Halil Berktay solla hesaplaşmasında -şimdilik- en büyük adımını attı herhalde: 1 Mayıs 1977 katliamından kontrgerillayı çıkardı, tüm sorumluluğu suç ve günahları say say bitmez sola yükledi. “Solun bir efsanesi daha yıkıldı… Bir tabu daha devrildi…” Günlerdir bunu konuşuyoruz, gerçekten büyük başarı. Elbette demokrasi tasavvurunu şiddetli bir anti-sol üzerinden kuran Taraf’ın ve bazı Taraf yazarlarının buna […]
Halil Berktay solla hesaplaşmasında -şimdilik- en büyük adımını attı herhalde: 1 Mayıs 1977 katliamından kontrgerillayı çıkardı, tüm sorumluluğu suç ve günahları say say bitmez sola yükledi. “Solun bir efsanesi daha yıkıldı… Bir tabu daha devrildi…” Günlerdir bunu konuşuyoruz, gerçekten büyük başarı.
Elbette demokrasi tasavvurunu şiddetli bir anti-sol üzerinden kuran Taraf’ın ve bazı Taraf yazarlarının buna kayıtsız kalması beklenemezdi. Berktay’ın iddialarını ortaya atmasının hemen ertesinde Taraf konuyu sürmanşete çekti: “İlk kurşunu Maocular attı” (3 Mayıs). Haberin ilk sayfadaki görünüm tümüyle Berktay’ı destekliyor, dönemin Dev-Genç lideri Bülent Uluer, Berktay’ın iddialarını destekleyen sözler ediyordu. Haberin hemen yanında da gazetenin yazarlarından Yıldıray Oğur güzel bir gazetecilik örneği sergileyerek Sular İdaresi’nin üzerindeki silahlı adamların görüntülerini kayıt altına almaya başarmış belgeselci İshak Işıtan ile görüştüğünü duyuruyordu. Oğur “Sular İdaresi’nden kalabalığın üzerine polisin ateş açtığı iddialarına kaynaklık eden görüntüyü çeken” kişi olarak tanıttığı Işıtan’ın ağzından “Ateş etmiyorlardı. Yalan söyleyemem” açıklamasını kapmıştı. (Işıtan’ın Oğur’a söylediklerini aradan geçen 35 yıl boyunca niye kendine sakladığı meselesine geleceğiz.)
İç sayfalara geçtiğinizde ise Uluer’in Berktay’ın “Intercontinental ve Sular İdaresi’nden ateş açıldığı efsanedir” iddialarını kesin olarak yalanladığını görüyoruz. Görüş alınan Gün Zileli, Namık Koçak ve Celalettin Can da Berktay’ın bu iddialarını kendi tanıklıklarıyla yalanlamışlar. Yine görüşüne başvurulan gazeteci Yalçın Ergündoğan ise yalanlamanın ötesinde Berktay’la ilgili keskin bir açıklama yapmış: “Derin devletin o gün oluşturmak istediği intibayı bugün Halil Berktay gerçekmiş gibi söylüyor.” (Bu arada Gün Zileli, blogundan, sözlerinin Taraf tarafından çarpıtıldığını da açıkladı). Ama bir kere imalat başladı artık: Uçan kuşta Ergenekon görenler, sayısız tanıklığa karşın 1 Mayıs 1977’de Taksim Meydanı’nda yaşanan olaylarda derin devletin sorumlu olmadığını kayda geçirmeye başladılar.
Bu imalatın barutu Berktay’dan gelse de, fişeği, Yıldıray Oğur’un İshak Işıtan’la yaptığı görüşmeye dayandırdığı yazısı yakıyordu: “Bana solcular suç işliyor dedirtemezsiniz.”
Demirel’in meşhur sözüne “fırlama” bir gönderme. Peki, Oğur’un bu parlak başlığı “hak eden” malzemesi neydi, yakından bakalım, tarih böyle imal ediliyor çünkü:
Oğur’un yazısının omurgasını, derin devletin bıraktığı belki de en önemli izi belgeleyen adamdan adeta bir itiraf oluşturuyor: “Sular İdaresi üzerindeki silahlı iki sivili çektim. Ama ateş etmiyorlardı. Doğruyu söylemek gerek. Ateş açtıklarını görmedim ben. Belki kontrol için çıkmışlardı oraya. Yalan söylemem.”
Sular İdaresi’nde görüntülenen silahlı adamlar her nasılsa birinci sayfada “polis” olarak duyuruluyor, iç sayfada, Oğur’un yazısında ise “sivil” oluveriyorlar. Işıtan “sivil” mi dedi, “polis” mi dedi? “Sivil” dediyse, Oğur birinci sayfada niye “polis” diyor? Konu önemli, çünkü çatıdaki polis belki görevle açıklanabilir, ama silahlı sivil o kadar da kolay açıklanamaz. Ama hadi “yalan söylemem” lafının “yalan söyleyemem”e dönüşmesi gibi Oğur’un kalemi sürçmüş diyelim.
