Kitleleri harekete geçiren somut güncel zemin, bugün için asıl olarak neoliberal yıkım politikalarına ve AKP’nin faşizan baskılarına karşı verilen mücadelede yatmaktadır. İkisinden birini ihmal ederek ne kitleleri politikleştirmek ne de politikayı kitleselleştirmek mümkündür Türkiye bir kez daha, kitleselliği ve yaygınlığı ile bütün dünyanın ilgisini çeken 1 Mayıs gösterilerine sahne oldu. Üstelik bu kez yüzü aşkın […]
Kitleleri harekete geçiren somut güncel zemin, bugün için asıl olarak neoliberal yıkım politikalarına ve AKP’nin faşizan baskılarına karşı verilen mücadelede yatmaktadır. İkisinden birini ihmal ederek ne kitleleri politikleştirmek ne de politikayı kitleselleştirmek mümkündür
Türkiye bir kez daha, kitleselliği ve yaygınlığı ile bütün dünyanın ilgisini çeken 1 Mayıs gösterilerine sahne oldu. Üstelik bu kez yüzü aşkın ayrı noktada ve ülke tarihinin en kitlesel katılımlı 1 Mayıs eylemleri gerçekleşti. 1 Mayıs 2012’yi özetle; görkemli, AKP karşıtı, sol, emek eksenli, kolektif bir ruhu barındıran ancak bu ruhu temsil edecek kolektif inisiyatif merkezini hala bulamamış bir seferberlik günü olarak tanımlayabiliriz. 1 Mayıs’ta geri düşen ve öne çıkanlara bakarak da geleneksel inisiyatif merkezlerinin devam eden çözülme eğiliminin yanında yeni kurulmakta olanı bulabiliriz.
1 Mayıs 2012’nin görkemini, AKP karşıtı ve neoliberal politikaların yıkıcı sonuçları karşısında emek eksenli bir direniş eğilimi belirledi. Çünkü sermaye düzeniyle, faşist baskılarla, AKP’yle derdi olan halk kesimleri; sermayeye, faşizme ve AKP’ye karşı mücadelenin bugün için birbirinden ayrıştırılamaz şeyler olduğuna ilişkin bilinçli ya da sezgisel bir eğilimle 1 Mayıs alanlarına aktı. O akışta, esasen sosyalistlerin devrimcilerin uzun süren kararlı mücadelelerinin etkisinin yanı sıra yetersiz de olsa emek örgütlerinin çağırması kadar, sermaye ve AKP saldırganlığına dönük kitlesel tepkiler de etkili oldu.
Bu 1 Mayıs’ta açığa çıkan olumlu gelişmeler hanesine şunlar yazılabilir: Daha kitlesel ve kararlı bir katılım, hükümet ve devlet güdümlü konfederasyonların ayrışmak zorunda kalması ve bunu yaparken de içlerindeki AKP ve düzen karşıtı unsurlarla da ayrışması, Kürt hareketinin Newroz ruhunu 1 Mayıs’a aktarma söyleminin alanlarda karşılığını bulması, emekçi halk kesimlerinin güncel direnme eğilimleri ile devrimciler arasındaki buluşma noktalarının çoğalması.
Öte yandan, en genel anlamıyla dünyaya emeğin-solun penceresinden bakanların seferberlik günü olan 1 Mayıs, bir gövde gösterisi olmanın yanı sıra bir bilanço çıkarma günüdür de. Yani egemenlere karşı tepkilerini başka bir dünya özlemiyle birlikte ifade edenlerin mücadelelerini ilerletebilmek için gidermesi gereken eksikler de orada görülür. Üzerinden biraz zaman geçmiş olmasını avantaja çevirerek 1 Mayıs’ı daha soğukkanlı ve nesnel bir değerlendirmeye tabi tutalım.
