“Nükleer silahlı bir İran’dan gelebilecek muhtemel bir tehdide cevap olarak, Türkiye kendi nükleer silahlarını mı geliştirmelidir, yoksa NATO’nun korumasına mı güvenmelidir?” Ülkemizin seçkin düşünce kuruluşu Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi’nin (EDAM) geliştirdiği bu soru, TNS araştırma şirketi tarafından, 3 Şubat ile 6 Mart arasında Türkiye’nin 18 ilinde, yaşları 18’in üzerinde 1500 deneğe soruldu. Nükleer […]
“Nükleer silahlı bir İran’dan gelebilecek muhtemel bir tehdide cevap olarak, Türkiye kendi nükleer silahlarını mı geliştirmelidir, yoksa NATO’nun korumasına mı güvenmelidir?”
Ülkemizin seçkin düşünce kuruluşu Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi’nin (EDAM) geliştirdiği bu soru, TNS araştırma şirketi tarafından, 3 Şubat ile 6 Mart arasında Türkiye’nin 18 ilinde, yaşları 18’in üzerinde 1500 deneğe soruldu.
Nükleer silah sorusu etrafında bir araştırma ilk kez yapıldı Türkiye’de…
Ve şimdi birçoğunuzun, “Bu kadar yakın ve gerçek tehdidin arasında, ülkemiz acil çözüm bekleyen meselelerle uğraşırken şimdi Türk atom bombası gibi fantastik bir konuda soru sormak da nereden çıktı?” diye düşündüğünü hissediyorum.
Varsa, bu düşüncenizi değiştirmenizi salık veririm.
“Türk’ün atom bombası”, kimilerine erken gelse de, asla marjinal bir tartışma olarak görülmemelidir. Gerçi doğrudur, şu an sokaklarda “Atom bombası isteriz” ya da “İstemeyiz” diye gösteri yapanlar, televizyonlarda bu iki fikrin saflarında kapışanlar yok. İnsanlar bu konuda görüşlerini ancak sorulunca söylüyorlar.
Mamafih yakın bir gelecekte İran, her geçen gün biraz daha ilerlediği nükleer eşik ülkesi olma yolunda menzile varırsa, ardından daha da ileri giderek kendi çölünde bir nükleer deneme yaparsa, yani yumurta kapıya dayanırsa, bu konu tartışma gündemimize kendiliğinden girecek.
Dolayısıyla muhtemel bir “Türk’ün atom bombası” tartışmasına hazırlı olmakta yarar var.
Bunu kaydettikten sonra, şimdi buyurun “Atom bombası ister misin, istemez misin?” sorusuna ne cevap verilmiş, ona bakalım.
Deneklerden yüzde 54’ü Türkiye’nin kendi nükleer silahlarını geliştirmesi gerektiğini söylemiş.
Milletin çoğunluğu, sorulduğunda “Atom bombamız olsun” diyor.
NATO’nun nükleer şemsiyesini Türkiye için güvenli ve yeterli bulanlar ise yüzde 8,2 gibi son derece düşük bir oranda kalmış.
Diğer taraftan yüzde 34,8 gibi önemli orandaki bir azınlık, “Türkiye’nin her koşulda nükleer silah geliştirmesine karşı olduğunu” belirtmiş. Deneklerin yüzde 3’ü de “Cevap yok” demiş.
Bu araştırma, Türkiye’nin varsayılan nükleer silahlanma seçeneğine, kamuoyunun verebileceği potansiyel bir desteğin mevcut olduğunu ortaya çıkarıyor.
Nükleer silahlanma seçeneğine kati surette hayır diyenlerin, azınlıkta kalsalar da göz ardı edilemeyecek bir oranda olduklarını ayrıca dikkate almak gerekiyor.
Ama hepsinden de ilginci, Türk kamuoyunda NATO’ya güvenin çok düşük düzeyde olduğunun bu araştırmayla bir kez daha görülmesidir.
Bu güvensizlik, yani Türklerin ezici bir çoğunlukla NATO’nun nükleer şemsiyesinin ülkeye güvenlik sağlamayacağını düşünmeleri, yakın bir gelecekte Türkiye’yi yönetenler açısından uğraştırıcı bir halkla ilişkiler sorunu teşkil edebilir. Çünkü İran bir nükleer güce dönüştüğünde, Ankara’nın NATO’ya güvenmek dışında makul ve gerçekçi bir seçeneği olmayacak. O zaman Türkiye, NATO’nun nükleer şemsiyesinin altında ve balistik füze savunma sisteminin koruyuculuğunda yaşamaya devam etmek zorunluluğu ile yüz yüze gelecek.
Türk kamuoyunda sorunlu bir NATO algısı zaten yerleşmiştir. NATO’nun ABD’yle adeta özdeşleştirilmesi bunun bir yönüdür. Türkiye’nin “PKK terörü” denilen güvenlik sorununa NATO’nun haklı ve geçerli nedenlerden ötürü bir cevap veremeyeceğinin Ankara tarafından kamuoyuna anlatılmaması, bu olumsuz algının başka bir boyutudur. Ve nihayet, Türkiye’nin mensubu olduğu “Batı ittifakı”na karşı AKP iktidarının ideolojisi ve siyasi fayda beklentisi nedeniyle sürdüre geldiği popülist, şüpheci ve karşıt söylemler, NATO’ya duyulan güvensizliğin bir diğer nedenini oluşturmaktadır.
Diğer taraftan, “Nükleer İran” olgusu karşısında NATO’nun nükleer şemsiyesi altında kalmaya devam etmek, bölge jeopolitiğinde Türkiye aleyhinde dramatik bir dengesizlik oluşmasını engellemeyecek belki ama Türkiye’nin NATO’nunkinden başka geçerli bir caydırıcılık alternatifi de yok. Bunu en iyi bilenler de Ankara’dakiler.
Türkiye’nin, “Batı İttifakı” ile tarihsel bir kriz ve kopuş yaşamadığı sürece İran’ı dengelemek için gizli bir nükleer seçeneğe yönelmesi, kendi başına böyle bir kriz ve kopuşu tetikleyecektir. Nükleer seçenek, Türkiye’yi bölgesi ve başka ülkeler için bir tehdit ve istikrarsızlık unsuruna dönüştürecek, meşruiyetini zedeleyecek, bazı uluslararası kurumlardan tecridi yönünde baskıların doğmasına neden olacaktır.
Türkiye’nin zaten bir nükleer silah geliştirmek için yeterli altyapısı yok. Bunu kazanmak hem uzun yıllara hem de halkın refahından büyük kısıntılara mal olacak.
EDAM’ın İcra Kurulu Başkanı Sinan Ülgen bu konuda geçen eylülde, “Türkiye’nin Nükleer Programının Güvenlik Boyutu: Nükleer Diplomasi ve Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Politikaları” başlıklı gayet tafsilatlı ve bilgilendirici bir rapor kaleme almıştı. Meraklıları için yararlı bir kaynaktır.