Ama yazının devamı gerçekten ibretlik. Oğur, Berktay’ın 1 Mayıs 1977 ile ilgili komplo teorilerini açığa çıkardığını, bir tabuyu devirdiğini söylüyor. Berktay’ın işaret ettiği ve gerçekdışı ilan ettiği komplo teorileri nedir? “Sular İdaresi’nden ve Intercontinental Oteli’nden meydana ateş açılmamıştır. Aksine meydandaki sol gruplar, meydana girme kavgası içindeyken birbirlerine ateş etmişlerdir. Bu nedenle 1 Mayıs ’77’de derin devletin içinde olduğunu söylemek mümkün değildir.”
İşte Oğur bu iddiaya dayanak olsun diye başlamış sıralamaya:
“1 Mayıs 1977’yle ilgili dönemin herhangi bir gazetesinin arşivine giren, ilk üç gün boyunca bugün gerçek zannedilen komplo teorileri hakkında tek söz okuyamaz.”
Halbuki üşenmeyip arşive göz atan herkes, henüz 2 Mayıs’ta bir polis şefinin “İlk ateşe Sular İdaresi üzerinden karşılık verildi ve ondan sonra panik başladı” sözünü okuyabilir (Milliyet). 3 Mayıs’ta ise Cumhuriyet gazetesinin “ilk ateşin Intercontinental’den açıldığına ilişkin ihbar üzerine iki savcının görevlendirildiğine ve onların da hemen oteldekilerin ifadesini almaya başladıklarına” ilişkin ayrıntılı haberini okuyabilirler. Yani Oğur yalan söylemektedir.
Oğur, iddia ediyor:
“Her şeyin konuşması sırasında başladığı DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler bile katliam için ilk açıklamasında ‘Saldırgan faşist ve Maocular CIA emrinde’ demişti. TİP’in lideri Behice Boran’ın ilk açıklaması ise ‘Maocu goşist gruplar işçi sınıfının dışındadır’ olmuştu. Bir satır bile bahsetmediklerine göre herhalde onlar da bu komplonun içinde kabul edilmeli.”
Halbuki, Kemal Türkler gerçekte “CIA denetimindeki faşistlerin” ve “Maocu komandoların” otomatik silahlarla hakla saldırdığını anlatırken şunları da söylüyor: “Fakat bir yandan alana sızmış olan, diğer yandan Sular İdaresi’ni ve çeşitli binaları siper yapmış olan bu faşist ve Maocu ölüm çetelerinin gözü dönmüştü.” (Milliyet, 3 Mayıs)
Şimdi bu beyanatla Berktay nasıl doğrulanmış oluyor? Merhum Kemal Türkler, saldırının CIA denetiminde olduğunu, Sular İdaresi’nden ve diğer binalardan ateş edildiğini söylüyor. Türker’in faşistlerin yanısıra Maocu komandolardan bahsetmesi mi rahatlatıyor Oğur’u? Ama Berktay, “Sular İdaresi’nden ve Intercontinental’den ateş açıldığı efsanedir” dememiş miydi?
Oğur, iddia ediyor:
“Intercontinental’den ateş açıldığını ilk olarak olaydan üç gün sonra basın açıklaması düzenleyen Aydınlık dergisinin başındaki Doğan Yurdakul dillendirdi. Intercontinental’in bir katında polisin görevlendirildiği daha sonra ortaya çıktı. Ama o ortaya çıkan belgelerde de oradan ateş açıldığıyla ilgili en ufak bir emareye rastlanılamadı. Kırık camlar, kaçan CIA ajanları teorileri şehir efsanesinin ötesine geçmedi.”
Yalan. Cumhuriyet’in yukarıda değindiğim 3 Mayıs ’77 tarihli haberi çok açık, bırakın birisinin iddia etmesini, savcılık bu iddiayı önemsemiş, araştırmaya başlamış bile. Oğur ya yeteri kadar araştırmamış ya da düpedüz uyduruyor, maddî bir bilgiyi okurdan kasıtlı olarak gizleyerek tarih imalatına soyunuyor. Ama evet, araştırmadan bir şey çıkmamış. Türkiye Cumhuriyeti’nde 1980’den önce ya da sonra kaç karanlık olayın, kontrgerilla faaliyetinin gerçekten aydınlandığını biri bize (ya da en azından Oğur’a) söyler mi lütfen?
