Gayrimüslimler bu topraklarda bir varmış, bir yokmuş… 1915 kıyımı ve ardından gelen ulus-devlet yaratma pratikleri, Ermenilerin yalnızca fiziksel varlıklarını değil, bu topraklara bıraktıkları tüm izlerini de silmeye gayret etti. Yerlerinin yurtlarının, el konulan mülklerinin adı dahil. Anadolu’nun dağları, köyleri, nehirleri Türkleştirilirken onların “terk ettikleri” mülklerde “Kurtuluş Savaşı” planları yapıldı, Cumhurbaşkanları maaile ikamet etti. Bir zamanlar […]
Gayrimüslimler bu topraklarda bir varmış, bir yokmuş…
1915 kıyımı ve ardından gelen ulus-devlet yaratma pratikleri, Ermenilerin yalnızca fiziksel varlıklarını değil, bu topraklara bıraktıkları tüm izlerini de silmeye gayret etti. Yerlerinin yurtlarının, el konulan mülklerinin adı dahil. Anadolu’nun dağları, köyleri, nehirleri Türkleştirilirken onların “terk ettikleri” mülklerde “Kurtuluş Savaşı” planları yapıldı, Cumhurbaşkanları maaile ikamet etti. Bir zamanlar oralarda yaşadıkları unutturuldu
“Milli hassasiyet” günlerinden 24 Nisan geliyor. İlk Ermeni tehcirinin başladığı 24 Nisan 1915’in yıldönümünde, bir tarafta anmalar düzenlenirken bir tarafta da Türk ecdadının karakterine uymadığından bahisle soykırım reddedilecek. Soykırımı tanıyan ülkelere de kendi geçmişleriyle yüzleşmeleri tavsiye edilecek. Gerçi bu yıl erken davranıldı. İki ay öncesinden, “Ermeni yalanına kanma” afişleri ile çağrısı yapılan Hocalı Katliamı’nı anma mitinginde Ermeniler’e ve Hrant davasına atıfla “Hepimiz Ermeni’yiz” diyen insanlara hakaret edildi, ölüm tehdidi yağdırıldı. İktidar da İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in intikam çağrısıyla mitingde yerini aldı. Aslında tek başına bu son olay bile resmi erkân açısından herhangi bir yüzleşme ve özrün söz konusu olmadığının göstergesi. Irkçılığın, Anadolu’nun Türk olmayan halklarına düşmanlığın bir devlet geleneği olması da cabası.
Ezelden “Türk” yurdu
Bilindiği gibi, cumhuriyeti kuran ve pek çoğu İttihat Terakki içinde gelen kadrolar, Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren Osmanlıcılık fikrinin birleştirici olamadığını görünce milliyetçiliğe sarılmaya başlamıştı. “Millileşme”, Cumhuriyet döneminde de ulus-devlet inşa sürecinin parçası olarak hemen her alanda devam etti. Uygulaması da Türk olmayan unsurların öldürülmesi, sürülmesi, mülksüzleştirilmesi oldu.
“Azınlıklar” gidince adları yadigar kalmasın diye sıra yerlerine yurtlarına geldi. Bu toprakların “gerçek sahibi”nin Türk olduğunu kanıtlamak için dağlardan, tepelerden, derelerden, köylerden, mahallelerden eski isimler atıldı. Yerlerine kurgulanmış isimler getirildi, hayali bir ezeli Türk yurdu yaratıldı.
Yer adlarının Türkçeleştirilmesi ya da Türkçüleştirilmesi diyebileceğimiz bu toplum mühendisliği, Balkan Savaşı’nı izleyen günlerde İttihatçıların bayraktarlığında başladı öncelikle. 1913’te İskan-ı Muhacirin Nizamnamesi adlı genelge ile yer isimlerinin değiştirilmesi resmileşti. Bu yıllarda isim değiştirme operasyonunun en kapsamlı uygulandığı yer, Trabzon vilayetine bağlı Rize sancağı oldu. 224 yer adından çoğu Rumca olan 207’si değiştirildi, Türkçe olmadığı halde adı korunan tek yer sancak merkezi Rize oldu. Yeni isimler, Gölyayla, Değirmendere gibi coğrafi durumu anlatan isimler; Balıkçılar, Çakmakçılar gibi meslek adları; Tekkeköy gibi hayrat isimleri oldu.
