Türkiye üzerine çalışmalar yürüten Avusturyalı akademisyen Doç.Dr. Joachim Becker, Macaristan’ın Fidesz hükümeti ile AKP iktidarının karşılaştırmalı bir analizini sunduğu bu yazısını Sendika.Org için İngilizce olarak kaleme aldı. Metin Sendika.Org tarafından çevrildi. Becker neoliberal programla uyum içinde olan her iki partinin, sermayenin iktidarı olarak net sınıfsal tercihlere sahip olmasına rağmen politik gerilimleri nasıl sınıf dışı gündemlerde […]
Türkiye üzerine çalışmalar yürüten Avusturyalı akademisyen Doç.Dr. Joachim Becker, Macaristan’ın Fidesz hükümeti ile AKP iktidarının karşılaştırmalı bir analizini sunduğu bu yazısını Sendika.Org için İngilizce olarak kaleme aldı. Metin Sendika.Org tarafından çevrildi. Becker neoliberal programla uyum içinde olan her iki partinin, sermayenin iktidarı olarak net sınıfsal tercihlere sahip olmasına rağmen politik gerilimleri nasıl sınıf dışı gündemlerde tutabildiklerini irdeliyor
Büyük bir ekonomik kriz hem Türkiye’de hem de Macaristan’da yeni bir muhafazakar idareyi temsil eden ve kendi bölgelerindeki diğer ülkeler için model sayılabilecek politik güçleri iktidara taşıdı. İki iktidar partisi, AKP ve Fidesz kendilerini yeni bir bağlangıç olarak sunmalarına rağmen politikaları önceki neoliberal politikalarla süreklilik gösteriyor. İki ulusal muhafazakar projenin ve onları destekleyen iktidar blokunun ayrı ayrı süreklilikleri ve kırılmaları karşılaştırmalı bir analizi hak ediyor. (cf. Göker 2012: 43).
Türkiye’de AKP 2001’deki şiddetli ekonomik krizin ardından iktidara seçildi. O zamana kadarki politik yapılanma, koalisyon hükümetinin kronik istikrarsızlığı ve ekonomik krizin sonuçlarının ardından ciddi bir meşruiyet aşınmasından mustaripti. Sonraki yıllarda, AKP söylemini “istikrar”a odakladı. Artan oy oranlarıyla iki kez daha iktidara seçildi. 2010 yılında, Fidesz oyların yüzde 52.7’sini aldı ve parlamentoda üçe ikilik rahat bir çoğunluk elde etti. Bu çoğunluk Fidesz’in yasaları arzu ettiği gibi değiştirmesini ve anayasayı değiştirmesini mümkün kıldı. Fidesz’in ana rakibi, Sosyalist Parti, Macaristan’ı 2008’de etkilemeye başlayan büyük ekonomik krizin ve yolsuzluk skandalları zincirinin peşinden kitle desteğini büyük ölçüde yitirdi. Sorunsuz bir çoğunluk ve soldaki politik boşluk, Fidesz’in yüzyılın sonundaki iktidar sürecine göre, çok daha radikal değişiklikleri başlatmasına olanak verdi.
Ekonomik ve politik krizler iki sağ partiye, kendilerini yeni bir devrin başlatıcıları olarak sunma şansı verdi. Bununla birlikte, birikim stratejileri ve ekonomi politikaları alanında geçmişin çoğunluğu yerinde kaldı. İki ülkede de, finansallaşma 1990’lardan beri birikim modelinin merkezi bir özelliğiydi. Finansallaşma, bilhassa göreli olarak yüksek faiz oranlarına dayanmaktaydı. Aşırı değerli döviz kuru, yüksek enflasyonla mücadelede kullanılmaktaydı. Bu, sermaye ithaliyle finanse edilen dikkat çekici bir cari işlemler açığına neden oldu. Sermaye ithali, göreli yüksek faiz oranlarıyla cazipleştirildi; buna 1990’larda Macaristan’da doğrudan yatırım dostu politikalar eşlik etti. 2001’e kadar yabancı sermaye Türkiye’nin bankacılık sektöründe önemli bir rol oynamıyordu. Çok sayıda dev Türk holdingi için bankacılık kilit faaliyetlerinden biriydi. Macaristan’da bankacılık sektörününü dışsallaşması 1990’larda başlamıştı. Bugün yalnızca bir yerel banka (OTP) kaldı. Bununla birlikte dış borçlanmayla körüklenen iç tüketim ve gayri menkul kredilerilerinin (yani inşaat) büyümesi, yerel Macar şirketlerine bir ölçüde karlarını arttırma olanağı verdi. Dış sahipli bankalar, özellikle Avusturya bankaları, yerli kredileri döviz cinsine dönmeye (Euro ve İsviçre Frankı) itti. Dışarıda yeniden-finanse etme yoluyla kredi genişlemesini finanse ettiler. Bu yolda, döviz kuru riskini müşterilerine yansıttılar. Müşteriler açısından da, döviz cinsinden krediler düşük faizinden dolayı cazip göründü. Kriz öncesi dönemde, özel borçların yüzde 60’ı yabancı bir para cinsindendi (Astrov/Pöschl 2009: 356, Fig. 5, cf. Andor 2009: 289). Borçlu Macar orta sınıfı devalüasyon karşısında aşırı kırılganbir hal aldı. 2001 öncesi Türkiye’de, bu durum kıyaslanabilir bir boyutta değildi.
