Tiyatro eğitiminin ilk dönemlerinde hep şu ünlenmişti kulaklarımıza, ‘Hayatı Gözlemlemezseniz, yaşadığınız topraklarla, dünyayla bağ kuramazsanız; ne yazar olabilirsiniz, ne oyuncu, ne de yönetmen’ Şimdi, geçenlerde tiyatrocu eylemi nasıl olur gördük, sebep: Şehir Tiyatroları’na yapılan saldırı… Evet, bürokratlar tiyatrodan anlamaz ve tiyatro bir bilgi işidir, dolayısıyla sevgili ‘badem’ler tiyatro yönetemez, bu bizim işimiz dediler.. Kimisi ‘ben […]
Tiyatro eğitiminin ilk dönemlerinde hep şu ünlenmişti kulaklarımıza, ‘Hayatı Gözlemlemezseniz, yaşadığınız topraklarla, dünyayla bağ kuramazsanız; ne yazar olabilirsiniz, ne oyuncu, ne de yönetmen’
Şimdi, geçenlerde tiyatrocu eylemi nasıl olur gördük, sebep: Şehir Tiyatroları’na yapılan saldırı… Evet, bürokratlar tiyatrodan anlamaz ve tiyatro bir bilgi işidir, dolayısıyla sevgili ‘badem’ler tiyatro yönetemez, bu bizim işimiz dediler.. Kimisi ‘ben de yol yapayım o zaman’ dedi, kimisi ‘iyi o zaman ben de imam olayım’ dedi. Ancak birçok arkadaşımla konuştuğumda işin şu kısmını kaçırmış olduklarını üzülerek gördüm. Bundan birkaç ay önce, hemen hemen aynı şekilde hastahane yönetimleri Ceo’lara devredildi bir kanun hükmünde kararnameyle. (bahsi geçen Khk numarası 663, merak edenler bakabilir.) Bu kararnameyle hastahaneler birer ticari işletme gibi çalıştırılmaya başlanacak, başına da şirketlerin karlılık oranlarını belirleyen Ceo’lar geçirilecekti. Hastahaneler doktorlar tarafından değil, mesleği bilmeyen, sadece karlılık oranlarından haberi olan Ceo’lar tarafından yönetilecekti. Ne kadar da benzeşiyor durumlar değil mi? Sağlık çalışanları bunu tüm Türkiye’nin gündemine sokmak istediler, ancak bu haberler ajanslarda geçerken bizim tiyatrocu arkadaşlarımız zapping yaptılar, kaçırdılar. Sonra ülkenin başında bir Kentsel Dönüşüm belası vardı -ki hala var- insanlar evlerinden zorla çıkartıldı, mahalleleri dozerlerle yıkıldı, şehrin bilmem kaç kilometre dışında yaşamayan bloklara atıldı hayatlar, ama bizim tiyatrocu arkadaşlarımız ‘Ya Beyoğlu’ndan, Nevizade’den bizim çalgıcılar, klarnetçiler elini ayağını çekti, n’oldu ki?’ dediler, Sulukule yıkılıp, büyük inşaat şirketlerine peşkeş çekilirken. Durumu kaçırdılar… Ülkede yıllardır kirli bir savaş yaşanıyor, kimisi bedelini ödeyip duymadı askerlik sızısını, kimisi ‘Kürtler de bi acayipler, neyin peşindeler?’ dedi, kimisi ‘bölücüler hak ediyor’ dedi, ama ölümler sadece bir taraftan olmuyordu, bir halk dilini konuşamıyordu, arkadaşlar yine kaçırdılar… Özelleştirme karşıtı sosyalistler ve demokratik kitle örgütleri, sendikalar; fabrikalar, elektrik dağıtım şebekeleri, Petkim, Tüpraş satılıyor, geleceğimiz satılıyor diye yollara döküldüklerinde; İstiklal Caddesi’nden, Yüksel Caddesi’nden geçen tiyatrocu arkadaşlar, ‘üfff yine bağırıp duruyorlar’ deyip, karşı kaldırımdan onulmaz önemli işlerine doğru yol aldılar, yine hayatı ıskaladılar…
Aynı arkadaşlar, konservatuvarlarda, kampuslerde, parasız eğitim mücadelesi veren üniversitelilere faşistler saldırdığında, bahçede faşizme karşı omuz omuza diye çağrılar yapılırken, bölümlerinin kapılarını kapatıp, Dionysos’a zarar gelmesin diye dua ettiler. Polis içeri girip öğrencilere cop ikram ederken, arkadaşlarımız ‘abi prova iptal olacak şimdi’ deyip ezber tutmaya devam ettiler birbirlerine. Yine ne olup bittiğini kaçırdılar. Ama o gün eylemde aynı sloganı canı yürekten haykırdı yüzlerce arkadaşımız… Facebooktaki sayfalarda bu saldırı Faşizm olarak nitelendirildi. Yoksa okuldaki Faşizmle, tiyatroya saldıran Faşizm farklı Faşizm miydi? Okulda tek hedef vardı: etliye sütlüye bulaşma, ezberini yap, karakteri çıkar, alkışı al… Okul bitince de; ya diziye koştur, ya hayal ettiğin tiyatronun peşine düş ya da ödenekli tiyatrolarımızın sözleşmelerinde kadro bekle. Bir ay tek, bir ay çift hayaller kur… Sokakta ne oluyor, IMF ne diyor, hayatın içinde ne değişiyor, neresi satılıyor, eğitim 4+4+ kaç oluyor? Sorulmuyor… Yine kaçırılıyor…
Şimdi geldik zurnanın zırt dediği yere, Haşmetlü buyurdu: ‘devletin tiyatrosu olmaz, özelleştireceğim’ dedi…Aha, aldı mı bizimkileri bir telaş, Cumhuriyetin tiyatrosu elden gidecek! gidecek maaşlar! ‘Ama canım kazanılmış haklarımız var’ dedi bilmiş kardeşlerimiz, ‘bu standartların altına düşmeyiz, 657’ dedi bir başkası! Özelleştirilen Telekom’daki memurların, haftalarca Sakarya Caddesi’ni mesken tutan Tekel işçilerinin de kazanılmış haklarının olduğunu; ancak iki satır yazıyla, bu hakların tuzla buz olduğunu yine kaçırdılar..
Kaçırdılar HES’leri, kaçırdılar özelleştirmeleri, kaçırdılar savaşı, kaçırdılar gözaltıları, kaçırdılar faşizmi, kaçırdılar kentsel dönüşümü, kaçırdılar hortumlanan bankaları, kaçırdılar suikastleri, kaçırdılar OHAL’i, kaçırdılar, kaçırdılar da kaçırdılar… Haa bir de neyi kaçırdılar biliyor musunuz? Tiyatro eğitiminin ilk dönemlerinde hep şu ünlenmişti kulaklarımıza, ‘Hayatı Gözlemlemezseniz, yaşadığınız topraklarla, dünyayla bağ kuramazsanız; ne yazar olabilirsiniz, ne oyuncu, ne de yönetmen.’ Bu sözlerin anlamını da kaçırdılar..
Yumurta kapıya dayandı a dostlar, artık kaçırmayın, ama sadece size dokunan ‘yılan’la da savaşmayın. Sizleri sahnede izleyen seyircinize, televizyonda asla yaşamayacakları hayatları gösterdiğiniz kitleye, sizi muayene eden sağlık görevlisine, kreşlerde-okullarda çocuğunuza ders veren öğretmenlere, evinizin önündeki kaldırımı temizleyen taşeron işçiye, okuduğunuz gazetede köşe yazan gazeteciye, evleri başına yıkılan kentsel dönüşüm mağdurlarına, süpermarketlere direnmekte zorlanan bakkalınıza dokunan ‘yılanlar’la da savaşın… Onlarla birlikte yürüyelim Taksim’de, Yüksel’de, Eskişehir’de. Ayakkabılarımızı sıkı bağlayalım, yol uzun… Özgürlük, demokrasi ve insanca bir yaşam yolu uzun. Diyafram kullanmasını bilenler daha gür slogan atar, onların sloganlarına ses olalım. Hadi bundan sonra ıskalamayalım. Birlikte ‘yılan’sız bir hayatı kuralım. Daha bir keyifle çıkalım sahnelere, hayatı ıskalamayan sanatçılar, yazarlar, yönetmenler olalım… Böylece daha samimi bakalım birbirimizin yüzlerine, birlikte emek mücadelesi verenler, sahnede selama çıkarken daha güzel el ele tutuşurlar, birbirinin gücünü daha samimi hissederek. Son olarak, o gün eylemde hep bir ağızdan şu slogan atılmıştı: ‘Seyirci kalma, tiyatrona sahip çık!’ Sen de artık seyirci kalma ama olur mu? Örgütlen; hayatına, her türden emeğe sahip çık…
Hoşgeldin tiyatrocu, yürüme sırası sende…
(Bu yazı, bütün tiyatro camiasına değil, hayatı ıskalayanlara, kaçıranlara, yollarda yürümeye yeni başlayanlara yazılmıştır..Ama lütfen, herkes de ‘iyi benden bahsetmiyor’ deyip içini rahatlatmadan önce, yazıyı bir kere de yüksek sesle okusun.)
*Volkan Yosunlu
Oyuncu