Sabo’ya … “Kievski, Ana Vatanın savunulması sloganının “haince” olduğunu söylüyor. Kendisine senet veririz ki, anlamını kavramaksızın,üzerinde düşünmeksizin bir sloganı papağan gibi yineleyen kişiler için, her slogan “haince”dir ve her zaman öyle olacaktır” -Lenin Aslında bu yazıda ele alacağımız mesele biraz karmaşık. “İşçilerin vatanı yoktur” diyen bir ideoloji vatanseverlik, yurt savunması, bağımsızlık kavramlarıyla bağdaştırılabilir mi? Ya […]
Sabo’ya …
“Kievski, Ana Vatanın savunulması sloganının “haince” olduğunu söylüyor. Kendisine senet veririz ki, anlamını kavramaksızın,üzerinde düşünmeksizin bir sloganı papağan gibi yineleyen kişiler için, her slogan “haince”dir ve her zaman öyle olacaktır” -Lenin
Aslında bu yazıda ele alacağımız mesele biraz karmaşık. “İşçilerin vatanı yoktur” diyen bir ideoloji vatanseverlik, yurt savunması, bağımsızlık kavramlarıyla bağdaştırılabilir mi? Ya da bizim “vatan” dediğimizde anladığımız şey ne olmalı? Burjuvazinin memaliği mi (1) yoksa çeşitli etnik kökenlerden gelen halkların öyle veya böyle bir arada yaşadığı topraklar bütünü mü? Ya da biz “vatan” dediğimizde kastettiğimiz şey, bugün var olmayan bir ütopya, bir hayal mi?
Dünya bir gün, tüm diğer emekçi halklarla beraber yüreğimizin ortakça attığı ve dışarıydaymış gibilik algısıyla “dünya” değil de içsel bir hissiyatla “vatan” diyeceğimiz muhayyel büyük insanoğlu komünü olacak, evet. Fakat, bu gerçeklik yahut hedef, bizi şu an üzerinde yaşadığımız toprakların, yurdun savunusunu yapmaktan, bağımsızlık(çılık)söylem ve eyleminden alıkoyar mı? Bu sorunun yanıtı, hayır. Üzerinde yaşadığımız toprak, özgür bir dünya için verilen savaşın, buradaki kızıl üssü olacak bir parçasıdır. İşte o nihâî ve kutlu gün için de, bu toprakların bağımsızlığını savunmak ve bu eksende mücadele vermek gerekiyor. Her ülkenin kendi kurtuluş savaşı, devrimci ve sınıfsal bir özle biçimlendirilip, enternasyonal mücadelenin yereldeki hücresi olarak kavranıp, kavratılmalı. İsterseniz, burada sözü Lenin’e bırakalım: “Yalnızca bir ve tek gerçek enternasyonalizm vardır: O da insanın kendi öz ülkesinde devrimci hareket ve devrimci savaşımın gelişmesi için özveri ile çalışmasına, istisnasız tüm ülkelerde, bu aynı savaşımı, bu aynı çizgiyi ve yalnızca onu (propaganda, yakınlık, maddî bir yardım aracıyla) desteklemesine dayanır. Tüm geri kalanı, yalandan (…) başka bir şey değildiLenin, bu sözleri Nisan Tezleri’nde kaleme almış. Metnin özet formülü şöyle çıkarılabilir sanırım: vatanseverlik+sınıf bilinci + devrimcilik = enternasyonalizm. Yani, “biz enternasyonalist devrimcileriz, ‘vatan’la işimiz olmaz” demek, mânâya vurulduğunda, pek de olumlu bir espri ihtiva etmiyor.
Ancak, burada, yani “vatan”, “vatanseverlik”, “bağımsızlık” kavramlarının kullanımı konusunda keskin bir çizgi ve belli belirsiz dikenlerin dizili olduğu bir güzergâh var. Adı geçen nosyonları lûgatlerinde sıkça kullanan yapılarda kimi zaman, belirgin ve ifratta, kimi zamansa biraz kazınınca ortaya çıkan bir milliyetçi sapma durumunun uç verdiğini görüyoruz.
Örneğin, “Türk bayrağı” meselesini ele alıştan değerlendirirsek, kendini “komünist” olarak niteleyen kimilerinin, Türk bayrağını “emperyalizme ve işgalci güçlere karşı yürütülmüş bir kurtuluş savaşı sırasında şekillenen bir bayrak” olarak kavradıklarını, dolayısıyla komünistlerin de doğal olarak bu bayrağı taşıyabilecekleri, ancak -kabaca söylersem- faşistlerin bu sembolü suçlarını gizleme ve işkence aracı olarak kullandıklarını, bu yüzden de komünistlerin alanlarda Türk bayrağı dalgalandır(a)madıklarını, fakat bunun bayrağın işbirlikçilere bırakıldığı anlamına da gelmediği şeklinde değerlendirmeler yaptıklarını görüyoruz… Şimdi, evvelâ,komünistlerin yaşadıkları ülkelerin bayraklarıyla çok fazla bir sorunları olmadığını kabul edelim, nihayetinde bu semboller, şu veya bu şekilde bir ulusun çok şey atfettiği simgeler de olmuştur. Buna tamam, ama Türk bayrağının “emperyalizme karşı verilen kurtuluş savaşında şekillenen” bir bayrak olduğu nereden çıkarılıyor? Tarihî bilgiyle ilgili bir sıkıntı mı var ya da ucuz popülizm mi yapılıyor; yoksa samimi olarak bu şekilde mi düşünülüyor?