Macaristan’da, birikim modelinin ikinci bir dayanağı daha var: ihracatçı sanayiler. 1990’ların başlarından itibaren Macaristan’ın ihracatçı sanayileşmesi büyük oranda sadece yabancı sermaye üzerinden yükseldi (Drahokoupil 2009). Bu sanayileşme Almanya’nın üretim sistemiyle entegre durumda ve ciddi biçimde ithal girdiye dayanmakta. Bu karakteristik, Türk imalat sanayinde de mevcut. Bununla birlikte Türk sanayisi, daha geniş biçimde yerli ve daha fazla içe dönük. Ticaret dengesi Türkiye’de Macaristan’a göre daha derin bir açık verme eğilimine sahip. Döviz kurunun aşırı değerlendiği dönemlerin, Türkiye’nin ticaret dengesinde ve cari açığında Macaristan’a göre daha ciddi etkileri olmakta. Negatif ticaret dengesi, Türkiye’nin cari açığının genellikle temel nedeni olurken, aşırı derecede olumsuz gelir dengesi, özellikle de kar transferleri, Macaristan’ın cari açığının temel nedeni haline gelmekte. Bu yabancı sermayeye aşırı güvenin bir sonucudur. 2008’de Macaristan’ın gelir dengesi açığı çoktan GSYİH’nın yüzde 8’ine ulaşmıştı. (Astrov/Pöschl 2009: 357, tab. 6).
Türk birikim rejimi, ihracatçı sanayilerin ikincil bir rol oynadığı bağımlı bir finansallaşmaya dayalı oluşuyla karakterize edilebilecekken, Macar modeli bağımlı finansallaşma ve bağımlı ihracatçı sanayileşmenin bir kombinasyonuydu. Yerli sermaye gruplarının rolü, Macar modeline göre Türk modelinde dikkat çekici biçimde fazlaydı. Aşırı değerli döviz kurunun üretken gelişmeye ve cari açığa olumsuz etkileri olduğundan iki model de krize karşı çok kırılgandı ve sermaye ithaline güvenmekteydi. Yüksek miktardaki döviz borçlarından dolayı, Macar orta sınıfları doğrudan finansal kriz risklerine maruz kalmaktaydı. Bu kırılganlık, Fidesz’in anti-kriz politikalarına yönelik özel bir eğilim yarattı.
Finansallaşma her iki ülkede de 1990’lardan beri birçok finansal krizle sonuçladı. Türk örneğinde, bu krizler daha şiddetli olma eğilimindeydi. Bu nedenle, Türkiye’de politik sınırlar 2002’de çizilmişti, Macaristan’da bu noktaya sekiz yıl sonra gelindi.
Macaristan, mevcut uluslararası krizde IMF kredisi için başvuran ilk AB ülkesi oldu. Zamanının sosyal-liberal hükümeti 2008 sonbaharında bunu yaptı. Sermaye akışlarının kesilmesi Forint’i baskı altına aldı. László Andor’ın işaret ettiği gibi (2009: 286), Macaristan spekülatif ataklara maruz kalan ilk Doğu Avrupa ülkesi oldu. Macar parası değersizleşti. Borçlu orta sınıf, Euro ve İsviçre frankı üzerinden kredilerinin hızlı bir şekilde yükselen maliyetini anında hissetti. Batı bankalarının Macaristan şubeleri gayrimenkul kredilerinin dönmemesinin hızla arttığı bir görünümle karşı karşıya kaldı. IMF/AB desteğinin önemli amacı döviz kurunun yeniden istikrar kazanmasıydı. Bu Macaristan’daki aktiflerinin değer kaybettiğini görmek istemeyen ve ödenmeyen dövize endeksli kredilerin hızla çoğalmasından korkan batı bankalarının temel önceliğiydi. Daha sonraki düzenlemelerde, yabancı bankaları bölgedeki şubelerinin yeniden finansmanını stabilize etmekte uzlaştılar. Ne var ki döviz kurunun istikrarı, sadece yabancı bankaların değil aynı zamanda yerli borçlu orta sınıfların da talebiydi (Becker 2010).
IMF ve AB, Macaristan hükümetinin taleplerini karşılamak için “klasik” kemer sıkma politikaları talep ettiler. Kemer sıkma kısıtlayıcı bütçe politikalarına (özellikle sosyal transferlere) ve ücret politikalarına (doğrudan kamu sektöründe) odaklandı. Bunun için politika, konjonktüre bağlandı. Resesyon, borçlu orta sınıfı da acımasızca vurdu. Bu da borç sorununu şiddetlendirdi. Macaristan, euro kurunun geçici ve zayıf istikrarını sağlamasına rağmen, İsviçre frankı uçan bir para birimi olarak euro ve Macar forinti karşısında g