi gereklilik halinde anne ve bebek yaşamını kurtarıcı bir operasyon ola sezaryenin teknik sorunlar, ilerlemiş anne yaşı, doğum korkusu, makat gelişleri ve anne isteği ile gerçekleştiğini ifade eden Yüksel, oranın düşürülmesinin şu yollarla gerçekleşebileceğini açıkladı: “Ebe doğumlarının artırılması, gebe okullarının yaygınlaştırılması, medya kampanyaları, ağrısız doğumun yaygınlaşması ve hekimin korkularının azaltılmasına yönelik çalışmalar”.
‘Kadın doğum doktorları risk altında’
Bebek kayıplarında ailelerin kadın doğum doktorlarına yönelik açtığı davaların son yıllarda arttığına dikkat çeken Yüksel, hekimi koruyacak yasal önlemlerin alınmasını talep etti. Yüksel, başbakanın açıklamasından sonra ailelerin normal doğumda ısrar edebileceğini, bunun da anne ve çocuk sağlığını tehlikeye atabileceğini dile getirdi.
‘Kürtaj yasal değilse, artan anne ölümleri’
Kürtaj ile ilgili bilgi vererek açıklamasını sürdüren Atıl Yüksel, kürtajın yasalarla kısıtandığı ülkelerde anne ölüm oranlarının arttığını vurguladı. Türkiye’de 1983’ten bu yana Nüfus Planlaması Kanunu’na göre yapılan kürtajın, 10 haftaya kadar gebeliklerde isteğe bağlı olarak yapılabildiğini açıkladı.
Kürtaj hakkından önce köşede bucakta bilgisiz kimselerce gebeliğin sonlandırıldığını hatırlatan Yüksel, kanun sonrasında güvenli olmayan ortamlarda yapılan düşüklerin ve anne ölümlerinin azaldığını söyledi. Yüksel, “Ancak sosyal ve ekonomik açıdan uygun olmayanların, yasaların onlara verdiği hakka dayanarak kürtaj yaptırmasının cinayet olarak nitelendirilmesi bizi rahatsız etti” dedi.
‘Kürtaj hakkı kadınların yaşam hakkıdır’
Başbakanın sarf ettiği sözler ile ilgili bir açıklama da Türk Tabipleri Birliği Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu’ndan geldi.
Yapılan açıklama şöyle:
KADINLAR DEVLETE DEĞİL, KENDİLERİNE AİTTİR KÜRTAJ HAKKI KADINLARIN YAŞAM HAKKIDIR! AKP’nin kadın düşmanlığı politikalarının son göstergesi, kürtaj hakkının budanması girişimi olarak somutlandı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Nüfus ve Kalkınma Konferansı Eylem Programı’nın uygulanmasına ilişkin 2012 Uluslararası Parlamenterler Konferansı kapanış oturumunda yaptığı konuşmada “Sezaryenle doğuma karşıyım. Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum” dedi. Bununla da yetinmeyerek, “Sezeryan ve kürtaja karşıyım. Bunu söylediğimde bana karşı çıkan basın mensupları, yatıyorsunuz kalkıyorsunuz Uludere diyorsunuz! Ben de diyorum ki, her kürtaj bir Uludere’dir!” diye buyurdu. Kadınların kaç çocuk doğuracaklarını, nasıl doğuracaklarını belirlemeye kadar varmış olan baskılar, kadın mücadelesinin tüm kazanımlarına uzanacak gibi görünmektedir. Bu açıklama; “en az üç çocuk doğurun, o da yetmez beş çocuk” çağrısıyla kadınları eve kapatmaya yönelik dayatmanın, gerekirse kürtaj yasağı ile ve zor yoluyla uygulanmak istediğinin de göstergesidir. Failleri hala bulunmamış olan Uludere ile kürtaj arasında benzerlik kurulması, hem Uludere’de yakınlarını kaybetmiş olanların üzüntüsüne aldırmamak, hem de hedef saptırmak anlamını taşımaktadır. Bu iki durum arasında fark görememek mümkün değildir. Kadınlarla erkeklerin eşit olmadığına inanan, bunu her fırsatta dile getiren iktidarın amacı, kadınları aile içinde ikincil konuma hapsetmek, sermayeye ucuz, güvencesiz işgücü oluşturmak, boğaz tokluğuna çalışacak binlerce işsiz yaratmaktır. Gereğinde savaşa sürülecek askerler olarak hazırlanacak işsizler ordusunun iyi bir eğitim sistemine ihtiyacı olmayacağı, eğitim sistemindeki değişikliklerle ortaya konmuştur. Tüm dünyada nüfus politikaları ataerkil kapitalist sistemin ihtiyaçlarına uygun biçimde kadın bedenleri üzerinden, kadın cinselliği ve doğurganlığı denetlenerek sürdürülür. Tarih boyunca erkek egemenliğinin tahakküm nesnesi kadın bedeni olmuştur. Kadınların doğurganlıklarını kontrol altına almak, ailede her zaman cinsiyetçi iş bölümü, hiyerarşi ve baskıyı gerekli kılmıştır. Kadınların ev içinde harcadıkları karşılıksız emek, hem erkek egemenliği, hem sermaye açısından gerekli olduğu kadar, doğurganlıklarının kontrolü de nüfus politikalarının vazgeçilmez aracıdır. Nüfusu azaltma veya arttırma politikaları kürtajın yasal olması ya da kısıtlanması politikalarıyla paralellik taşımaktadır. Uluslararası hukukta tanınmış tüm haklar, kişinin tam ve sağlıklı olarak dünyaya gelmesi ile başlar. Kadınların kendi varlıklarını koruma ve özgürce sürdürme hakkı, potansiyel (henüz oluşmamış) haklara göre daha üstündür. Kürtaj hakkı; kadınların kendi bedenleri ve doğurganlıkları üzerinde söz sahibi olmasının ayrılmaz bir parçasıdır. Gebelikte ve doğumda bedensel riskleri üstlenenler, doğumla birlikte hayatları sonsuza dek değişecek olan kadınlardır. Hamileliğin bedenlerinde sürmesi bir yana, çocuk bakımı da cinsiyetçi iş bölümü gereği karşılıksız bir görev olarak kadınlara verilmiş durumdadır. Sağlıkta Dönüşüm Programı ile sağlığın bir hak olmaktan çıkarılıp ücret karşılığı elde edildiği, bireysel bir sorumluluğa dönüştürüldüğü ülkemizde, kadınların sağlık, iş, barınma güvencelerinin yetersizliğini görmezden gelerek kürtaj hakkına kısıtlama getirilmesi hem kadınların, hem bebeğin sağlığını ve geleceğini ataerkil kapitalizmin çıkarları için feda etmek demektir. Sağlıkta Dönüşüm Programı ile yapılan düzenlemeler, kadınların gebeliği önleme hizmetlerine ulaşmasını ve kürtaj hakkından yararlanmasını güçleştirmektedir. Daha önce bu hizmetlerin verildiği AÇSAP (Aile ve Çocuk Sağlığı Poliklinikleri) ve TSM (Toplum Sağlığı Merkezleri) sayıca azaltılmıştır. Sağlığın ticarileştirilmesi sonucu hastanelerdeki aile planlaması hiz Kürtajın yasal süresi, pek çok ülkede 12 hafta iken Türkiye’de 10 haftadır. Ne var ki, sağlık kuruluşları fiili olarak kürtajı sekiz haftaya kadar yapmakta ve yasal hak açıkça devletin sağlık hizmetleri kanalı ile ihlal edilmektedir. Uzun süredir fiilen yürürlükte olan kürtaj hakkı gaspının, önümüzdeki süreçte bir yasaklamaya dönüşmesinden endişe duymaktayız. Sezaryen ise bir doğum yöntemidir. Doğumun ne yolla yapılacağı annenin ve çocuğun sağlığı göz önünde tutularak planlanır. Bu konuda devletin müdahalesi abesle iştigaldir. Başbakanın değerlendirmesi ise bilimsel olmaktan uzaktır. Bugün dünyada her yıl yaklaşık 46 milyon kürtaj yapıldığı, bunun yarısının yasal olamayan kürtajlar olduğunu, bunların üçte ikisinin ise uygun olmayan koşullarda yapıldığını biliyoruz. Gebeliğe bağlı ölüm oranlarında güvensiz koşullarda yapılan kürtajın etkisi ilk sıradadır. Suç olan kürtaj değil, kadınların hayatlarını riske atacak tehlikelere zorlamaktır. Kürtaja sınırlama getirmek, erkek egemenliğinin, AKP’nin muhafazakar politikaları yoluyla ev içinde kadın emeği üzerindeki baskıları arttıracağını, kadınların emeklerine el konmasının yanında, bedenlerine de el konarak kadın düşmanlığını katmerlendireceğini göstermektedir. Kürtaj hakkı erkeğin /devletin kadın bedeni üzerindeki vesayetinin kaldırılması hakkıdır. Doğum kontrol yöntemleri pahalıdır, ucuz yöntemler ise, kadınların sağlık hakkını ve yaşama hakkını riske atmaktadır. Bu nedenle, daha yüksek standartlarda doğum kontrol yöntemlerine tüm kadınların ücretsiz ve kolay erişimi sağlanmalıdır. Kürtajın yasal bir hak, bir seçim özgürlüğü olarak savunulması kadar, sosyal bir hak olarak savunulması da yaşamsaldır. Çünkü kadınlar için özgür, ücretsiz, ulaşılabilir, yasal bir kürtaj hakkı aynı zamanda yaşam hakkıdır. Kadınlar devlete değil, kendilerine aittir! TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ |
Sendika.Org