Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu önceki gün İstanbul’da bir grup köşe yazarı ve gazete yöneticisiyle iki saat süren bir toplantı yaptı ve çoğu yazılmamak kaydıyla, Suriye krizine dair görüşlerini paylaştı. Bu nedenle Sayın Bakan’a atfen yazabileceklerimiz, BM ve Arap Birliği’nin Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan’ın adıyla anılan altı maddelik barış planının uygulanması hususunda Ankara’nın taşıdığı hassasiyetlerle […]
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu önceki gün İstanbul’da bir grup köşe yazarı ve gazete yöneticisiyle iki saat süren bir toplantı yaptı ve çoğu yazılmamak kaydıyla, Suriye krizine dair görüşlerini paylaştı.
Bu nedenle Sayın Bakan’a atfen yazabileceklerimiz, BM ve Arap Birliği’nin Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan’ın adıyla anılan altı maddelik barış planının uygulanması hususunda Ankara’nın taşıdığı hassasiyetlerle sınırlı kalacak.
“Annan Planı”, aynı zamanda Suriye’yle ilgili “uluslararası oyun planı”nın da adı… Şam rejimi Annan Planı’nı Suriyeli Sünnilerin kanında boğmadığı sürece, bütün aktörler hesap ve beklentilerini bu planın parametreleri içinde oluşturmak durumunda.
Rejim ayakta kalmanın çaresini, bazı diğer bölgesel aktörler de bunun tam aksi yönündeki çözümlerini, yani rejimden kurtulmanın yolunu, “Annan Planı”nın mantığı içinde arayacak.
Haliyle, Türkiye’nin Suriye’deki gidişata ilişkin istekleri de Annan Planı’nın çerçevesinde biçimleniyor.
Bu bağlamda Davutoğlu’nun üzerinde önemle durduğu konu, ateşkesin koşulları idi… Sayın Bakan, Suriye ordusuna ait tank ve top gibi ağır silahların şehirlerden çekilmesinin yetmeyeceğini, bunların şehir dışında ya da kırsalda üslenmeyip kışlalarına sokulmalarının mutlaka sağlanmasını istedi. Bunun da ötesinde Davutoğlu, tank ve topların kışlalarında kalmasının temini için durumun BM gözlemcileri tarafından yerinde tespit edilmesini ve bu silahların bir envanterinin çıkarılması talebini de getirdi.
Dışişleri Bakanı ayrıca, BM gözlemcilerinin Suriye’deki bütün alana yayılacak ölçüde ve sayıda gönderilmesi gerektiğinin altını çizdi.
Hayata geçtiği takdirde, şehirleri bombalayarak isyan bastırma imkânını rejimin elinden alacak olan bu tür spesifik koşullar, altı maddelik Annan Planı’nda detaylandırılmış değil.
Annan Planı’na paralel olarak Davutoğlu’nun da ısrarla vurguladığı diğer iki husus, “halkın kendi görüşlerini ifade edeceği ortamın ortaya çıkması için barışçıl gösterilere izin verilmesi” ve “Suriye’nin uluslararası medyaya açılması” idi.
Buraya kadar. Sayın Bakan’ın kendisine atfen yazılmasına izin verdiği görüşleriyle bir köşeyi doldurmak mümkün değil. Gerisini kendi gözlem ve yorumlarımla tamamlayacağım.
Demek ki “Annan Planı”, tabii Ankara’nın sert ve zorlayıcı yorumu doğrultusunda uygulanırsa, Şam rejiminin oksijensiz bırakılarak nihayete erdirilmesine de bir zemin sunabilirmiş. Türkiye’nin bu plan dâhilinde Suriye için arzuladığı “barışçı çözüm”, krizin alabildiğine uluslararasılaştırılması ve bunun paralelinde “Tahrir modeli” bir son…
Birileri Davutoğlu’na “Sizin bu istekleriniz uygulanırsa rejim ayakta kalamaz” derse, Dışişleri Bakanı’nın buna “Hayır, ayakta kalır” diye cevap verme şansı olabilir mi? Sayın Bakan herhalde “Suriye halkının önü açılsın, ne olacaksa o olsun” der.
Kimse Türkiye’nin Suriye krizine müdahale ihtimallerini, Annan Planı parametrelerinde vücut bulan diplomatik ve siyasi boyutlarıyla sınırlamıyor. Hele de şu son günlerde…
Öngörülebilir ulusal güvenlik risklerinin gerçekleşmesi durumunda bu müdahale askeri boyutlar da içerecek.
Ama önce şu hususların altını çizelim:
Türkiye bu krizde tek taraflı hareket ve müdahalelerden kaçınması gerektiğinin idrakinde…
Bu meselenin ne bir Suriye-Türkiye meselesi, ne de bir Türk-Arap meselesine dönüşmesini istiyor.
İzlenimimiz o ki Ankara, Suriye’deki durumun uluslararası bir askeri müdahaleyi acilen gerektirir olmadığının farkında. Bu tür bir askeri girişim konusunun dünyanın bir numaralı gündemi olmadığını da görüyor.
Sınır aşan bir askeri tırmanışın başta turizm gelirlerinin kaybı olmak üzere Türkiye’ye büyük maliyetler yükleyeceği de biliniyor.
Madem böyle, o zaman dünyaya, Suriye’ye girmek ya da Şam rejimine şöyle en azından birkaç tane çakmak için yanıp tutuşuyormuşuz izlenimini vermekten de kaçınmak lazım. Hatay’daki sığınmacı kampına açılan ateş sonucu iki kişinin yaralanması karşısında Ankara’nın en üst düzeyinden yükselen ölçüsüz sertlikteki tehditler böyle bir olumsuz izlenimi kışkırtır nitelikteydi. Bu tablo bir kamu diplomasisi zaafına işaret ediyor.
Diğer taraftan ulusal güvenliği hakikaten tehdit eden öyle sahici durumlar ortaya çıkabilir ki Türkiye istemese de askeri tedbir almak zorunda kalabilir. İşte böyle bir an gelip çattığında Türkiye gerçekten de mecbur kaldığı için, gerçekten de istemediği halde silaha davranmak zorunda kaldığına dünyayı ve bölgesini ikna edebilmelidir ki bu bir Suriye-Türkiye ya da bir Türk-Arap sorununa dönüşmesin.
O halde şimdiden mutedil ve tedbirli olunmalıdır.