Coğrafyanın “milli”si…
İkinci hamle Enver Paşa’nın 1916’da yayımladığı bir genelgeyle geldi, “Ermenice, Rumca, Bulgarca, hasılı İslam olmayan milletler lisanıyla yadedilen vilayet, sancak, kasaba, köy, dağ, nehir, bilcümle isimlerin Türkçeye tahvili” kararlaştırıldı. Uygulama için Enver Paşa’nın 1. Dünya Savaşı’nın devam ettiği günleri “şu müsaid zamanımızdan istifade edilerek” şeklinde tarif etmesi ilginçtir. Genelgeye göre, adlandırmada öncelikle övünülecek askeri olaylar, şanlı hadiseler göz önüne alınacak, bunların bulunmadığı durumlarda, memleketine hizmetlerde bulunmuş kişilerin ismi kullanılacaktı. Böylece “mekteb hocaları talebelerine coğrafya öğrettikleri sırada vatanımızın her parçasını zikrederken onlara aynı zamanda her mevkiin şanlı tarihine, iklim, mahsul, sanat ve ticaretine ait faideli mevzular” bulabilecekti. Liselerdeki “milli coğrafya” dersimizin temeli böyle atılmıştı belki de.
Bu genelgeyle Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon, Gümüşhane, Rize, Artvin-Hopa ve Arhavi’yi kapsayan değişiklik önerildiyse de gerçekleşemedi. Savaş devam ederken askeri karışıklığa sebep olmamak için işlemler ertelendi.
Türk’e kesen dağlar, nehirler, tepeler …
İsim değiştirilmesi cumhuriyetin ilk yıllarında da devam etti. Tehcirden önce bir Ermeni yerleşim yeri olan İzmit’e 1923 Yunan nüfus mübadelesi ile gelen göçmenler yerleştirildi, adı Kocaeli olarak değiştirildi. 1924’te Kırkkilise’nin adı Kırklareli’ne, 1927’de Bozok’un adı Yozgat’a çevrildi. 1925’te, Artvin ilinde büyük kısmı Gürcüce olan yerleşim adları değiştirildi.
II. Dünya Savaşı nedeniyle ara verilen ad değiştirme operasyonunda esas hamle Menderes döneminde oldu: Türkçe olmayan yer adlarını belirlemek ve yeni adlar önermek amacıyla 1957’de Yabancı Adları Değiştirme Komisyonu kuruldu. 1959’da İçişleri Bakanlığı’na köy adı değiştirme yetkisi verildi. Hazırlıkların sonuçları 1960 darbesinden sonraya kaldı.
Darbeyi izleyen dört ay içinde 10 bine yakın yeni köy adı kullanıma sokuldu. Bu yıllarda öne çıkan kaygı, etnik kökene ve ülkenin gayrimüslim geçmişine ilişkin her türlü izin silinmesiydi.
Rum, Ermeni, kilise, papaz, manastır içeren adlar silindi, kimilerinin yerine “Türk” adı eklendi. Alanya’nın Kürtler köyünün adı Türkler, Elbistan’ın Gavurören köyü Türkören, Maraş’ın Eloğlu kasabası Türkoğlu olarak değiştirildi. Hatta Lüleburgaz’ın Keferçiftliği önce Türk Kefereçiftliği (kefere: gayrimüslim) oldu daha sonra Türkgeldi’ye çevrildi. Kimi zaman da “Türk” kelimesini içeren yer adları Türk olmayan bir yerle karşıtlığı ima ettiği için iptal edildi. 1965’e dek tüm yer adlarının yaklaşık üçte biri değiştirildi. Tabii sadece yerleşim yerleri değil binlerce dağ, nehir, tepe de bundan nasibini aldı, Türkleştirildi.
Askerden onaylı haritalar
Toplumsal belleğe müdahalenin resmi düzeni için haritalara da el atıldı. Eski adları parantez içinde gösteren haritaların bile basılması, yurda sokulması ve dağıtılması yasaklandı. Her türlü harita basım ve yayımı Genelkurmay Başkanlığı bünyesindeki Harita Genel Komutanlığı’nın iznine bağlandı. Bugün yürürlükte olan yönetmeliğe göre “ülke menfaatlerine aykırı olabilecek coğrafi isimler ve ülke sınırlarının kontrolü maksadıyla” bu durum geçerli.
