Bir yalanı ne kadar sık ve büyük söylerseniz o kadar inandırıcı olur. J . Goebbels, SS Propaganda Şefi İktidar, üzerinde mütehakkim olunan nesne/özne ile aranızdaki gayrı nizami ilişkinin adıdır. İnsanın insana, insanın topluma hatta insanın doğaya (eko-sisteme) tahakkuk etmeye çalıştığı tek yönlü, hiyerarşik ve otoriter ilişkiler kümesidir. Eski doğu mistisizmleri bunun insani tezahürüne ”nefs” der. […]
Bir yalanı ne kadar sık ve büyük söylerseniz o kadar inandırıcı olur.
J . Goebbels, SS Propaganda Şefi
İktidar, üzerinde mütehakkim olunan nesne/özne ile aranızdaki gayrı nizami ilişkinin adıdır. İnsanın insana, insanın topluma hatta insanın doğaya (eko-sisteme) tahakkuk etmeye çalıştığı tek yönlü, hiyerarşik ve otoriter ilişkiler kümesidir. Eski doğu mistisizmleri bunun insani tezahürüne ”nefs” der. Freud da insandaki iktidar güdüsünü ”ego”yla açıklamaya çalışmıştı. Türkiye sözlü kültürüyse ”nalıncı keseri gibi hep kendine yontmak” deyimiyle özetlemiştir durumu. İktidar, daha en başından yanılsamalı, hileli ve kibirli bir oyundur. Oyundur oyun olmasına da kendi tılsımını ve meşruiyetini yaratmaya da oldukça mahirdir. Mevzu bahis iktidarsa, gerisi teferruattır vesselam…
Yalanın mahiyeti ve biçemi değişse de muvaffak olmaya çalıştığı şey, yani özü değişmez. Günün ”anlam ve önemine” bağlı olarak yalanın görüngüsü değişir hepi topu. Oldukça da ironik bir dili vardır iktidarın. Niyeti başka olsa da, muhataplarını çoğu kere acı acı gülümsetir. 30 kadar mahkumun öldürüldüğü bir operasyona ”Hayata Dönüş” operasyonu der, örneğin. Bununla da yetinmez, mahkumların bedenleri ve ciğerlerinden çıkan her türden kimyasal, askeri malzeme kalıntılarına karşın ”tam techizatlı özel harp donanımları” olduğunu iddia eder. Resmi makamlarca bile 14 bin kadın, çocuk, yaşlı sair sivilin öldürüldüğü kitle kırımına ”medeniyet götürme” der.
Aslında, bu bayat bir retoriktir. Malum olduğu üzere, Yeni Dünya sömürgecileri ve tarih yazıcıları da yüzde 70’ini soykırdıkları toplumlara ”medeniyet götürüyorlardı”. Tarihin gördüğü en acıklı ironiyi de SS’ler yapmıştı: Nasyonal Sosyalist ÖZGÜRLÜK Partisi. SS’ler bunu kendileri uydurmadı elbette, tarih boyunca bilinen bir vak’aydı: Yüzbinlerce insanı köleleştirip arenalarda hayvanlarla kavga ettiren Romalılar, kendilerine isyan eden toplumlara Vandallar diyerek, bunların ”medeniyet düşmanı” olduklarını söyleyegeldiler. Pre-kapitalist ”haraç ve yağma” devletleri/hükümdarları kendilerini kimi zaman Tanrı, kimileyin de onların ”elçisi” olduklarını ilan etmemişler miydi?
Bizim milli tarihimiz de ibretlik propaganda örnekleriyle doludur. Devam edelim: Bırakınız partiyi, hayvan hakları derneğinin bile kurulmasının na-mümkün olduğu tek parti dönemlerine ”halkın kendini yönetmesi ve demokrasi” dediler. Mazeretler bildik: Halk hazır değil, olağanüstü şartlar, terör… Meşruiyetini her fırsatta ”halk”tan aldığını iddia eden rejimin ve onun tarih yazıcılarının mazaret hanesine ”halk hazır değil” demesi, düşündürücü bile değil. Komik. Romanın ”Vandallar”a bakışı gibi, devletimiz de kendi dediğine (Tanrı buyruğu olarak okuyunuz) muhalif her söz ve eylemi sistematik bir karalamayla cevapladı: Eşkıyalar, cahiller, gericiler, anarşikler, gomünistler ve son olarak teröristler.