1 Mayıs 2012 kitlesel, görkemli, AKP karşıtı, sol, devlet güdümlü sendikalardan ayrışmış ve emek eksenliydi. Ama…
Kitleselleşme ile örgütlü katılım arasındaki orantısızlık
Taksim 1 Mayıs’ı göz önüne alındığında, toplam katılım artmasına karşın örgütlü katılım zayıflamıştı. Katılımcıların çoğu kortejlere girmek yerine doğrudan alana yönelmeyi tercih etti. Kortejlerin ise birkaç istisna dışında önceki yıla göre zayıfladığı ya da yerinde saydığı görüldü. Bunda, yürüyüş kollarına girmenin saatlerce beklemeyi, miting programını kaçırmayı, hatta alana girememeyi göze almak anlamına gelmesi elbette etkili olmuştur. Ancak asıl neden, rejime karşı tepkinin kitleselleşmesine karşın bunu kapsama yeteneğine sahip sendikal ve siyasal bir çekim merkezinin olmayışıdır. 1 Mayıs’ın örgütlü katılımın önemli bir kısmı neoliberal saldırganlığa karşı çeşitli somut alanlardan mücadele edenler ile (birincisine göre daha az oranda olmak üzere) rejime daha genel ve geleneksel siyasal duruştan muhalif olanlardan oluşurken; örgütsüz katılımın rejimin mağduru olmasına karşın somut bir mücadele pratiği içinde olmayanlardan oluştuğunu söylemek mümkündür. 1 Mayıs 2012’de örgütlü ve örgütsüz katılım oranlarının birbirine yakın olması bu durumun üzerinde önemle durulmasını gerektirmektedir.
1 Mayıs’taki örgütsüz katılımın yükselişi ve örgütlü katılımın zayıflığı teknik nedenlerden çok politik nedenlere bağlıdır. Birincisi ve olumlusu bugüne kadar örgütlü mücadeleye katılmamış kesimler içinde de mücadele eğilimleri güçlenmektedir. Öte yandan mücadelenin örgütlerinin önemli bir bölümü, mücadelenin genel doğruları ile güncel eğilimleri arasında bağ kurmaktan uzaktır. Kitleleri harekete geçiren somut güncel zemin, bugün için asıl olarak neoliberal yıkım politikalarına ve AKP’nin faşizan baskılarına karşı verilen mücadelede yatmaktadır. İkisinden birini ihmal ederek ne kitleleri politikleştirmek ne de politikayı kitleselleştirmek mümkündür. Sorunun genel olarak kapitalizme, genel olarak devlete ve faşizme karşı mücadele olarak eksik kavranışı, yıl içerisindeki eksikli politika yapış tarzı alana da yansımıştır.
“AKP karşıtlığı” ve “AKP karşıtlığı karşıtlığı”
Saat 14.00’te tüm Türkiye’de hep bir ağızdan atılan “Faşizme karşı omuz omuza” sloganında da simgeleşen AKP karşıtlığı alana damgasını vurmuş olmakla birlikte, sol içinde kimi kesimler bunu düzen içi bir eğilim olarak eleştirip daha genel bir sistem karşıtlığını öne çıkarmaktadır. Öyle ki bu bir saplantı düzeyine vardırılmakta, güncel sorunları ifade etmeme pahasına AKP sözcüğü kimi örgütlerce söylemden çıkarılmaktadır.
AKP karşıtlığını sistem karşıtı mücadelenin güncel ifadesi kabul ederek, ezilen kesimlerin, kendi ifadeleriyle “AKP devleti”ne, “AKP faşizmi”ne, “AKP karanlığı”na karşı farklı çizgilerden mücadele pratiklerini örgütleyen Halkevleri, TKP ve BDP’nin 1 Mayıs’ın kitlesellikleriyle öne çıkan örgütleri olması da tesadüf olmasa gerek. Alanların başkaca kitlesel örgütleri de vardı ve başta BDP olmak üzere söz konusu örgütler elbette kendi içlerinde önemli özgünlüklere sahiptir. Ancak bizim vurgulamak istediğimiz izlenen siyasal çizginin ve somut mücadele pratiğinin sorunu olan kitlelerle buluşmasının yarattığı sonuçlardır.
