Korkular yersiz; devlete bağımlı olmadan da tiyatroculuğumuzun yaşayabileceği bir vasat var bugün. Genelkurmay Başkanlığı’nın demokrasiye bağlılık bildirmesinden bile rahatsızlar. Asker, kalbine sokulan şeytani vesveseleri her kovduğunda daha da üzülüyorlar. İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal, hayal kırıklığını şöyle anlatıyor bir konuşmasında: “Biz zannettik ki ordumuz var. O güçlü ordu bizi korur. Artık TSK vesaire yerine Türk […]
Korkular yersiz; devlete bağımlı olmadan da tiyatroculuğumuzun yaşayabileceği bir vasat var bugün.
Genelkurmay Başkanlığı’nın demokrasiye bağlılık bildirmesinden bile rahatsızlar. Asker, kalbine sokulan şeytani vesveseleri her kovduğunda daha da üzülüyorlar.
İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal, hayal kırıklığını şöyle anlatıyor bir konuşmasında:
“Biz zannettik ki ordumuz var. O güçlü ordu bizi korur. Artık TSK vesaire yerine Türk silahsız kuvvetleri var. Siz, Türk silahsız kuvvetlerisiniz. Bu yüzden durmadan çalışacağız…”
Çaresizce bir kabullenişi yansıtıyor bu sözler. Babadan umduğu himayeyi görememiş bir ergen adayının içlenmesine, bilenip hırs yapmasına benziyor.
İş başa düştü!
Askerin tüfek çattığı ideoloji mıntıkasında sırtüstü yatarak beleşten caka satmanın devri geçti, bunu anlamış. İş başa düşüyor.
Ergenliğe ilk adımlarını atarken gönülsüz belki ama kabuğunu kırıp büyümek zorunda olduğunu biliyor.
Müstakil kişilik geliştirmek için büyümek ve baba gölgesinden sıyrılmak, kendi işini kendi görmek zorunda.
Özgürleşmek, iradenin ebeveyn bağımlılığından kurtulmasıdır. Bağlarını koparmadan bağımsız şahsiyete kavuşmuyor çocuk.
Bizim kültür ve sanat kurumlarımız, 80 yıldır devlet tarafından emziriliyor. Hâlâ sütten kesilmek istemiyorlar, hâlâ devlete bağımlılar, hâlâ reddediyorlar büyümeyi.
Özgürlük, devlete karşı ispat-ı rüşt ile olur.
Devletle göbekbağını kesmeden, irade bağımsızlığını elde etmeden özgür sanat yapmak mümkün mü?
Hem özgürlük sloganlarını dillerinden düşürmüyor hem de kültür ve sanatta devletçi politikaları savunuyorlar.
Avrupa’nın köhnemiş sanat kurumlarından yalan yanlış örnekler getirerek durumlarını meşrulaştırma çabaları da bazılarının uzak bir geçmişi idealize etmesi kadar zavallıca.
1930’ların Türkiyesi’ni özlemek, torun tosuna karışan bir yetişkinin ana kucağına hasret kalmasından farksız.
O gün için devlet eliyle topluma kültür, sanat faaliyeti götürmek zaruriydi belki. Ama bugün öyle mi?
Toplum çağ atlamış, şartlar olgunlaşmış, bir talep pazarı oluşmuş. Ne zaman büyüyecek sanatçımız, ne gün cesaretini toplayıp piyasa koşullarında rekabete girmeye hazır hale gelecek?
Model olarak sundukları Avrupa kurumları ya alakasız ya bizden ileride yahut da reform ihtiyacı çoktan dayanmış kapılarına.
Avrupalı’nın ıslah çaresi aradığı eskiçağ kurumlarını mı örnek alacağız bu saatten sonra?
Korkular yersiz; devlete bağımlı olmadan da tiyatroculuğumuzun yaşayabileceği bir vasat var bugün.
Özgürlüğe koşmak için daha neyi bekliyor ana kuzuları?
Devletle vedalaş
Sanatçımız, bir türlü sütten kesilemeyen çocuk gibi devletle vedalaşamıyor. Sızlanmalarına bakmadan onları evden uğurlamak devlete kalıyor yine.
Keşke ergenlik kâbuslarını şimdiye dek aşıp kendi yollarına gitmiş olsalardı.
Dışarıda özgür bir hayat, kucağını açmış bekliyor tiyatromuzu. Ayak diremek faydasız.
Hayal kırıklıkları geçecek zamanla. Yeterince sevilmediklerini, bu ülkeye iyi birer evlat olmak için katlandıkları onca fedakârlığa rağmen takdir edilmediklerini düşünüyorlar.
Devlet kapısından dışarıya ilk adımlarını attıklarında, bu hissiyatın yanıltıcı olduğunu görecekler.
Daha çok sevilecekler, daha çok bağrına basacak onları millet.
Sütten kesilmeleri, ziyadesiyle layık oldukları o şefkatin esirgenmesinden değil. Büyümeleri gerekiyor sadece.
Statükonun ağababaları dahi zihniyet değiştirme lüzumu duyduğuna göre, sanatçılarımız reform ihtiyacını idrakte zorlanmayacaktır.
Bahtları açık olsun!