Şüphesiz ki 23 Mayıs Grevi, küçümsenmeyecek bir işlevi yerine getirdi. Toplumun geniş kesimlerine AKP’nin emekçiden yana olmayan konumlanışını açığa çıkardı. Grev’in sahte toplu sözleşme yasasını “ilk uygulama girişiminde kadük hale getirdiği” saptaması doğrudur. Ancak buradan hareketle 23 Mayıs Grevinin, 1 Aralık 2000 Grevi ile birlikte “1980 sonrası yapılan en büyük Grev” olarak nitelenmesinin ise abartılı […]
Şüphesiz ki 23 Mayıs Grevi, küçümsenmeyecek bir işlevi yerine getirdi. Toplumun geniş kesimlerine AKP’nin emekçiden yana olmayan konumlanışını açığa çıkardı. Grev’in sahte toplu sözleşme yasasını “ilk uygulama girişiminde kadük hale getirdiği” saptaması doğrudur. Ancak buradan hareketle 23 Mayıs Grevinin, 1 Aralık 2000 Grevi ile birlikte “1980 sonrası yapılan en büyük Grev” olarak nitelenmesinin ise abartılı olduğunu söylemek gerekir
KESK ve Türkiye Kamu-Sen’in “eş zamanlı” yaptıkları 23 Mayıs grev çağrısı kamu çalışanlarının Genel Grevine dönüştü. Yüz binlerce kamu çalışanı greve giderken on binlerce emekçi alanları doldurdu. Memur-Sen, 22 Mayıs’ta Eğitim Bir-Sen’in greve katılacağını ilan etmek zorunda kaldı.
23 Mayıs Genel Grev’in mimarı ve motor gücü KESK oldu. KESK’in kararlı tutumu önce Türkiye Kamu-Sen’i sonra Memur-Sen’i zorladı ve harekete geçirdi. Onların da harekete geçmesi, var olan hareketliliğe ivme kazandırdı.
Bilindiği üzere, 14 Mayıs tarihinde başlayan ve 21 Mayıs’ta sona eren sözde “Toplu Sözleşme” görüşmeleri, hükümetin sefalet ücretini dayatmasıyla son buldu: Konfederasyonların “TİS” masasına götürdüğü tekliflere Kamu İşveren Heyetinin adeta kamu çalışanlarıyla dalga geçen teklifiyle karşılık verildi. AKP, sendikaların taleplerine, “bütçe kaynaklarının sınırlı olduğu” ve “mali disiplini sağlamak” gerekçesiyle, önce 2012 yılı için yüzde 3+3, 2013 yılı için 2+3 ücret artışı önerdi. Hükümet görüşmenin son günü olan 21 Mayıs’ta teklifini “revize” etti: 2012 yılı için yüzde 3.5 + 4, 2013 yılı için ise yüzde 3+3 önerdi. Oynan oyuna göre 24 Mayıs’ta Memur-Sen, Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’na başvurdu. Hakem Kurulu , 29 Mayıs tarihine kadar, yasa gereği kesin kararını açıklayacak.
Kamu Görevlileri Hakem Kurulu ve Güdümlü Sendikalar
Bu kurulun oluşumuna bakıldığında, 4 üye bakanlıklardan (Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ndan, Maliye Bakanlığı’ndan, Hazine Müsteşarlığı’ndan ve Devlet Personel Başkanlığı’ndan), sayıca fazla olan sendikadan 2, diğerlerinden 1’er üye (Memur-Sen’den 2, Türkiye Kamu Sen ve KESK’ten 1’er), Bakan tarafından önerilen ve Bakanlar Kurulu’nca atanan bir öğretim görevlisi, Memur Sen tarafından önerilecek 3, Türk Kamu Sen ve KESK tarafından önerilecek 2 öğretim görevlisinden 1’i Bakanlar Kurulu’nca seçiliyor. Kurulda toplamda 11 üye bulunuyor.
4688 sayılı yasanın eski haline göre, “Toplu Görüşmede” son kararı Bakanlar Kurulu veriyordu. Aynı yasada yapılan düzenlemeye gere de son kararı “Kamu Görevlileri Hakem Kurulu” aracılığıyla yine hükümet verecek.
4688 sayılı yasada yapılan düzenlemenin, (2010 yılında) 12 Eylül Referandumu’yla gerçekleştirilen Anayasa değişikliğine dayandırıldığı biliniyor. Yaşanan sahte toplu sözleşme görüşmeleri, 12 Eylül Referandumu’nda “Evet” oyu veren AKP yandaşı Memur-Sen’i bile “muhalif” davranmaya zorladı. Memur-Sen Başkanı Ahmet Gündoğdu: “Toplu görüşme tiyatrosundan kurtulmak için mücadele verirken, toplu sözleşmenin, sonuçları itibarı ile toplu görüşmelerin gerisinde kaldığını” (Memur Sen İnternet Sitesi 23 Mayıs 2012) ifade etti.