Laf gelmişken söyleyelim: Yakın tarihin ”gomünizm” öcü metaforu ayrıca işlemeye değer. Nazım’ın ”elma”sında bile komünizm arayıp soruşturacak kadar şizoid bir ”zeka”(!) dünya tarihinde az bulunur. Aklınla bin yaşa Orhan Alkaya: ”Tasnif etmek vazifemiz değil, ama faşistin bile kalitelisi var”. Bilenler bilir, bizim ırkçılığımız bile ”çakma”dır. Adıyla müsemma pek bir Şahin İdris Naim, ilk örnek değil. Cumhuriyet tarihi, sanatın adliye koridorlarındaki metaforik yargı tarihidir, benzetmek lazımsa. Bizde ”sanat eleştirmenliği”nden ziyade, ”adli sanat müşavirliği”nin daha gelişkin olması bu yüzden. Çoklarımız ruhu şad olsun Fethi Naci’nin adını bile duymamıştır da, O. Pamuk’la Nazım’ı yargılayan güzide ”adli sanat” elitlerini biliriz. Sanat eleştirmenliği lazımsa onu da yargımız bilir, netekim. Küçümsediğim sanılmasın, Nazım’ın elma’sından ve Elif Şafak’ın Piç’inden bunca semantik tahlil yapmak her baba yiğidin harcı değil. Yalnız, ”siyasi ve ahlaki büro” yargıçlarımız hususunda o kadar da seçici ve yetkin değiliz sanırım. Sevgili Hrant Dink’in ”kardeşlik hukuku” üzerine baş yapıt sayılacak ”güvercin beyazlığındaki” o güzelim barış yazılarından ”aşağılama” çıkardılar. Bu da propadanın pek de ”ironik olmayan” emsallerinden biriydi. Hoş, imdadımıza Türk Tarih Yazıcıları yetiştiler de keyfimiz yerine geldi: Dink’i Taşnaklar öldürtmüştü! İddianın sahiplerinden, aynı zamanda Türk Tarih Kurumu başındaki bu yetenekli zat hususunda bir önerim var. Sevgili hükümet yetkilileri bu muhteremi ”TTK” gibi sıkıcı ve pek de populer olmayan bir kurumda harcamasınlar. Sempatikliği ve İdris Naim’i aratmayan gülüşüyle bu zat Milli Savunma Bakanlığının yanında Şehir Tiyatroları müdürlüğünü aynı anda icra edebilir. Ben, şahsen kendisinden ”Uludere’deki merhumları Avustralya’daki Mokokan kabilesi ajanlarının avladığını” söylemesini bekliyorum. Teatral yeteneği sayesinde de Roboski’ye gönderilip köylüleri ”ehehe, bu herifleri Mokokanlar öldürdü, gulu gulu gulululu…” diyerek bir nebze güldürebilir.
Konu konuyu açıyor. İdris Naim dedik, örnek bol. Allah gülüşüne zeval vermesin bu zat herkesin beklediği gerçekleri ifşa ediverdi: Meğer Roboski köylüleri bizim bildiğimiz türden canlılar değillermiş. Biz onları 40-50 liraya kaçağa giden masum köylüler bilirdik de, bunların İsviçre’de ”off-shore” hesapları varmış ve örgütün finansal akışını yönetiyorlarmış. 8 tane organize sanayi bölgesiyle Şırnak’ı Doğu’nun Venedik’i yapmak isteyen devletimizi köylüler engellemiş. Sınırda hayvancılık, arıcılık vs yapabilecekleri alanları da ”altın madeni” var diyerek fahiş fiyattan orduya satmışlar. Dolayısıyla devlet-i ali’nin en yetkin merci ve o mercinin adamı parmak göstererek ifşa ediyor: Bu adamlar ölmeyi hakketti! Bu vesileyle ayrıca bir gerçeği daha öğrenmiş olduk. Köylerinden, havadan/karadan nasıl ölçerseniz ölçün, İstanbul’un iki mahalle arası kadar bile ”mesafe” olmayan yerlere giden bu insanlar oralarda olmamalıydı! Devleti şahane olur vermezse insanlar kendi köyleri hatta mahalleleri dahilinde bile gezemez. Biz bu dili 90’ların karanlık sergüzeştinden hatırlıyoruz. Evinin önünde ensesinden kurşunlanan nice gençlerden biliyoruz. Af buyurun, verdiği her kararın ”Tanrı hükmünde” olduğunu müjdeleyip sorgu sual men eden bir diktatörün dili bu. Elçi söylediyse, hikmetinden sual olmaz, netekim!
Yazı uzadı, şahinler bitmiyor ki bitsin…”Yiğit” Başbakanımız, bilinir, aile hayatımıza pek bir meraklıdır. Kendinden önceki tüm ”ahlak” zabitleri gibi… Evvelinden ”flörtün ne menem bir ahlaksızlık”, ”eşcinselliğin nasıl bir hastalık” olduğunu buyuran bakanlarını da gördük. Kendisi bu konudaki cevvalliği kimseye kaptırma derdinde değil. Önce ”en az üç çocuk” dedi, sonra da ” Kürtaja ve sezaryene karşıyım” deyiverdi. Kürtajı anladık da sezaryeni kimse anlamadı. Şu satırlar yazılırken halen daha gizemini korumakta. Sempatik Başbakanımız, kürtajınsa bir ”cinayet” olduğuna hükmetti. İmitasyon propaganda yazımı ”ırkçılarla” sınırlı değil elbet. Mütedeyyinlerimizin de ırkçılardan aşağı kalır yanı yok. Ayşe Düzkan bu meseleyi benden yetkin biçimde anlatmış, affına sığınarak bir iki “komplocu” örnek de biz verelim: Coca Cola reklam spotunun ters çevrilip 45 derece açıyla eğik okunduğunda aslında ”Allah yok, Muhammed yok” anlamına geldiği
ni iddia edenleri görmüştüm. Ulusalcıların da İlimunati çakmaları var misal(*). Asıl bomba yazının sonunda, tavsiye ederim.(**) Başbakan hızını alamamış, bilimin ”insani vasıflar taşımadığı”na hükmettiği ceninin tıbbi bir müdahaleyle alınmasına ”cinayettir” diyerek bunun ”ürememizi istemeyenlerin komplosu” olduğuna hükmetmiş. Sevgili Başbakan’ın derin hoş görüsüne sığınırak kendisinden ”boşa giden spermlerimiz”in ne olduğunu açıklamasını bekliyorum. Milyonlarca insanın yazgısı buna bağlı. Bir de ürememize engel olmak isteyenler kimdir? Kondom şirketleri de buna dahil midir, mesala? Yine de bu konuda ciddi bir önerim var: Devletimiz bir teşvik planı da ”afrodizyak” ürünleri için çıkarmalı. Ayrıca bunu daha ”işlevsel” kılmak adına cinsel sağlık personeli istihdam ederek ”Sevişiyorum, zevk alıyorum veee ürüyoruuum!” kampanyası düzenlemeli. Bu da bizim ”sosyal sorumluluğumuz” olsun.
Siyasal mitoslar ve sonuç yerine
Meseleyi uzatmamak ve teoriye boğmamak adına örneklerle izaha çalıştık. Tabii, söylenecek çok şey var. İktidar, güç ve kibir (gurur) üzerinden geliştirdiği söylem ve iddiasıyla gerek toplumların gerekse bireylerin dünyaya ilişkin ”tahakküm” sahibiyet/mülkiyet arzularıdır. İktidarın kibirli dili, sürekli atıf yaptığı ”güç, şatafat, görkem” gibi değeler manzumeleriyle benlik fetişizmi ve tabulaşmasının tezahürleridir. Egemenlik ve güç iddiasındaki iktidar siyasası, hitap ettiği bireyin benliğindeki açık ve kör alanlara hitap eder. Bu siyasanın kolaylıkla içselleştirilmesi zannımız odur ki bu yüzdendir. En kristalize şeklini ”faşist diktatörlükler”de gördüğümüz bu toplumsal formasyon, örtük ya da gizil biçimde gündelik yaşamın tüm alanlarına kendini üretir. Temel iddiası güç ve sahip olmak olan egemenlik ideolojileri (dini, kültürel ya da toplumsal) son derece buyurgan ve tavizsiz bir dile sahiptir. Kendisine karşı, muhalif ya da alternatif olan her şeyi/grubu/fikri kaotik ve birbirinden tutarsız yaklaşımlarla elemine etmeye çalışır. Asgari düzeyde toplumsal meşruiyete yaslanmak zorunda olan iktidar, her şeyin en iyisini, mutlağını, doğrusunu ve güzelini kendisinin bildiğini iddia eder. Bu uğurda yalan söylemekten, saptırmaktan, yanılsama yaratmaktan çekinmez. Gündelik yaşama ait her alanı ve kavramları tekeline alıp kontrol etmeye çalışır. Onlara kendi ihtiyacı olduğu kavramları yükler. İşin kritik noktasıysa, söylemlerini dönemin ihtiyaçlarına uyumlandırmadaki başarısıdır. Modernite sonrasında daha sofistike argümanlarla bu işi yapar. Örneğin özgürlük ve mutluluğun ”tüketmeye” bağlı olması gibi. Söylenen basitçe şudur: İnsanın ”ihtiyaçları” vardır, tüketim bir ihtiyaçtır; dolayısıyla ”tüketen insan” güçlü ve mutludur. Oysa iktidar size, ev kiralarının ortalama 600-1000 lira arası olduğu bir kentte doğru düzgün sigorta bile olmadan ortalama 600 küsur lira asgari ücretle nasıl mutlu olacağınızı söylemez. Çünkü iktidar, size ”tam teşekküllü lüks ve şatafat” sembolünün gösterilip sizi her türden denetimden uzak yer altı-yer üstü insan öğütme makinelerinde çalıştırmanın adıdır. Zengin ve güçlü olamıyorsanız bu sizin ”düşük zeka ve kabiliyetsizliğinize” bağlıdır. Zenginseniz güçlü, kabiliyetli ve akıllısınızdır. İktidar şerbeti meşrebe göre verip bunun ya ”Tanrı vergisi” olduğunu ya da ”bilim” olduğunu söylemektir. 10 yılda 1o binden fazla kişinin hayatını kaybettiği önlenebilir iş cinayetleri ”kaza”; 10 yılda 5 bin’den fazla kadının erkeklerce öldürülmesi ”kader”; buna karşın 10 yılda 3 bin kişinin öldüğü bir iç savaş ”terör” ya da ”terörle mücadele”dir. Her yıl yüzlerce kadının dayak yiyip bine yakınının öldürülmesine suskun kalmak ”tevekküllü iman”; bacağının ve saçının kaçta kaçının görünmesinin caiz olduğu ”ahlak”tır. İktidar tecavüze tahrik atfedip maktülü bir kez daha öldürmektir. 13 yaşında bir kızın 30 küsur kişinin tecavüzüne uğraması ”irade”; kadının adını bile anayasadan silmek de ”ileri demokrasi”dir.
Selam olsun dünyanın tüm ”iffetsiz, ahlaksız ve eşkıya” hükümlülerine…
* http://www.youtube.com/watch?v=TpBOYmLsOtg
** http://www.youtube.com/watch?v=ScMp8jQ90-g
Özgür Babaoğulları