Ayrıca, Diyarbakır’da 32 yıl sonra ilk kez 1 Mayıs’ta bir miting yapılması, mitinge katılımın kitleselliği ve coşkusu, yalnızca Diyarbakır’da değil Batman, Ağrı, Hakkari gibi iller başta olmak üzere bölgede yaygın 1 Mayıs’lar yapılması ve Kürt halkının metropollerdeki katılımının artışı önemlidir. Bu, Kürt hareketinin işçi hareketiyle buluşabilecek -özellikle metropollerde yığılmış Kürt kökenli yeni işçi kitlelerinin oluşturduğu- potansiyellerini harekete geçirmeye başladığının/başardığının işareti olarak okunabilir. Bu çizginin ilerletilebilmesi, güçlendirilebilmesi halinde işçi sınıfı hareketi kısa sürede ciddi bir kuvvete kavuşabilecektir.
Sendikal alanı değişmeye zorlayan dinamikler
Şaşırtıcı olmayan biçimde, 1 Mayıs’a katılan işçilerin de önemli bir bölümü sendika kortejleri yerine politik grupların kortejlerini ya da bağımsız katılımı tercih etti. Taksim 1 Mayıs’ına kaç kişinin katıldığı konusundaki tahminler 200 binin üzerinde seyrederken (700 bine kadar çıkaranlar var), sendikaların toplam katılımı 25 bin civarında kaldı. İşin aslı, sendikalar politikleşmiş işçi sınıfını dahi kapsayamıyor, sınıfın yeni bileşimini kavrayamamanın sonucunu yaşıyor. 1 Mayıs’ın görece canlı kortejlerinde Birleşik Metal-İş ve Petrol-İş gibi geleneksel zemini yeni dinamiklerle doğru bir çizgide buluşturabilen pratikleri örgütleyen sendikalar, güvencesizliğin taşeron çalıştırma, iş kazaları, işsizlik ve sendikasızlaştırma biçimindeki görünümlerine karşı tepkileri örgütleyen sendikalar öne çıktı. Bunlar da elbette mevcut yapıyı belirleyen geleneksel dinamikler değil, ye
ni dinamiklerdi.
Emeğin gündeminin AKP karşıtlığı ile buluşması, AKP’nin neoliberalizmin kurucu iktidarı olduğu ve emekçilere karşı katı bir sermaye programını savunduğu genel gerçeğinin dışında özellikle eğitim, sinema, tiyatro alanlarında, metal, sağlık ve enerji işkollarındaki sınıfsal çelişkinin doğası gereği de böyleydi. 4+4+4 düzenlemesi, tiyatroları özelleştirme hamlesi, metal ve enerji gibi işkollarında güdümlü sendikalar aracılığıyla işçileri düşük ücret ve güvencesiz çalışma koşullarına razı etme çabaları ile AKP kendi gerici-faşist gündemini en çıplak biçimlerde emek düşmanlığı ile kaynaştırarak sınıfı karşısına almış durumda. Eğitim emekçilerinin daha da artan katılımı, sinema-dizi-tiyatro emekçilerinin kitlesel ve canlı katılımı bu alanlarda yaşanan son süreçlerin sonucu.
“Güdümlü” konfederasyonların ayrışması…
Elbette işçi sınıfı ile sermaye iktidarının arasındaki çelişkinin ve çatışmanın en görünür ifadelerinden birisi 1 Mayıs sürecinde devlet ve hükümet güdümlü konfederasyonların ayrışarak ayrı mitingler yapması oldu. Türk-İş, Hak-İş, Kamu-Sen, Memur-Sen merkezlerinin DİSK ve KESK ile aynı alanlarda bulunmaması gerçekten de hayırlı oldu. Üstelik bu durum Hak-İş, Kamu-Sen ve Memur-Sen’in kabarık resmi üye sayılarının aksine emekçileri 1 Mayıs gibi bir günde seferber edebilecek nitelikten yoksun, güdümlü, kontra örgütlenmeler olduğunu açığa çıkardığı gibi Türk-İş içindeki farklı bir güç merkezini de görünür kıldı. Türk-İş içinde konfederasyon merkezine muhalif olan bazı sendikaların oluşturduğu Sendikal Güç Birliği Platformu’nun yanı sıra, Yol-İş gibi başkaca Türk-İş sendikaları da DİSK, KESK mitingine katılmayı tercih etti.
