2012 yılı için Orta Vadeli Plan’da öngörülen yüzde 4’lük büyüme son dönemde sıkça yapılan “yumuşak iniş” tartışmalarının temelini oluşturuyor. 2011 yılında yaşanan yüzde 8,5’lik rekor büyümenin ardından gelecek bir sert ekonomik yavaşlama AKP’nin “ekonomiyi iyi götürüyorlar” imajını sarsacaktı. O yüzden AKP’nin ekonomi bakanları ve bürokratları tüm dikkatlerini ekonomide yaşanacak muhtemel yavaşlamayı “nasıl en hafif hale […]
2012 yılı için Orta Vadeli Plan’da öngörülen yüzde 4’lük büyüme son dönemde sıkça yapılan “yumuşak iniş” tartışmalarının temelini oluşturuyor. 2011 yılında yaşanan yüzde 8,5’lik rekor büyümenin ardından gelecek bir sert ekonomik yavaşlama AKP’nin “ekonomiyi iyi götürüyorlar” imajını sarsacaktı. O yüzden AKP’nin ekonomi bakanları ve bürokratları tüm dikkatlerini ekonomide yaşanacak muhtemel yavaşlamayı “nasıl en hafif hale getiririz” noktasında topladılar. Bu doğrultuda sürekli yazılan, çizilen ve söylenen “cari açık tehlike çanları çalıyor” ezberine yönelik önlemler planladılar. Zaten büyümenin azalması ithalatı azaltacak ve cari açık ezberini muhalefetin ağzından alacaktı. Nisan’da açıklanan sermaye için teşvik paketi de bu yönde atılmış önemli bir adımdı. 2012 yılı için, ekonominin baz etkisinden dolayı 2011 yılına göre daha düşük bir büyüme hızına sahip olunacağı biliniyordu. Ayrıca dünya ekonomisinde yaşanan krizin henüz çözülmemiş olmasından dolayı sermaye girişlerinde yaşanacak muhtemel yavaşlama ve dış ticaret pazarının yarısına yakınını oluşturan Avrupa’daki kötü vaziyet ihracat performansını olumsuz etkileyebilecekti.
İlk çeyrek verileri “Yumuşak İniş” diyor…
2012 yılının ilk çeyreği için açıklanan ödemeler dengesi sonuçları cari açıkta hedeflenen şekilde yavaşlamanın olduğunu gösteriyor. Merkez Bankası’nın açıkladığı verilere göre ilk üç ayda cari açık geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 25 azalarak 21 milyar dolardan 16 milyar dolara geriledi. Dış ticaret verileri de ihracatın geçen yıla göre daha az olsa da arttığını söylüyor. Sanayi üretiminin geçen yılın mart ayına göre yüzde 2,5 artması ekonomide keskin bir yavaşlamanın olmadığını gösteriyor. AKP tüm planlarını ekonomiyi daha düşük bir büyüme patikasına oturturken toplumda “ekonomik kriz” algısı oluşturmamaya göre kuruyor. 2008-2009 döneminde krizin teğet geçtiği yönünde yaygın algının bir tekrarını kurmaya çalışıyor. İlk çeyrek verileri bu yönde AKP’nin elini güçlendiriyor. Sadece nisan ayı enflasyonu ve ocak ayı işsizlik verilerinde çift haneli sonuçların çıkması yumuşak iniş tartışmalarına gölge düşürüyor.
Şu ana kadar bahsedilen tüm bu veriler ve değerlendirmeler AKP’nin istediği kuru makroekonomi tartışmasını barındırıyor. 2002’den beri yürütülen ekonomi tartışmalarının çerçevesini büyüme, cari açık, borsa endeksi üzerine kurarak AKP’nin anlayışı mahkûm edilemiyor. Yukarıda yazılanlarda kullanılan dil, ekonomi üzerine tartışmayı AKP’nin istediği biçimde yapan ve mevcut sistemin, adını nasıl tanımlarsak tanımlayalım, sür gitmesine yardımcı olan bir dildir.
Peki, neyi tartışmalıyız?
AKP’nin ve taraftarlarının bıkmadan, sıkılmadan yazdıkları, söyledikleri büyüme verilerine karşılık büyümenin maliyetleri, ödenen bedelleri ve üretilen değerlerin paylaşımındaki dengesizliğini yüksek sesle dile getirmeliyiz. Yumuşak iniş tartışmalarının göbeğine 2012 Nisan’ında 87 iş kazası sonucu ölen işçileri koymalıyız. Adına “milli” denilen gelirden, “milletin” en alt kısmındaki yüzde 10’luk kesimin yüzde 2,1’lik pay almasının yakıcılığını sürekli hatırlatmalıyız.
AKP’nin 2002’den beri övündüğü ve tüm ekonomik sistemin devamlılığını onun üzerine kurduğu mali dengenin nasıl sağlandığını hatırlatmalıyız. Mesela, en zengin 100 vatandaşın ödediği gelir vergisinin servetlerine oranı yüzde 5,7 iken, aynı oranın asgari ücretliler için yüzde 15 olduğunu yazmalıyız. Bir de en zengin 100 kişinin kazancının 3 milyon 215 bin asgari ücretlinin kazancına eşit olduğunu da eklemeliyiz yazılarımıza, söylemlerimize.
Kendini solda tanımlayanlar için, muhtemel sermaye çıkışlarının yaratacağı döviz krizine bel bağlayan ekonomi değerlendirmelerinin yerine halkın geniş kesimlerinin ödediği bedeller üzerine tartışma yürütmek daha doğru olacaktır. Aksini yapmak bilerek ya da bilmeyerek AKP’nin değirmenine su taşımak oluyor. Zaten sermaye ve temsilcilerinin bu suyu taşımak ve oluşturulan havuzdan kovalarını doldurmak için yoğun gayreti varken bir de bizim bunu yapmamızın anlamı yok.