Alanlarda kızılın haricinde o kadar çok renk vardı ki bir soru ister istemez akıllara takıldı 2012 1 Mayıs’ının ardından: Kızıl, elleri zincirli kaslı erkek işçinin kurtuluşunu simgeleyen afişin asıl sahibi ve taşıyıcısıysa, dolaysıyla işçi sınıfının öncüsüyse, geriye kalan renkler kimi temsil etmek için veya hangi hakkın takipçisi olarak gelmişlerdi? Her renk bir kimliğe karşılık geliyorsa, […]
Alanlarda kızılın haricinde o kadar çok renk vardı ki bir soru ister istemez akıllara takıldı 2012 1 Mayıs’ının ardından: Kızıl, elleri zincirli kaslı erkek işçinin kurtuluşunu simgeleyen afişin asıl sahibi ve taşıyıcısıysa, dolaysıyla işçi sınıfının öncüsüyse, geriye kalan renkler kimi temsil etmek için veya hangi hakkın takipçisi olarak gelmişlerdi? Her renk bir kimliğe karşılık geliyorsa, o vakit işçi sınıfının öncüleri ve elbette ki öncülüğünü üstlendiği, işçi sınıfı, sayısal olarak azaldı ve birleştiricilik gücünü kaybetti ya da işçi sınıfı farklı kimliklere dağıldı, başka türlü bir tanınırlık talep eden özneler ortaya çıktı mı demeli? Başka türlü ifade edilirse; kimlikler çoğullaştı ve bu kimlikleri tek başına biraraya getirecek merkezi bir öğe yok mu? Aynı sorunun daha başka versiyonları da bulunabilir fakat sualin vurgusu çeşitlilik, farklılık ve birlik etrafında şekilleniyor. O halde sorgulama farklılık ve birlik ilişkisine odaklanmalı.
Böylesi bir yazı için uzun bir alıntı olsa da, çokça moda kavramları içeren, Eyüp Can’ın yazısının incelenmesi farklılık ve birlik ilişkisinin serimlenmesine yardımcı olur. Eyüp Can şöyle diyor 1 Mayıs’ın ardından: “Çünkü 1 Mayıs artık ne kavganın ne de tek bir sınıfın bayramı. Prangalı işçi afişi geçen yüz yılın sembolüydü. Oysa bu yıl 1 Mayıs farklılıkların ve özgürlük talebinin bayramı. … Özgürlük talebi bu kadar renkli ilk kez 1 Mayıs’ta herkesin talebi olarak yükseldi meydanlardan. Prangalar artık kollarımızda değil zihinlerimizde. Zihni prangalı olan işçiler değil her kesimden yasakçı anlayış. Ve bu anlayışa karşı her kesim meydanlarda. Ne klasik işçi-işveren karşıtlığı izah edebiliriz yeni durumu ne de basit ezen-ezilen ikilimleriyle. Yeni bir afişe ihtiyaç var. Farklılıkları kucaklayan, insanca yaşama ve özgürlük talebini kuşatan yeni 1 Mayı afişine” (Eyüp Can, Prangalı Afişten Yeni Afişe, Radikal, 02.05.2012). Aslında Eyüp Can’ın neşe ve mutluluk içinde söyledikleri çok da yeni değil, Batı’nın entelektüel cephesinden uzun zamandır efil efil bize doğru esmekte, fakat yeni olan söylenenler değil bizim 1 Mayıs’ta tanık olduklarımız – o renk cümbüşü. Dolayısıyla o cümbüşün tam anlamını kavramak için “yeni” olanla “eski” yorumu buluşturup, buluşmayı eleştirel bir edime tabi tutmak gerek.
Eyüp Can, tanıklık ettiklerine müphem anlamlar yükleyerek sevincini anlatır. Sınırsız bir çeşitlilik alanı açılmaktadır ona göre. Birbirleriyle buluşmaya ihtiyaçları olup olmadıkları bir yana, bu farklılık ırmağının nasıl ve hangi saiklerle yanyana durabilecekleri de açıklanamazdır. Klasik ayrımlar silikleşince, yeni ayrımların varlığını aramak beyhude bir çabaya karşılık gelmekte ve bir tek, sonsuz bir ufukta kaybolup gidecekmiş hissi veren özgürlük ve insanca yaşam talebi anlamlı olarak kalmaktadır Can için. Kimin, ne için ve kime karşı özgürlük talebini kuşanacağı; insanca yaşam isteğinin önündeki engellerin neler olduğu, tabi ki beynimizde ki o kalın zincirleri saymazsak, önemsizleşmektedir. Kutuplar yok, hatlar belirsiz; sadece çoğullukların sınırsız kucaklaşmaları ve kaynaşmaları var. Senaryo bu: bir dizi kaygan kavramla baskı ve sömürü silinmekte. Anlaşılan o ki Eyüp Can’ın tanıklığı, alandaki farklılığı fark etmede, eğer renk körüyse ancak bir başarı sayılabilir, yeterli olsa da biraz ilerleyince bulanıklaşmakta, miyoplaşmaktadır.
İki bin on iki bir mayısını yorumlamanın bir başka versiyonunu da toplanan kitleyi AKP karşıtlığıyla eşitleyip bu karşıtlık zemininde kaslı erkek işçi afişinin birleştiriciliğini başka bir açıdan yakalamayı ummak oluşturur. Burada cepheleşme kesin ve kati. Kime karşı olunduğunun bilinci tam. 1 Mayıs’ın yukarda alıntılanan ilk yorumu kime karşı birlik olunduğuna herhangi bir yanıt üretemezken, ikinci bakış açışı somut hedef gözeterek, farklılığın bilincinde, yanyanalığın birleştirici unsurunun ayırdındadır. Savaş terimleriyle, hasım açık ve nettir. Fakat bu açık ve netlik bir şeyi gözden kaçırır. Hasımın görünürlüğü, birlikteliği sınırsızlaştırır. Kime ve neye karşıyız soruları rahatlıkla cevaplarını bulabilirken, kiminle ve nereye kadar sorusu bulanıklaşır, görünürlüğün netliği karanlık noktalar bırakır. Hasım o kadar somuttur ki, gölgesinde barınan ayrımlar silikleşir. Eyüp Can’ın muştuladığı ayrımların kaybolması düşüncesi, burada belli bir ortaklık kurma hevesi uğruna peşinen kabul edilir. Ezen-ezilen, işçi-işveren ve bu ayrımlar üzerinde yükselen baskı ve sömürü ilişkileri yoksanır. Farklılıklarının buluşma noktası (buluşma kendiliğinden olmaz her zaman bir yaratı meselesidir) böylece hasmın maddiliğinde, daha derindeki fay hatlarını ıskalayarak, kurulmaya çalışılır.
Oysa, siyasalın temelinin yoksul ve zengin arasındaki mücadele olduğu açıkça kabul edilmelidir. Ranciere’den ödünç alarak, ortak varlığın yönetiminde payı olmayanlarla onu kontrol edenler arasındaki mücadeledir siyasal olan. Hesaba katılma hakkı olmayanlar kendilerini hesaba kattıklarında ortaya çıkar. Bu nedenle, siyasal mücadele verili iktidar temsilcilerini daima aşar ve aşmalı onun ötesine geçebilmeli, geçmelidir. Farklılığın bu derindeki çatlak temelinde kurulması kiminle ve nereye kadar sorularına yanıt üretir ama aynı zamanda kime karşı olunduğunu da gözden kaçırmaz.
Kaslı erkek işçi afişinin 1980 öncesi bu ülkede gördüğü işlev tam da buydu. Çeşitli taleplerin, hesaba katılma hakkı olmayanların kendilerini hesaba dahil etme mücadelelerinin, ortak bayrağıydı. Yoksa o işçi figürü sosyoloji kitaplarının haricinde hiç var olmadı- en azından sadece işçi olarak, bağrında hep başka kimlikleri de barındırmaktaydı zaten; hem işçiydi hem Kürt, hem işçiydi hem kadın, hem de gay vs. Bugün, önceden aynı işlevi gören, farklılıkları biraraya getiren ortak temeli yeniden oluşturmakta zorlansak da bu, ne ayrımların silikleştiği anlamına gelir ne de çoğulluğun berlirsiz yanyanalığına işaret eder. Mesele, fay hattının farkına varabilmekte, ve bu fay hattının dinamizmine uygun müdahalede bulunabilmektir. Farklılığı yok sayma değil, onunla buluşabilecek kanalı derinde yatan çatlakla buluşturabilmektir. Burada son sözü Lenin’e bırakmak, onun 1905 Devrimi ile ilgili ifadelerine yer vermek, şimdiye kadar söylenenlerin ne anlama geldiğini daha net ortaya koyar: “1905 Rus Devrimi, burjuva demokratik devrimdir. Çarpışmalara halkın bütün hoşnutsuz sınıfları, grupları, öğeleri katıldı. Bunların arasında, en kaba önyargılarla, belirsiz ve acayip mücadele amaçlarıyla dolu kitleler vardı; Japonlar’dan para alan küçük gruplar vardı; karaborsacılar, serüvenciler vb. vardı. Ama nesnel olarak, kitle hareketi Çarlığın belini kırıyor ve demokrasi yolunu açıyordu; bu yüzden sınıf bilincine varmış işçiler önderlik etti ona” (Lenin – İtalik benim).