Türk bayrağı, Kurtuluş Savaşı’nda filân şekillenmiş bir bayrak değil, ilk hâli III.Selim döneminde yıldızı sekiz köşeli olarak ortaya çıkmış, sonra II.Abdülmecit’in hükümranlığı devrinde, 1842’de yıldızın köşelerinin beşe indirilmesiyle hemen hemen bugünkü şeklini almış bir bayrak. Genç Cumhuriyet, 29 Mayıs 1936’da aldığı “bayrak kanunu” kararıyla da bayrağa son şeklini vermiş, ancak bu düzenleme hilâl ve yıldızdaki şişikliğin rötuşlanmasından ibâret kalmıştır. Yâni, kimi grupların sâhiplendiği bayrak yayılmacı ve sömürgen Osmanlı’nın bayrağından başka bir şey değil, o hâlde komünistler de bu bayrağı alanlarda şerefle ve şanla dalgalandıramazlar. Bu yüzden, bırakalım da bayrak milliyetçilere kalsın ve onu her ne için kullanacaklarsa kullansınlar. Bize işçilerin çekici, köylülerin orağı ve beş kıtanın birlik yıldızıyla süslenmiş kızıl bayrağımız yeter.
Kendini “solcu” olarak tanıtan biri,bu vatan, millet, bayrak konularında eveleyip, geveleyip, size milliyetçilikten ve popülizmden arınmış net cevaplar veremiyorsa eğer, bilin ki o kişi Marksizmi ya katafalka yatırmıştır ya da bir cenâze merâsimini aklına getirip getirip duruyordur. Yok, eğer kişi savunduklarının Marksizmle bağdaşmadığını bilmesine karşın milliyetçiliğe kaçan söylemi bir çeşit “sentez” yaratma gâyesiyle söylüyorsa bu da sola değil, olsa olsa milliyetçi mefkûreye bir “katkı” olur, ondan da ancak mutant bir ideolojik örgü filizlenebilir -Anarko-kapitalizm gibi-.
Vatanın bağımsızlığı meselesi ise bayraktan çok ayrı bir kategoriye giriyor. Devrimciler, yaşadıkları toprakların bağımsızlığını savunmak zorundadır, bunun aksini düşünmekse eşyanın tabiatına aykırı. Gerçekler, Marksist klâsiklerden referanslara gereksinim duymaz, bir devrimci anti-emperyalist olmak durumundadır, bunun başka türlü okuması da vatanseverlik ve bağımsızlıkçılık mecburiyetidir. Burada temel nokta, yazının başında da belirttiğimiz gibi bağımsızlık ve vatanseverlikten ne anladığımız. Bizim bağımsızlık için yeterli ölçütümüz, memleketteki resmî binaların tepelerinde “ulusal bayrağın” dalgalanması değil, her türlü emperyal bağdan azade gerçekten özgür bir halkça, hakça yönetilen gerçekten bağımsız bir vatandır. Bizim tasavvur ettiğimiz özgür vatanda bir ulus, başka bir ulusa baskın çıkmaz, bir dilin, başka bir dile üstünlüğü dillendirilmez. Yalnızca ülke içinde yaşayan halklar değil, dünyanın tüm emekçi halkları kardeş görülür. “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” gibi söylemler insanlık suçu sayılır. Bizim özgür vatanımızda öteki tüm özgür vatanlarla müşterek özgür mavi küreye gidecek son kavganın yığınağı yapılır.
“Vatan”, “bağımsızlık” gibi kavramlardan en azından irrite olanların, Kürt ulusal hareketine karşı geliştirdikleri eleştirisiz ve tamamen tabîyete dayalı tavırları da bu grupların, Marksizm okumalarıyla ilgili aynı sorunlu durum, süreç tahlili ve yanlış tutum alımlarından ileri geliyor. Ezen ulus milliyetçiliği haklı olarak lânetlenirken,ezilen ulusun kurtuluş hareketi tamamen kutsanıp,”korumacı” bir yaklaşımla Kürt hareketinin hatalı, yanlış ve zarar verici bâzı eylem ve söylemleri görmezden geliniyor. Devrimci örgütlerin Kürdistan’da faşizme ve oligarşiye karşı savaş vermemesi teorileştiriliyor. Söz konusu yapılardan, Kuzey Kürdistan’da az çok örgütlenmeye gidenlerse, Kürt hareketinin lokomotifliği olarak nitelendirilebilecek lâfız ve pratiğin ötesine geçmiyor.