Gündoğdu’nun bu sözleri bir boyutuyla gerçek dışı açıklamayı yansıtırken, diğer boyutuyla gerçeği itiraf ediyor. Açıklama gerçek dışıdır, kocaman bir yalandır: Çünkü Memur-Sen, hiçbir dönemde “Toplu görüşme tiyatrosundan kurtulmak için mücadele” vermedi. Eğer mücadele vermiş olsaydı 4688 sayılı yasada yapılan, grev hakkını kabul etmeyen ve tiyatro oyununun devamını öngören mevcut düzenlemeye de tavır alırdı. Yaptığı açıklama bir boyutuyla da gerçeği yansıtıyor: Çünkü Gündoğdu, “toplu sözleşmenin, sonuçları itibarı ile toplu görüşmelerin gerisinde kaldığını” itiraf ediyor. Yaptığı bu itiraf, mevcut düzenlemenin de bir tiyatro oyunu olduğudur. Ancak bu itirafı yapmış olması kendisini kurtarmıyor. Çünkü bu oyunun figüranıdır aynı zamanda…
Bu itirafı yapmasının tek bir izah noktası olabilir: Üye kaybını engellemek… Son anda sadece Eğitim İş kolunda iş bırakılacağını ilan etmesinin nedeni de aynıdır. Yaşanan sınıf mücadelesi-çelişkisi, Memur-Sen’i zora sokmuştur… Sermayeye teşvik paketi açanlar, “cömert” davrananlar sıra emekçiye gelince “cimri” davranmak zorunda kalmış, bu durum Memur-Sen’i açığa düşürmüştür. “Kralın çıplak olduğu” gerçeği artık saklanamayacak boyutlara geldiğinden Memur-Sen Başkanı da görüntüyü kurtarmak için “muhalif” gibi konuşmaya başladı…
Ahmet Gündoğdu’yu bu şekilde konuşturan sadece sınıf çelişkisi veya kapitalizmin kanunu değildir. Onu bu şekilde konuşmak durumunda bırakan KESK’in fiili ve meşru mücadelesinin gücüdür.
Gelişmeleri hatırlayalım:
KESK, 10 Mayıs 2012 tarihinde kamu emekçilerine ve egemenlerin güdümündeki konfederasyonlara Grev’i örgütleme çağrısında bulundu: “Gelin, 14 Mayıs’ta kendi teklifini sunacak olan hükümet taleplerimize kulaklarını tıkamaya devam ederse haklarımız için tarihi ve süresini birlikte belirleyeceğimiz GREV’i örgütleyelim” dedi.
Hükümet, 14 Mayıs’ta kamu emekçileriyle dalga geçen ücret artışı teklifini sundu. Söz konusu teklifi görüşmenin son günü olan 21 Mayıs’ta buçuk’lu artışlarla “revize” etti: Ve “mali disiplini” bozmamak, “Yunanistan’a dönmemek” için, yüzde 3.5’luk sefalet ücretini dayattı.
Sahte Toplu Sözleşme Görüşmeleri fiyaskoyla sonuçlanmıştı. Hükümetin dayatmalarına ve komik tekliflerine karşı KESK’in ne yapacağı belliydi: Greve hazırlanıyordu.
Hükümetin teklifi kendi güdümündeki Memur-Sen’de “hayal kırıklığı” yarattı. Devlet güdümlü Türkiye Kamu-Sen’i de zorladı. Oysaki bu “hayal kırıklığı” ve “zorlanmanın” nedeni 4688 sayılı yasadan kaynaklanıyordu…
2001 yılında dönemin hükümetince dayatılan 4688 sayılı “Sahte Sendika Yasası” nasıl ki Türkiye Kamu-Sen tarafından savunulup, figüranlığı yapıldıysa , aynı savunma ve figüranlığı bu kez Memur-Sen yaptı. Memur-Sen hem referandum sürecinde hem de 2012 Nisan’ında 4688 sayılı yasada yapılan düzenlemenin açıktan savunuculuğunu yaptı.
Oysaki, gerek referandum sürecinde gerekse yasal düzenlemenin yapıldığı süreçte sahte yasayla ilgili uyarılar yapıldı. Bu düzenlemenin kamu emekçilerinin taleplerine yanıt vermeyeceği gerçeği defalarca açıklandı. Gelinen noktada Toplu Görüşme’nin adının ‘Toplu Sözleşme’ye dönüştürülmüş olması gerçeğinin pratikte farklılık getirmediği (geniş kitleler açısından) yaşanan süreçle daha iyi anlaşıldı.
Yaşanan süreç, Türkiye Kamu-Sen’i “iş bırakma” kararına sürüklerken, Memur-Sen’i de son günde eyleme zorluyordu. Türkiye Kamu-Sen 25 Mayıs’ta miting yapma kararı almışken, mitingden vazgeçip KESK’in Grev çağrısına uymak zorunda kaldı.
KESK ve Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanları (15 Mayıs tarihinde açıklama yaparak) 23 Mayıs’ta yapılmak üzere “eş zamanlı” Grev çağrısı yaptı.
Grev çağrısı kamu emekçilerinde karşılık buldu. Grev başarılı geçti. Ancak bazı hususlara da değinmeden geçmemek gerekiyor. KESK, egemenlerin güdümündeki bu konfederasyonlara “eş zamanlı” da olsa mücadele çağrısı yaparken, onların taşıdıkları işbirlikçi, şoven ve demokrasi karşıtı misyonlarını da teşhir etmeyi ihmal etmemelidir. Aksi halde hak etmedikleri bir görüntüye kavuşmuş olurlar. Bu tutum ise sınıf mücadelesine hiçbir şey kazandırmadığı gibi, sadece kaybettirir. Her iki konfeder
asyonun tutumlarının, tamamen konjonktürel ve savundukları yasa gibi sahte olduğunu unutmamak gerekir.
KESK ve 23 Mayıs Grevi
KESK, 23 Mayıs Grevini Şöyle değerlendiriyor: “KESK’in çağrısıyla ülke genelinde tüm işyerlerinde Greve çıkan yüz binlerce kamu emekçisi illerin meydanlarına aktı. 1 Aralık 2000 tarihindeki Grevle birlikte 1980 sonrası yapılan en büyük Grev olarak tarihe geçti 23 Mayıs. Kamu emekçileri Grev hakkını bir kez daha kullanarak AKP’nin ‘sahte toplu sözleşme yasasını’ ilk uygulama girişiminde kadük hale getirdi.” (KESK İnternet Sitesi 25.05.2012)
Şüphesiz ki 23 Mayıs Grevi, küçümsenmeyecek bir işlevi yerine getirdi. Her şeyden önce AKP’nin propagandasını kamu çalışanları nezdinde boşa çıkardı. Toplumun geniş kesimlerine AKP’nin emekçiden yana olmayan konumlanışını açığa çıkardı. “Ekonomik büyümeden” söz edilirken, sermayeye teşvik paketleri açılırken sıra emekçilere gelince “Yunanistan’a döneriz” denildiği görüldü. Bu anlamda Grev’in sahte toplu sözleşme yasasını “ilk uygulama girişiminde kadük hale getirdiği” saptaması doğrudur.
Ancak buradan hareketle 23 Mayıs Grevinin, 1 Aralık 2000 Grevi ile birlikte “1980 sonrası yapılan en büyük Grev” olarak nitelenmesinin ise abartılı olduğunu söylemek gerekir: 23 Mayıs Grevi’nin, ne 1 Aralık 2000 Grevini, ne de 20 Aralık 1994 Grevini aştığı söylenebilir.
Bilindiği üzere, 1 Aralık 2000 tarihli Grev öncesi yoğun hazırlıklar yapıldı. Önce bölge toplantıları yapıldı. Bölge toplantılarının ardından 7-11 Kasım Ankara Yürüyüşü gerçekleşti. 9-10 Kasım tarihlerinde Ankara-Güvenpark’ta oturma eylemi ve fiili mitingler yapıldı. 11 Kasım 2000 tarihinde de “Kamu emekçileri tarihinin en kitlesel ve görkemli mitinglerinden biri” fiili olarak gerçekleştirildi. 1 Aralık Grev’i bu görkemli direnişin üzerinden gerçekleşti: 11 Kasım eylemi “1 Aralık’ın provası niteliğindeydi.” (3. Olağan Genel Kurul Çalışma Raporu S:110)
1 Aralık Grevi dönemin Çalışma Raporunda şu ifadelerle yer alıyor: “1 Aralık’ta 500 bin çalışan alanlara çıkarken, üretimden gelen gücün kullanılması eylemine 1 milyon çalışan katıldı… 1 Aralık eylemi Emek Platformu kararı olmasına rağmen, çok açık ki, 1 Aralık eyleminin sürükleyicisi, öncüsü ve kitlesel katılımcısı konfederasyonumuz oldu.”( 3. Olağan Genel Kurul Çalışma Raporu S: 115)
Söz konusu tarihlerde 1 milyon 200 bin kamu çalışanın olduğu düşünülürse katılımın hangi boyutlarda olduğu daha iyi anlaşılır. Ancak 1 Aralık Grev kararı aynı zamanda Emek Platformu’nun kararıydı. Emek Platformu her ne kadar işlevini yerine getirmemiş ve katılım düzeyi sembolik kalmış olsa da, kararın kendisi bir sinerjinin doğmasına katkı sunmuş ve işyerlerinde KESK’in faaliyetine güç katmıştı. Benzer bir “sinerji” 23 Mayıs Grev’inde de yaşandı. ( 23 Mayıs Grev’ine devlet-hükümet güdümlü konfederasyonların “kerhen de” olsa katılmış olması, KESK’in hareket alanını “genişletmiştir.” Bu “genişlik” -yukarıda da belirttiğimiz gibi- söz konusu sendikaların işbirlikçi karakterinin teşhiriyle birlikte yürütüldüğünde anlamlı olacağını yenileyelim.)
Gelelim 20 Aralık Grev’ine
Kamu emekçileri, “…1994 yılı Ekim ayında 6 ilde bölgesel kurultaylar düzenledi. Kurultaylarda bir dizi kararlar yanında 20 Aralık 1994 iş bırakma eylemi de planlandı.
Kamu emekçilerinin ve işçi sınıfının mücadele tarihine onurlu bir gün olarak yazılan “20 Aralık iş bırakma eylemi” kamu emekçilerinin hizmet üretiminden gelen güçlerini ilk kez bu kadar yaygın ve geniş biçimde kullandıkları eylem olmuştur. Kamu emekçileri bu eylemde tüm gücüyle çalışmış ve eylemin başarısında önemli bir rol sahibi olmuştur. O gün 350 bin üyeye sahip KÇSKK’nın (Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonlaşma Kurulu) almış olduğu bu karara ülkede 1 milyonu aşkın kamu emekçisi katılmış “Artık Yeter! Grevli-Toplu Sözleşmeli sendikal hakkımız yoksa hizmet de yok” bilinci ile hareket etmişlerdir. Özellikle metropol illerde hizmet üretimi tamamen durmuş, 20 Aralık eylemi kamu emekçilerinin ve işçi sınıfının mücadelesinde yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur.” (KESK İnternet Sitesi, KESK Tarihçe)
1994 yılında gerçekleşen 20 Aralık Grevini, 1 Aralık ve 23 Mayıs’tan ayıran temel özellik, kamu emekçilerinin, tamamen özgücüleri temelinde gerçekleşmiş olmasıdır. 20 Aralık sadece KÇSKK çağrısıyla gerçekleşti. 20 Aralık grevi, kamu emekçilerinin kararlaştırdıkları ve hayata geçirdikleri en büyük grev olarak tarihteki yerini almıştır.
KESK motor güçtür
AKP, ölümü gösterip sıtmaya razı etme politikasını, Hakem Kurulu aracılığıyla dayatmaya çalışacak… Hakem Kurulu, ücret artışı teklifini 1-2 puan daha artırarak yüzde 5 civarında “işi bitirmeye” çalışacak gibi görünüyor. Böylece dostlar alış verişte görsün misali “Toplu Sözleşme” yapılmış sayılacak. Hükümet yetkilileri her ne kadar 23 Mayıs Grevinden rahatsız olduklarını, Grev’in “iç hukukta yerinin olmadığını” açıklasalar da kamu emekçilerinin tepkisinin mevcut sınırlarda kalmasını ve arkasının gelmemesini arzuladıkları bir gerçektir.
23 Mayıs Grevi’nde yüz binlerce emekçi iş bıraktığı halde bunun yeterince alanlara yansıdığı söylenemez. Ancak alanlara yansıdığı kadarıyla değerlendirdiğimizde, KESK’in alanlara taşıdığı kitlenin, diğer konfederasyonların kitlesini defalarca katladığı görülmektedir.
Bu gerçeklik, aynı zamanda, fiili ve meşru mücadelenin kamu emekçileri tarafından nasıl sahiplenildiğini de gösteriyor.
23 Mayıs Grevi sadece sendikalı olan emekçileri değil henüz üye olmamış emekçileri de etkileyip alanlara çekti. İşyeri çalışmalarının yapıldığı yerlerde katılımın yüksek olduğu görüldü.
Ancak işyeri çalışmalarının yeterince yapılmadığı yerlerde sadece genel havadan etkilenen emekçilerin katılımı söz konusu oldu.
Sonuç olarak KESK eski KESK değildir. Kamu çalışanlarını etkileme düzeyi de eskisi gibi değildir. Ancak 23 Mayıs Grevi, her eylemde olduğu gibi KESK’in “motor güç” olma özelliğini koruduğunu bir kez daha gösterdi.