Yapılan değişikliklerin ısrarlı takipçisi ise bir başka darbe rejimi oldu. Resmi işlemlerde az da olsa hala kullanılan eski isimler, özellikle Kürtçeler, 12 Eylül’ün zorlamasıyla kullanım alanını kaybetti. 12 Eylül’ün iki paşayla yargılandığı bugünlerde bunun da esamesi okunmuyor.
Bölücü Kürt tilki, Ermeni koyun
Gelelim bugüne… Her fırsatta ileri demokrasiden dem vuran, ceberut devlet geleneğini değiştirdiğini iddia eden AKP iktidarının uygulamaları da farklı değil. AKP, eski isimleri iade etmek bir yana, hayvan isimlerini bile değiştirdi. 2005’te Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın desteğiyle Ağrı’da yapılmış bir projeyle gündeme gelen Vulpes Vulpes Kurdistanica (Kızıl Kürdistan Tilkisi) ve Ovis Armeniana (Ermeni Koyunu) isimleri basında infial yaratınca Çevre ve Orman Bakanlığı harekete geçti.
“Ülkemizin üniter yapısını bozucu nitelikte kasıtlı olarak konulmuş” olduğu tespit edilen hayvan türlerinin isimleri değiştirildi: Vulpes Vulpes Kurdistanica’nın Kürt kısmı atıldı, Vulpes Vulpes oldu. 1758’de zoolog Carl von Linne dem Wildschaf tarafından adı Ovis Armeniana olarak konulmuş yaban koyunu Ovis Orien Anatolicus oldu.
Ancak, bu tür bilimsel isimler, uluslararası zooloji örgütü ICZ
N tarafından tescil edildiği; değişiklikler de bu komisyonun kurallarına göre yapılabildiği için uluslararası arenada hala eski isimler geçerli ama önemi var mı? Ülkemizin üniter yapısını korunduktan sonra gerisi teferruat…
Emval-i metruke cumhuriyeti
Gayrimüslimlerden kalma yer isimleri değiştirilirken el konulan mülklerinin de geçmişi unutturuldu. Çünkü, “emval-i metruke” (terk edilmiş mallar) olarak tanımlanan bu mülklerin geçmişinin bilinmesi, sahipleri olan binlerce Ermeni’ye ve Rum’a ne olduğunu sordurtacaktı. “Başarı”ları ballandırılarak anlatılan yerli sermayenin bakkallıktan başlayan “girişimcilik” masallarının aslı ortaya çıkacaktı: servet, Türk-Müslüman unsur lehine gaspla, yağmayla el değiştirmişti.
Tüm ülkeye yayılmış bu süreç, devlet-halk-yerel eşraf suç ortaklığında gerçekleştiği için üzerinden yüzyıl bile geçmemiş bir zaman diliminde hafızalardan silinmiş. Özel mülk haline gelmiş olanlar bir yana hala devletçe kullanılan mülklerin tarihini, mesela Çankaya Köşkü’nün gerçek sahiplerinin Ermeni Kasapyan ailesi olduğunu bugün kaç kişi biliyor?
Cumhurbaşkanlığı’nın resmi internet sitesinde, Çankaya Köşkü için, “Daha sakin ve huzurlu bir ortamda yaşamasını sağlamak amacıyla Bağlar bölgesi Çankaya’daki bağ evi, Ankara Şehremaneti (Belediyesi) tarafından 30 Mayıs 1921’de Mustafa Kemal’e armağan edilmiştir” bilgisi veriliyor. Oysa, aile üyelerinden Kanada’da yaşayan Edward J. Çuhacı, köşkün satın alındığı iddialarına karşılık yazdığı mektupta olayı şöyle anlatır: “Çankaya köşkünü Kasapyan ailesi hiçbir kimseye satmamıştır. Devrin hükümeti yalnız o köşkü değil, bütün mallarını ve mülklerini ellerinden alıp Ağustos 1915’te tüm aileyi sürgüne sevk etmişlerdir. Benim babam (Ankara doğumlu 1887-1930) o tarihlerde ecnebi bir şirketin sahibi olduğu demiryolunda çalışması yardımı ile tüm aileyi Ankara’dan (Konya yoluyla) İstanbul’a kaçırmıştır. Ayrıca Kasapyan ailesinin sahip oldukları mülkler arasında Keçiören’deki bağ evi vardı ve bu bağa da Vehbi Koç ailesi sahip olmuştur.”
Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkmadan önce kaldığı, Rauf Orbay, İsmet İnönü, Kazım Karabekir ve daha pek çok kişiyle görüşmeyi sürdürdüğü ve Kurtuluş Savaşı planlarını hazırladığı ev olarak bilinen, bugün de Atatürk Müzesi olan Şişli’deki binanın da Kasapyan ailesine ait olduğu belirtiliyor.
Sansaryan Mektebi’nde Erzurum Kongresi
“Milli mücadele”nin önemli ayaklarından bir diğeri, Erzurum Kongresi, 23 Temmuz 1919’da Ermeni Sansaryan Mektebi’nde toplanmıştı. Yoksul ve yetim öğrencilerin giyim ve eğitim masraflarının karşılanması amacıyla Rusyalı Ermeni Mıgırdiç Sansaryan tarafından kurulan, yönetimi de Ermeni Patrikliği’ne bırakılan vakfa 1936’da Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından el konuldu.
Vakfın okula gelir sağlamak için İstanbul Sirkeci’de yaptırdığı Sansaryan Han’a da el konularak bir dönem Emniyet Müdürlüğü’nün tabutluklarıyla ünlü işkencehanesi olarak kullanıldı.
Gayrimüslimlerden kalan mülkler tüm ülke topraklarında el değiştirirken devletin karakol, hapishane, ibadethane gibi kurumsal binaları haline geldi.
Kurtuluş kimlerden kurtarıldı?
Kökeni Türkçe olmayan sokak isimleri İstanbul’da 1927’de değiştirildi. Gayrimüslim kimliklerden “arındırıldı”, “Ermeni”, “kilise”, “papaz” gibi kelimeler atıldı. Kimi zaman da gayrimüslimlere karşı bir meydan okuma niteliğinde, Türklüğü kuvvetlice hissettiren isimler verildi. Öyle ki travmatik çağrışımlara başvurularak uğradıkları kıyımlar halkların belleğinde daima taze tutulmaya çalışıldı.
İstanbul Şişli ilçesi bunun önemli bir örneği. Şişli’de Rumların yoğun olarak yaşadığı, adını bölgede yapılan tavlalardan (at ahırları) alan Tatavla’nın (Ta Taulon) adı 1929’da Kurtuluş olarak değiştirildi. Semte, cumhuriyetin kuruluşu ve ulus-devlet sürecinin önemli bir simgesi olan, “yabancı”lara karşı bir savaşı ifade eden Kurtuluş adının verilmiş olmasının tesadüf olmadığı açık. Yine Şişli’de özellikle ana caddelerde Bozkurt, Ergenekon gibi milliyetçi adlandırmalar yaygın. Sokaklar yeniden adlandırılırken savaş, silahşör gibi militarist imgelerin yanısıra Osmanlı ve cumhuriyet döneminin Hacı İlbey, Kazım Orbay gibi askerlerinin isimleri de verildi. Ermeniler açısından kritik bir isim olan Talat Paşa’nın adının Bomonti’de bir ilkokula verildiğini de belirtelim.
Şiddetin bu sembolik hali kimi zaman gerçek saldırıya da bürünüyor maalesef. Bilindiği gibi, Hrant Dink, Şişli Halaskargazi Caddesi’nde öldürüldü. Adının, öldürüldüğü cadde ile bağlanan Ergenekon Caddesi’ne verilmesiyle ilgili öneri ise Büyükşehir Belediye Meclisi’nin AKP’li üyelerince “caddelerde isim değişikliğinin gereksiz olduğu” gerekçesiyle reddedildi. Konu Ermeniler olunca, AKP Ergenekon’u tercih etti.
Kaynakça:
Agos gazetesi
Sevan Nişanyan – Hayali Coğrafyalar: Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Değşitirilen Yeradları – TESEV Yayınları
Suavi Aydın – Bir Tilkinin Ettiği: İsimler Milli Birliği Nasıl Bozar? – Toplumsal Tarih Kasım 2005
Sendika.Org / Özen Taçyıldız