Leninizm’in düsturlarındandır, ezilen ulus milliyetçiliğiyle dayanışmak ve onu imkân dâhili olan tüm araçlarla desteklemek gerekir. Ancak, bu “eleştirmeksizin sâhiplenmek” gibi bir anlam da va
z’etmiyor. Kürt yurtsever hareketi, eninde sonunda Marksizm-Leninizm’den etkilenmiş bir harekettir, bu tek başına olumlu bir durum, ancak madalyonun öbür yüzünde bir de milliyetçilik duruyor. Bir milliyetçiliğin, ezilen ulus milliyetçiliği olması, onun milliyetçi akımların temel özelliklerinden olan fayda eksenlilikten soyutlandığı anlamına gelmez. Kürt hareketinin de kimi ideolojik savrulmalar yaşaması işte bu milliyetçiliğe içkin olan pragmatizmden ileri geliyor. Yoldaşlığın ve dostluğun temel şartlarından biri, yanlış görülen/bulunan noktalarda muhataplara yapıcı eleştiriler yöneltmektir.
Mevzunun bu yanında bir de tam tersi eksende konumlanıp, sol adına yanlışa düşen hareketler de var elbet. Burada kast ettiğim tabiî ki İP ve benzeri sağ ya da sağcılaşma eğilimleri iyiden iyiye artmış klikler değil. Samimî olarak devrimcilik yapma gayretinde olup da akşam yatıp “vatan”, sabah kalkıp “bağımsızlık” diyen, enerjisinin ve fikriyatının önemlice bir bölümüne bu cepheye kanalize edenleri kastediyorum. Söylemin ve eylemsel ilgi alanlarının yoğun şekilde bu yönlere kayması tehlikeli. Söz konusu devrimclerin, farz-ı misâl sık sık “sözde milliyetçiler” gibi sıfat tamlamaları kullanması da vatanseverlik meselesindeki olası sallantıların yarattığı bulanıklığın getirilerinden. “Özde milliyetçi” ne ki, “sözde milliyetçi” o olacak? Milliyetçilik olumlu bir şey mi? Milliyetçilik hakikatten de milletin haklarını mı savunur yâhut o milliyetçilik ulusal mülkiyet çizmekte olan burjuvazinin teorik yaratımı mıdır? MHP, BBP, AKP, CHP milliyetçi değilse, kim milliyetçidir?!
Türkiye’de solun milliyetçiliğin kimi etkilerinin altında olması köklerinden gelen bir olgu. En başta TKP’nin Kemalizm’le tam bir ayrışma yaşayamaması, hatta kimi zaman Kemalizm’e plâtonik bir sevdâyla bağlı olması yurdumuz solunda yanlış temeller atılmasına sebep oldu. Daha sonra gelen kuşak önemli adımlar attıysa da Kemalizm’in solun hücrelerine işlemiş tesiri tam olarak aşılamadı. Deniz hemen hemen tamamen bir Kemalizm güzellemesi yaparken, Mahir de onun kadar olmasa da düşünceleriyle belli noktalarda tıkanmayı aşacak anahtar işlevini göremedi. Mahir’in, teorik bir önder olarak değerli bir simge olması, Kemalizm, Mustafa Kemal, Millî Mücadele konularındaki fikirlerinin, tâkipçileri olan fraksiyonlara da neredeyse hiç değiştirilmeden, tartışılmadan geçmesine sebep oldu. 68 kuşağının devrimci önderleri içinde tek istisnâ bu noktada İbo oldu, bu açıdan değerlendirildiğinde TKP/ML, yalnızca Aydınlık’tan değil, kendi dışındaki solun da hacimlice bir bölümünden olumlu anlamda bir kopuş yaşadı.
Sonuç
Özetle söyleyecek olursak, sol, enternasyonalizmi savunurken, vatanseverliği de ıskalamamalı ve tüm milliyetlerden ve inançlardan ezilenlerin sınıf savaşıyla vereceği vatanın kurtuluşu savaşının önünü açmalı ve bu savaşın öncüsü olmalı diye düşünüyorum. Vatan bağımsızlığı meselesine şaşı bakan sol, gerçek anlamda enternasyonalizmi ve Marksist-Leninist fikriyatın çizdiği yolu da ıskalayacaktır zannımca(2). Ne diyordu Lenin, “Ata topraklarının savunulması, emperyalist bir savaşta yalandır, fakat devrimci bir savaşta değil.”(3) Mesele o mesele, yani “vatan”dan ve o vatanın bağımsızlığından, bağımsızlık için savaştan, savaşın halkası olacağı ütopyadan ne anladığımızın meselesi.
Notlar:
1. Osmanlı da yönettiği topraklara “Memâlik-i Osmanîye” derdi, yâni
“Osmanlı mülkleri”
2. “Düşünüyorum”, “zannımca” gibi ifadelerim, tefekküratımı çok
önemsememden değil, fazla “-dır”li ve “-dir”li ifadenin itici gelebileceği kaygımdan kaynaklanıyor.
3. Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm