Belli ki, Dünya’nın en büyük 16’ncı ekonomisi olmak, 2012 yılı için inşaat sektöründe %8 büyüme sağlamak, Avrupa’nın en yüksek binasını ve toplamda en yüksek 20 binasından 3’ünü göklere yükseltmek ve çoğunluğu holding üretimi olan 166 üniversite yapmak için; Fatoş bebeklere uykusunda gaz bombası atmak, Fatoş bebeklerin yuvasını yıkmak gerekiyor Memleketi anlamak ve anlatmak adına birçok […]
Belli ki, Dünya’nın en büyük 16’ncı ekonomisi olmak, 2012 yılı için inşaat sektöründe %8 büyüme sağlamak, Avrupa’nın en yüksek binasını ve toplamda en yüksek 20 binasından 3’ünü göklere yükseltmek ve çoğunluğu holding üretimi olan 166 üniversite yapmak için; Fatoş bebeklere uykusunda gaz bombası atmak, Fatoş bebeklerin yuvasını yıkmak gerekiyor
Memleketi anlamak ve anlatmak adına birçok bilgiyi paylaşabilir ya da güncel yaşanmışlıklardan söz edebilirsiniz.
İyi şeyler de, kötü şeyler de anlatabilirsiniz.
Örneğin hali hazırda Dünya’nın en büyük 16’ncı ekonomisi olan Türkiye’de, 2012 yılı için inşaat sektöründe %8 büyüme beklendiğini söyleyebilirsiniz.
Avrupa’nın en yüksek binasının ve toplamda en yüksek 20 binasından 3’ünün Türkiye’de göklere yükseldiğini belirtebilirsiniz.
Ya da, vakıf yani özel üniversiteler de dahil olmak üzere Türkiye’de mevcut üniversite sayısının 166 rakamına ulaştığını aktarabilirsiniz.
Mesela, bu üniversitelerden 15 tanesi Ankara’da bulunmaktadır ve bunların 10 tanesi de özel üniversitedir.
Ankara’da bulunan bu 10 özel üniversiteden biri de, Koza İpek Holding tarafından kurulan “Altın Koza Üniversitesi” dir.
Kanaltürk Televizyonu ve Bugün Gazetesi’nin de sahibi olan Koza İpek Holding; özellikle madencilik, inşaat ve basın-yayın alanında faaliyetlerde bulunan ve son yıllarda hızla büyüyen bir sermaye gücü.
Siz onu belki de, holding bünyesinde yer alan Koza Altın İşletmeleri A.Ş’nin İzmir Bergama’da veya Balıkesir Kaz Dağları’nda altın madenciliği işine girişmesi ve siyanürlü altın madenciliğine karşı yöre halkı ve çevre örgütleri ile yaşadığı gerilimlerle hatırlarsınız.
İşte Koza İpek Holding tarafından şimdi de bir özel üniversite, Ankara’nın ve Türkiye’nin eğitim ve bilim dünyasına kazandırılmış bulunmakta.
Altın Koza Üniversitesi, halen Ankara’da İstanbul yolu üzerinde yer alan geçici kampusunda, 5 fakülte ile faaliyette bulunuyor ve 2013-2014 öğretim yılında ilk öğrenci kayıtlarını alması bekleniyor.
Üniversitenin asıl kampusu ise, Ankara’nın Çankaya İlçesi sırtlarında henüz inşa aşamasındadır. Roma İmparatorluğu’nun görkemli binalarını andıran bir tarzda inşa edilmesi hedeflenen Altın Koza Üniversitesi kampusunun, bu açıdan mimari güzelliği ile Türkiye’nin sayılı yapılarından biri olması beklenmekte.
Ancak ben size, hemen bunların peşi sıra, bir başka yaşanmışlıklardan söz etmek isterim.
Size Fatoş bebeğin öyküsünü de anlatmak isterim.
Fatoş bebek, karnını doyurmak için doğu illerinden Ankara’ya göçmüş yoksul bir ailenin, bir hayli kalabalık nüfusu içinde yaşama henüz merhaba demiş genç bir ferdi, henüz 6 aylık bir insan yavrusu.
Ailesi ile birlikte Ankara Dikmen Vadisi’nde 647. Sokak’ta bulunan bir gecekonduyu kendilerine yuva edinmişler.
İşe bakın ki bu gecekondu, bir kentsel dönüşüm projesi nedeniyle yıkım tehdidi altında bulunan bu bölgenin, belki de en talihsiz yerinde; Vadi’nin Or-An sırtlarına doğru, Altın Koza Üniversitesi kampüsünün inşaat alanının hemen dibinde.
Ben Fatoş bebekle bir iki gün önce tanıştım.
Bir iki gün önce yani 12 Nisan 2012 günü, Dikmen Vadisi’ne yeni bir yıkım saldırısı gerçekleştirilmişti.
Bine yakın polis, belediye görevlileri, TOMA’lar, kepçeler; sabahın erken saatlerinden itibaren operasyonu başlattılar.
Polis güçlerinin Ankara’da plastik mermi de kullandıkları -benim bildiğim- ilk olay olarak kayıtlara geçecek, yöre halkına yönelik son derece ağır bir şiddetin uygulandığı bir operasyon yaşandı.
Bir avukat arkadaşım ile Dikmen Vadisi’nde dolaşıyoruz. Az önce sona ermiş yıkım saldırısının ve yaşanan çatışmanın izleri her yerde görülmekte.
Vadili çocuklar, dört bir yana dağılmış gaz bombası kovanlarını toplamakla meşgul. Sanılmasın ki oyun ve oyuncak olsun diyedir, birçoğunun ailesi hurdacılıkla geçimini sağlamaktadır ve gaz bombası kovanlarının elbet bir hurda değeri vardır düşüncesindeler.
Yani, Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün gaz bombası atma cömertliği sayesinde bu ay da birçok yoksul aile, ekmek götürebilecek evine, ne güzel !
Çatışmaların yoğun biçimde yaşandığı Or-An sırtlarına tırmanıyoruz. Burası aynı zamanda Altın Koza Üniversitesi kampusunun inşaat alanının sınırı.
Nitekim, 12 Nisan 2012 günü Dikmen Vadisi’ne gerçekleştirilen yıkım saldırısının bir özelliği var; kentsel dönüşüm projesini uygulamak adına beklenen büyük saldırı öncesi, belli ki o projenin önemli bir ayağı olan Altın Koza Üniversitesi kampusunun inşaatına yer açmak için yapılmış bir lokal saldırı ve yıkım operasyonu.
Konuştuğumuz Vadililer de aynı şeyi söyledi; kendileri ile görüşen polis amirleri ve belediye yetkilileri, asıl toplu yıkım saldırısı için Haziran ayını beklediklerini, şimdilik üniversite kampusunun inşaatına yer açmak amacıyla bir iki evin yıkılmasının hedeflendiğini dile getirmişler.
Koza İpek Holding ne zaman elde etti bu toprakları? Hazineye ait olduğu bilinen bu topraklar kim tarafın nasıl verildi ona? Altın Koza Üniversitesi nasıl bitiverdi burada? Doğrusu hiçbir bilgim yok.
Çamurlu bir yokuştan Vadi’nin tabanına, Barınma Hakkı Bürosu’na dönüşe geçtiğimizde, Fatoş bebeğin gecekondusunun önünde annesi yolumuzu kesti.
Genç anne, elinde evrak çantası olan kravat takmış kişilerin, illa ki bir büyük yerden gelmiş olabileceklerine dair bildik bir algı ile, görür görmez bizi, hemen derdini anlatmaya başladı.
Çatışmanın ortasında kalmış Fatoş bebeğin gecekondusu.
Hatta belki o gecekondu da yıkılacakmış, ama Vadi halkının direnişi nedeniyle başaramamışlar.
Önce bir TOMA aracı ağır ağır gelmiş gecekondunun önüne.
O an evde; Fatoş bebek, annesi ve diğer çocuk ve kadınlar bulunmakta.
Evin erkekleri ise dışarıda, yaşama tutunmak adına sahip oldukları yegane değeri, yani evlerini savunma çabasındalar.
TOMA’nın basınçlı su tüfeği, bir anda evin kapısını nişan almış ve bir atışla tahta kapıyı kırıvermiş.
Evin pencereleri de suyun basıncı karşısında aynı akıbete uğramış hemen ardından.
Sonra evin etrafında gaz maskeli polisler belirmiş.
İçlerinden biri ya da birileri, eve gaz tüfeği ile ateş etmiş ve gaz bombası, kırık kapıdan yada pencereden evin içine düşmüş.
Evin içi bir anda gazla doluvermiş.
Fatoş bebeğin ablası, Fatoş bebeğin yattığı odaya koşup, hemen üzerine kapanmış.
Sonrasını, hiçbiri tam olarak hatırlamıyor; yarı baygın, nefessiz kalmışlar; evin yandığını sanıp, kendilerini can haliyle dışarı atmışlar.