Sendikal alanda, sermayenin ve onun hükümetlerinin emek karşıtı politikalarının işçi sınıfı içerisinde meşrulaştırılması ve uygulanmasını kolaylaştırmaktan başka bir işlevi olmayan Türk-İş, Hak-İş, Türk Kamu-Sen ve Memur-Sen’in gerçek anlamı bir kez daha ortaya çıkmış oldu. “Birlik” tartışmaları açısından, birliğin hangi zeminde, kimlerle ve nasıl yapılacağını ve mücadelede safları netleştiren bir süreç oldu. Taksim’i ve 1 Mayıs’ı özgürleştirme mücadelesi verdiğimiz 2007, 2008 ve 2009’lu yıllarda, Taksim’i nostalji ve anlamsız bir inat olarak gören Hak-İş’le, Taksim ısrarını işçi sınıfına zarar vermek olarak gören ve Kadıköy’de miting yapan Türk-İş’le bugün hangi ortak hedefle bir araya gelinebileceği manidardır. 365 günün hiçbirisinde, herhangi bir hak kaybı ya da saldırı karşısında yan yana gelemeyen, “birlik”te herhangi bir mücadele sürecinde yer alınmayan bu örgütlerle 1 Mayıs’tan 1 Mayıs’a “birlik” olmanın anlam(sızlığ)ı herkes açısından açığa çıkmış oldu.
Ama güdümlü sağ konfederasyonların ayrılığına ilişkin önemli bir ayrıntıyı not etmekte fayda var. Kimse onları kovmadı, ya da DİSK, KESK ve solun yükselttiği safları netleştiren bir mücadele süreci bu kurumları dışarıda bırakmadı, onlar kendileri gitti. DİSK ve KESK maalesef yıllar boyu Türk-İş, Hak-İş, Kamu-Sen ve Memur-Sen ile ortak 1 Mayıs kutlamasından yana tavır aldı. Bu yıl da “irade” ortak kutlamadan yanaydı ancak söz konusu kontra konfederasyonların AKP’ye bağlılığı o derece ilerlemişti ki, “Kürt sorununda barışçıl demokratik çözüm istemeyi, Suriye’ye yönelik müdahalelere karşı çıkmayı ve 4+4+4 düzenlemesini eleştirmeyi” kabullenemedi ve haftalar boyu DİSK’le, KESK’i oyaladıktan sonra çekip gittiler. Böylece DİSK ve KESK mücadele eğilimlerinin azamileştiği bir ortamda asgari çalışma ile 1 Mayıs’a girdi.
DİSK’i yönetmek ama 1 Mayıs’ın bütününün sorumluluğunu üstlenecek biçimde kapsayıcı ve büyük düşünememek…
Her türlü eksiğine rağmen solun ve emek hareketinin kolektif iradesinin en simgesel örgütü olan ve Taksim’in kazanılması mücadelesinde öncülük eden DİSK yönetimi ise bu mirası olumsuz biçimde kullandı. Sağ sendikaların alandan uzaklaşmasına sevinenler için DİSK kortejinin protokol sırasında verilen resim trajikomik ve üzücüydü. DİSK yönetim kurulunun kortejin önünde yürüyerek en azından DİSK’in bütünlüğünü temsil edecek bir fotoğraf yerine, DİSK’in yeni genel başkanı Erol Ekici sol koluna Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ü, sağ koluna da, Taksim’in yeniden kazanıldığı dönemin DİSK genel başkanı ile alana girdi. Genel İş’li işçilerin bir kısmının “Şişli Belediyesi” bayrak ve önlükleriyle Mustafa Sarıgül reklamı yaptığı, sendikalar arası bütünlükten yoksun parçalı kortejiyle DİSK, bu kez alanın kolektif ruhunu temsil yeteneğini de yitirmiş bir halde oradaydı.