Oğur, iddia ediyor:
“Kanlı 1 Mayıs’la ilgili bütün komplo teorilerini mânâsız bırakan gerçek, ölen 34 kişiden sadece üçünün (bir rivayet beşi) kurşun yarası nedeniyle hayatını kaybetmesi. Geri kalanların ölüm nedeni izdihamdı. Eğer gizli güçler, devlet ya da CIA kalabalığın üzerine iddia edildiği gibi Intercontinental otelinden ve Sular İdaresi’nin üstünden ateş açacak kadar açıktan bir katliama girişmiş olsaydı, bu sayının bu kadarla sınırlı kalmaması beklenirdi.”
Taraf kaynaklı pek çok çarpıtma, tarih imalatı, dezenformasyon bu tarz akıl yürütmelerle yapıldığı için buraya dikkat! Eğer bu dikkati bugün, şu anda göstermezsek, uzun yıllar boyunca bu saçmalığı dinlemek zorunda kalacağı
z çünkü.
Berktay ve onun görüşünü sahiplenen Oğur, sanki böyle bir iddia varmış gibi binalara yerleşmiş keskin nişancıların halka ateş etmeleri halinde ölü sayısının beşten (ya da üçten) ibaret olamayacağını iddia ediyorlar. Tabii bu iddiaları hemen güme gitmesin diye, 132 kişinin de kurşunla yaralandığına değinmiyorlar. Oysa, 1 Mayıs’la ilgili sayısız tanık, binalardan açılan ateşin panik yaratmaya yönelik olduğunu, bunun “başarıldığını”, ölümlerin temel nedeninin polis panzerlerinin alana dalması olduğunu anlattı, yazdı. Buna rağmen, sayısız tanıklığa, silahlı adamların görüntülerine -evet, görüntülerine- rağmen, ölü sayısının azlığından yola çıkarak “binalardan ateş edilmedi” denilebilir mi? İdeolojinize altlık olsun diye tarih imal ediyorsanız, dersiniz elbette.
Ama insan, bunu yapanların en azından kendi laflarıyla tutarlı olmalarını bekliyor. Oğur, Işıtan’ın şunları söylediğini iddia ediyor:
“Saat tam 7’ye çeyrek kala iki grubun karşı karşıya geldiği Tarlabaşı’ndan bir el silah sesi duyuldu. Bir anda ölüm sessizliğine büründü meydan. Çıt çıkmıyordu. 30 saniyelik sessizlikten sonra 20-30 bin silah aynı anda patlamaya başladı. Sanki savaş meydanında iki ordu karşı karşıya gelmiş gibiydi. Kürsüden ‘Sular İdaresi’nden ateş açılıyor’ anonslarını duyunca karımı binada bırakıp kameramla birlikte dışarı attım kendimi. Atatürk heykelinin oradaki çimlerin üzerine mevzilenip çekmeye başladım.”
Bu anlatımda “20-30” yanlışlıkla “20-30 bin” çıkmış diyorsanız, demeyin. Oğur, yazısının iki yerinde daha “binlerden” bahsediyor. Tutarlılık demiştik: Sular İdaresi’ndeki iki adamın (belki kareye girmeyen birkaç adamla birlikte) ve oteldeki bir pencereden ateş açan birkaç adamın beş kişiyi öldürmesi, 132 kişiyi yaralaması yazarımızı kesmiyor. Ama bu sayılar onu “yirmi bin”, hatta “otuz bin” kişinin ateş ettiği bir ortamı sorgulamaya itmiyor! “Yirmi”, belki “otuz” bin kişi yüz binlerce insanın sıkışıp kaldığı bir meydanda aynı anda ateş edecek, 137 kişiye kurşun isabet edecek, öyle mi? Dev bir düğün mü hayal etti acaba Oğur? Otuz, aman canım belki de yirmi bin kişidir, eğlenmek için “havaya” ateş ediyor. Başka açıklaması yok. Gerçi öyle olsa çevredeki binaların delik deşik olması lâzım, ama tam dik açıyla ateş edildiğini varsayacağız artık, sonra da onbinlerce merminin uzayda kaybolduğuna…
Bu “20 bin” lafının nereden uydurulduğuna ilişkin bir tahminde bulunmak mümkün: Milliyet’in dijital arşivinde dolandığınızda İGD’nin 20 bin üyesini güvenlik için görevlendirdiğini okumanız mümkün. O 20 bin görevli, yazısını alelacele yetiştirmek gayretindeki bulanık zihinlerde olmuş 20-30 bin “silahlı” görevli. Eh, malûm, bir sahnede silah görününce ateşlenmesi kaçınılmaz oluyor. Bu hikâyede de 20-30 bin silah göründü ya… Ama bunları Oğur kafasında nasıl birleştirdi, Işıtan ne dedi de kendisi bunları böyle anladı, oraları çok meraklı olduğu tıbbın sahasına giriyor.
Fakat maalesef bitmiyor Oğur, Işıtan’dan “nakletmeye” devam ediyor:
“İshak Işıtan tam o noktadan o ünlü dört saniyelik görüntüyü çekmiş. Pek çok teoriye kaynaklık eden o ânı bilinenden farklı anlatıyor ama: ‘Sular İdaresi üzerindeki silahlı iki sivili çektim. Ama ateş etmiyorlardı. Doğruyu söylemek gerek. Ateş açtıklarını görmedim ben. Belki kontrol için çıkmışlardı oraya. Yalan söylemem.’ ”
Evet, görmemişsin, doğru, ama silahlar atılmaya başlandığında oraya bakmıyormuşsunuz ki İshak bey! Çok açık (daha doğrusu Oğur ne kadarını nasıl aktardıysa o kadar açık): Tam 12 saattir iş başındaki Işıtan, bir binanın çekim yaptığı beşinci katında silah seslerini duyuyor (afedersiniz, 20-30 bin silah, boru değil), dahası kürsüden yapılan Sular İdaresi’nden ateş ediliyor anonsunu da duyuyor (20-30 bin silah ateş alırken duyuyor bunu. Pardon, Sular İdaresi’nden ateş açıldığı iddiasını ilk kez olaydan üç gün geçtikten sonra Doğan Yurdakul dile getirecekti! Kürsüdeki abiye malûm oldu herhalde), bunun üzerine binadan fırlıyor, beş katı paldır küldür iniyor, 20-30 bin silahlı ve yüz binlerce kaçışan insanın arasından Sular İdaresi’ni de görebileceği bir açı yakalıyor ve işte o zaman o görüntüyü çekiyor. ilk silah sesinden bu yana kaç dakika geçti, sayan var mı acaba? Sayın Oğur, özür dilerim ama, biraz Papa’nın genelev sorduğu fıkra gibi olmuş bu. Gördün mü? Görmedim. İyi!
Bu arada, yazıyı okuyanlar Işıtan’ın 20-30 bin silahlı adamı çektiği filmden tek tek ayıkladığını, görüntüleri ondan sonra resmi makamlara verdiğini filan da öğrenecekler, ama daha fazla sinirlerinizle oynamak istemiyorum. Ama şöyle özetleyeyim, anladığım kadarıyla 1 Mayıs 1977’de Taksim Meydanı’nda 20-30 bin kişi 10 dakika kadar kurşun yağdırmış, ama bu olayın kaydedildiği filmde buraları çıkmamış. (Gözümün önüne CNBCE’nin sigara görüntüleri üzerine yapıştırdığı çiçekler geliyor. Binlerce!)
Oğur yazısını şöyle bağlamış:
“[Işıtan] 1 Mayıs için ‘Binlerce silah patladı. Nasıl karar verebiliriz komplo olduğuna? O ilk ateşi açan provokatör de olabilir, ateşli bir militan da’ diye kanaatini bildiriyor. Ama onun çektiği görüntüler üzerinden yürüyen bir komplo teorisi de ilk elden açıklamalarıyla açıklığa kavuşuyor. Belki o da komplonun içindedir, kimbilir. Bundan sonrası tıbbın ilgi sahasına giriyor ama…”
Bir komplo teorisi daha ne güzel kavuştu açıklığa, değil mi?
İshak Işıtan, kendisine atfedilen açıklamalarıyla ilgili konuşana dek Oğur’un doğru naklettiğini kabul etmek zorundayız. Belki telefonda bazı yerleri yanlış anladı, 20-30 silahlı adamı 20-30 bin silahlı anladı. Bunun ve diğer açıklamaların mantıksızlığını da sorgulamak aklına gelmedi. Belki de gerçekten Işıtan birebir bu ifadeleri kullandı. Hangisi olursa olsun, bir, Oğur’un kendi araştırmasıyla aktardığı tarihsel arka plan kasıtlı olarak eksik ve / veya yanlış yazılmıştır. İki, Oğur’un Işıtan’ın hiçbir biçimde akla, mantığa sığmayan açıklamalarını sorgulamadan aktarması, üstelik bunlardan çok kesin sonuçlar çıkarması büyük bir gazetecilik ayıbıdır dersek eksik kalır. Sevdikleri deyişle söyleyelim: Kara propagandadır. Görünen o ki, Taraf’ın sola yönelik kara propagandası şiddetini artırarak sürecektir. Zira, Taraf’ın başlıca varoluş sebeplerinden biri tam da budur.