Fatoş bebeği göğsüne saklayıp, dışarı çıkarabilmiş ablası.
Evden çıktığımızda fark ettik ki nefes almıyordu, öldü sandık önce diyorlar; ancak bir süre sonra Fatoş bebek ağlayarak öksürmeye, zar zor da olsa soluk alıp vermeye başlamış.
Genç anne bize bunları anlatırken, olduğumuz yerde donup kalmış durumdayız. İnsanlığın eski barbarlık dönemleri ait, içinde canavarların olduğu korkunç bir masalı dinleyen çocuklar gibiyiz.
Sonra Fatoş bebeği getirdiler yanımıza, annesinin kucağında. Her bebek güzeldir ancak Fatoş bebek; esmer, kıvırcık saçlı, dünya güzeli bir kız bebek.
Huzursuz, belli ki gözlerini açamıyor, kesik kesik de ağlıyor.
Şimdi daha iyi ama bir türlü meme almıyor, saatlerdir aç dedi ann
esi.
Fatoş bebeği kurtaran ablası, gazdan etkilenerek fenalaşmış ve hastaneye kaldırmışlar. Baba da peşinden hastaneye gitmiş.
Fatoş bebeği de, baba ve abla eve gelir gelmez hastaneye götürecekler.
Beklemeyelim, hemen götürelim dedik. Barınma Hakkı Bürosu’ndan arkadaşlara haber saldık.
Sonra, nereden geldiyse aklıma, cep telefonumu çıkardım, telefonun fotoğraf makinesini ile Fatoş bebeğin bir resmini çektim.
Hastaneye kaldırılan abla ve babanın, az yukarıda bulunan polis karakolunda oldukları haberi geldi, oraya yöneldik. Yürüyoruz ama sanki biz değiliz yürüyen, aklımız az bir zaman önce bedenimizi terk etmiş, Fatoş bebekle kalmış, ruh gibiyiz.
Karakolda, baba ve ablanın şikayetçi olmamaları yönünde ikna edildiklerini öğrendik.
Sonrası, size tuhaf ve saçma gelebilir ama, içimde birden bire oluşuveren kocaman bir boşluktur !
İçimdeki o boşluğu her hissedişimde; her saat, hatta her dakika, cep telefonumun ekranında, Fatoş bebeğin resmine bakıp duruyorum.
Sanırım, hep saklayacağım o resmi.
O tarafta değil de bu tarafta olmanın haklılığı, o resimde gizli çünkü.
Belli ki, Dünya’nın en büyük 16’ncı ekonomisi olmak, 2012 yılı için inşaat sektöründe %8 büyüme sağlamak, Avrupa’nın en yüksek binasını ve toplamda en yüksek 20 binasından 3’ünü göklere yükseltmek ve çoğunluğu holding üretimi olan 166 üniversite yapmak için; Fatoş bebeklere uykusunda gaz bombası atmak, Fatoş bebeklerin yuvasını yıkmak gerekiyor.
Buna da; kapitalizm, neo-liberalizm, emperyalizm, serbest piyasa ekonomisi, sosyal devletin tasfiyesi, kentsel dönüşüm, ileri demokrasi, hatta en ileri demokrasi, tek başına iktidar olmak, gücü milletten almak, yeni Anayasa yapmak, “durmak yok, yola devam” etmek, “yetmez ama evet” demek ya da her neyse işte o deniyor.
Başbakan demedi mi, “Gerekirse yıkacağız” diye?
Depremin yıktığı kentlere, bebeklerin yanıp öldüğü derme çatma çadırlar kurmayı marifet sanan ve yeterli sayan iktidar, şimdi deprem bahanesi ile milyonlarca yuvayı yıkmaya hazırlanmakta.
“Holdinglerimize yer açılması, sermayenin daha da palazlanması için yıkacağız” diyecek değildiler ya ?
Başbakanın mesajı yerine ulaşmış, gayet de iyi anlaşılmış, rahat olsun kendisi.
Bir bebeğe gaz bombası atacak kararlılıktadır emir kulları.
Emniyet olay tutanağında yer alan maksatlı ifadeler ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hemencecik başlatılan soruşturmanın heyecanı da gösteriyor ki, 12 Nisan 2012 günü Dikmen Vadisi’nde gerçekleşen yıkım saldırısında yaşanan olaylar nedeniyle çok sayıda Vadi sakini hakkında ciddi suçlamalarla ve ağır ceza talepleriyle yakında bir dava da açılacak.
