Sizi bilmem ama, ben bu tepedeki fillerin tepişmesine, “demokrasi mücadelesi” denilmesinden fena halde sıkıldım. Kuşaklar boyu, tepemizdeki filler iktidar için itişip çekişiyor ve bütün bunlar olurken alttaki sınıflar -çimler- bu itiş kalkıştan nasiplerini alıyor, eziliyorlar ve buna ‘demokrasi mücadelesi’ deniyor… Cumhuriyetin tarihi, sınıf mücadelesinin, ama daha çok da hakim sınıflar içi mücadelenin tarihi. Cumhuriyetin kuruluşundan […]
Sizi bilmem ama, ben bu tepedeki fillerin tepişmesine, “demokrasi mücadelesi” denilmesinden fena halde sıkıldım. Kuşaklar boyu, tepemizdeki filler iktidar için itişip çekişiyor ve bütün bunlar olurken alttaki sınıflar -çimler- bu itiş kalkıştan nasiplerini alıyor, eziliyorlar ve buna ‘demokrasi mücadelesi’ deniyor…
Cumhuriyetin tarihi, sınıf mücadelesinin, ama daha çok da hakim sınıflar içi mücadelenin tarihi. Cumhuriyetin kuruluşundan çok partili hayata geçişe kadar , tepede sivil-asker üst bürokrasi vardı ve modernleşme sürecinde çabaları, pre-kapitalist (çoğu Kürt) toprak ağaları, tefeciler, gayrimüslim tüccar sınıfın üstünde hakimiyet kurmaktı.
1950’lerin DP’si, büyük toprak sahiplerinin, palazlanan ve yabancı sermaye ile halvet olup sanayiye yönelen burjuvazinin iktidarıydı. 10 yıl boyunca “devletçi”, sabık iktidarın güçleri ile kavga ettiler, ardından 1960 darbesi geldi. Yeniden sivil-asker üst bürokrasi, müttefiki burjuvazi ile iktidara geçti. 1960 Anayasası ile alt sınıflara, işçi sınıfına da mavi boncuklar dağıtıldı.
12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980, fillerin iç kavgalarını erteleyip emeğin üstüne çullandıkları kırılma anlarıydı. 12 Mart’ta hedef, 15-16 Haziran’la yüreklere korku salan işçi sınıfı, DİSK, TİP, devrimci gençlikti. Dönemin “motto”su şöyleydi: 1960 Anayasasının elbisesi bedene bol geliyor… 12 Eylül, hakim filler boklunun mutabakat halinde askeri diktatörlüğe onay verdikleri kırılma noktalarının bir diğeri , belki de en önemlisi. …Tıkanan iç pazara dönük birikim modelinin, ucuz emeğe dayalı dışa açılmaya ve otoriter siyasal rejime dönük bir formata dönüştürülmesidir hedef. 1978-79’daki Ecevit iktidarı ile olamayacağı anlaşılır ve iktidardan indirilmesine TÜSİAD, gazete ilanları ile katkıda bulunur. Demirel, Özal’ı, yanına alarak 24 Ocak Kararları ile IMF güdümlü operasyonu başlatır ama grevler, DİSK ayak bağıdır ve Demirel’le de olamayacaktır. ABD, “bizim çocuklar”ı devreye sokar… Darbe!… Devrimci işçi hareketinin, siyasetinin defteri hunharca dürülür .
Özal iktidarı, 12 Eylül Anayasa’sının keyfini sürerken, iç pazara dönük burjuva fraksiyonları ile Özal’ın kendi döneminde yarattığı dışa dönük burjuvazinin hayhuyu sahne alır tepede. Özal, TÜSİAD’daki Özalseverler ile yeni yeni yeşerttiği İslam burjuvazisini bir hatta buluşturmayı dener.
12 Eylül’de tasfiye edilen Demirel’in demokrasi mücadelesi, siyaset yasağının kaldırıldığı 1987’ye kadardır. Yasak kalkar, kendi ifadesiyle 12 Eylül ile hesaplaşması da biter. Özal’ın kendi burjuvazisini (Enka, Süzer, Topbaş, Erol Aksoy vb) yaratmaya çalışırken, TÜSİAD’ın “ötekileri” (Yaşar, Boyner, Narin vb) Demirel’in etrafında öbeklenerek Özal’ın ANAP’ına muhalefeti DYP çatısı altında yükseltirler. SHP,(sonra CHP) ittifaka katılır. İşçi sınıfı, emek kesimi 12 Eylül’ün despotik, anti-sendikal rejimi ile gerilerken, filler arası iktidar değişimi sürer ve bunların hepsi “demokratikleşme ” nidaları altında yaşanır…
Sözün özü, bir fil tepişmesidir gidiyor, demokrasi adına…Birileri de, tepişmeyi kast ederek darbelere karşı değil misiniz, hesap sorulmasından niye rahatsızsınız, diye sorular soruyor. Egemenlerin tepişmesi, alttaki sınıfların niye derdi olsun ki? Bu tarih, fillerin tepişme tarihi. Alt sınıflar bir türlü tarihin sahnesine çıkamıyorlar ki, taraf olsunlar…