Alandakileri bezdiren, neredeyse aynı içerikte olan 9 kürsü konuşmasının varlığı da bu durumun bir yansımasıydı. Alandaki ortak duyguyu; neoliberalizme, güvencesizliğe, faşizme ve onun bugünkü iktidarı AKP’ye karşı mücadele eğilimini ifade edecek bir inisiyatif merkezi yoktu. Bu yokluğu dert etmesi gereken DİSK yönetimi ise alanın bütününden çok kendi aidiyetlerinin haliyle ilgilenmekten öte bir performans sergileyemedi. Hazırlık toplantıları esnasında tüm katılımın gereklerine göre ve tüm kolların ve kortejlerin katılımının sorumluluğunu taşıyan bir anlayışla hareket edilmedi ve bu tutum alanda da kendisini tekrar etti.
İstanbul’da sergilenen yaklaşım derece derece vahim biçimlerde Ankara’da ve Samsun’da da sergilendi. Tertip komitesinin sorumluları, kendi güçsüzleşmelerinin faturasını elde ettikleri mevkileri kullanarak güçlenen kortejlere ödetmeye çalışmak, birilerini öne birilerini geri itekleme hesapları yapmak gibi sorumsuz ve sorunlu davranışlar sergilediler. Ankara’da, mitingin örgütlenme sürecini (KESK şubelerinin katılımı dahil) tüm demokratik katılımlara kapatan bir çalışma tarzı izlenmesi, 1 Mayıs sabahı tertip komitesi marifetiyle bir kortej sırası krizi çıkarılması, Kürtçe konuşma talebinin yok sayılması, Samsun’da bir buçuk yıldır direnişte olan işçilerin kürsüden söz hakkı talebinin, tertip komitesi onayına rağmen birtakım sendika ve siyaset eliti tarafından “şiddetle” engellenmesi, direnişçi işçilerin talep ve sloganlarının ses düzeni marifetiyle (enternasyonel marşının sesi yükseltilerek) bastırılması gibi örnekler yaşandı.
Tüm bunlar, sorumluluk sahibi pozisyonları işgal edenlerin kayda değer bir bölümünün, 1 Mayıs alanlarında o görkemi ve kolektif ruhu yok sayma pahasına hala fraksiyoner kaygılarla hareket etmeyi tercih ettiğini göstermektedir. Yüzbinlere seslenebilecekken binlere seslenmeyi tercih eden zihniyet, sendikal hareketle emekçiler arasındaki mesafeyi kapatabilir mi? 1 Mayıs alanlarında açığa çıkan enerji geleneksel sendikal merkezlere yerleşip kalmış bu kalıntılara birkaç gömlek fazla gelmektedir.
Geleneksel parçalanıyor, yeni kuruluyor…
Son birkaç 1 Mayıs’tır giderek yaygınlaşan, kitleselleşen ve politikleşen gösteriler emek, hak ve demokrasi mücadelesi ekseninde yükselen AKP karşıtı toplumsal bir kabarışa denk düşmektedir. Henüz büyük ölçüde örgütsüzlükle malul olan bu toplumsal kabarış; parçalı ve çok merkezli muhalefet örgütlerinin eylem birliği şeklinde örgütlenen 1 Mayıs’ların kolektif ruhunu belirlediği gibi geleneksel yapıların çözülüşü ve onların yerini alacak yeni inisiyatif merkezlerinin kuruluşu yolunda gözle görülür gelişmelere de yol açmıştır.
Yalnızca 1 Mayıs 2011’den 1 Mayıs 2012’ye yaşanan değişim bile bunu ortaya koymaktadır. Emekçilerin mücadele eğilimlerinin kabarışı içinde geleneksel çözülmekte ve de