12 Eylül darbecilerini yargılamakla övünen adalet gücü, peki şimdi Fatoş bebek için ne yapacak?
Fatoş bebeğin gecekondusuna gaz bombası atan polisler hemencecik bulunacak ve mahkemeye çıkarılacak mı? O müdahale emrini veren emniyet müdürleri, vali, İçişleri Bakanı yerinde kalacak mı? Fatoş bebeklere gaz bombası atıp yuvasını yıkarak zenginleşmeyi isteyen belediye bürokratları, holding patronları; bir sabah evlerinden gözaltına alınacak mı?
Fatoş bebeklere gaz bombası atarak ve yuvalarını yıkarak ülke yönetenler, sabah ilk iş istifa edecekler mi?
Bunların hiçbiri olmayacak elbet.
Ama Fatoş bebek, tabi bu ülkede ve bu düzende şansı da varsa, büyüyecek.
Peki, uğruna kasten öldürülmek istendiği Altın Koza Üniversitesi’nde okuyabilir mi bir gün Fatoş bebek?
Bu ülkede işler böyle giderse, belli ki ilkokulu bile bitiremeyecek.
Belki, bir sonraki yıkım saldırısında yuvasını da yitirecek.
Ama tutunacak sımsıkı yaşama, inatla!
Gaz bulutu içindeki gecekondudan ablası onu çıkardığında, önce nefes alamasa da bir süre, ardından son bir gayretle ciğerlerindeki gazı atmayı başardı ya? Ve böylece ilk büyük kavgasını kazandı, ölümü uzaklaştırdı ya, hem de yaşamının daha altıncı ayında!
Ve o farkında değil belki ama, onu gören, tanıyan ve şimdide onun giderek yayılan öyküsünü duyan herkese; bu alçakça düzenin artık değişmesi gerektiği inancını ve değiştirilebilmesi için gereken gücü ve umudu vermekte.
O tarafta değil de bu tarafta olmanın haklılığı, onda gizli çünkü.
Artık kabullenmenin zamanı geldi, öyle değil mi?
Bu ülkede her geçen gün, dünden daha dayanılmaz, insanlık dışı bir hal almakta.
Türkiye’nin “büyümesi” için, yoksul yaşamların gözlerde daha da küçülmesi, daha da değersizleşmesi lazım.
Bu düzenin yürümesi için, Fatoş bebeklere gaz bombası atılacak.
Holding üniversitelerine, plazalarına, rezidanslarına yer açılsın diye; Fatoş bebeklerin yuvaları yıkılacak.
Ve herkes de, işte buna göre seçecek safını!
Dedim ya; memleketi anlamak ve anlatmak adına birçok bilgiyi paylaşabilir ya da güncel yaşanmışlıklardan söz edebilirsiniz.
İyi şeyler de, kötü şeyler de anlatabilirsiniz.
Örneğin Başbakan R. Tayyip Erdoğan, Suriye’de yaşanan vahşeti anlamamız, kavramamız için; masum çocuklara kurşun sıkıldığını dile getiriyor, haklı bir öfke ve üzüntü ile.
Ama Fatoş bebek, Suriye’de değil, Türkiye’de yaşıyor.
Türkiye’nin başkentinde, Türkiye’nin polisi, gaz bombası attı ona ve yuvasını yıkmak istediler.
Bir holdingin görkemli projesine yer açılsın diye.
Siyasi iktidarın her fırsatta öncelikli icraatı olarak tanıttığı “kentsel dönüşüm projeleri” uygulansın diye.
Üstelik yaklaşık bir on gün sonra, çocuklar için bir bayram dahi kutlayacak olan Türkiye’de oldu bu iş.
Öyle ya, 23 Nisan da yaklaşıyor.
Bayramın kutlu olsun Fatoş bebek.
Not: Dikmen Vadisi Halkı, Fatoş bebek ve yıkım saldırısından etkilenen diğer Vadili çocuklar için bir dayanışma kampanyası düzenlemeyi istiyor. Oyuncaktan bebek bezine, mamadan giysiye, işte neye ihtiyaç duyarsa bir bebek, bir çocuk; ya da ne dilerse onun için annesi, babası; onu bulup temin etme çabasındalar. Yakında haberleri çıkar, çağrısı yapılır ama ben şimdiden duyurmak istedim. Yardımlarınızı, Dikmen Vadisi Barınma Hakkı Bürosu’na ulaştırabilirsiniz.