Başbakan Recep Tayyip Erdoğan işareti verdi önceki gün. Eli kulağındadır. Geliyor… Kaç vakitte olur bilemeyiz ama 28 Şubat soruşturması belli ki çok yakında iş dünyasına ve medyaya dokunacak. Başbakan’ın, MÜSİAD Genel Kurulu’na hitaben yaptığı konuşma, “tarihi” nitelikteydi. Hesap sorulmasını istediği “hedef kitle”yi bir hayli genişletti Başbakan… “28 Şubat’ın hemen ertesinde gelen ekonomik krizler bir gecede […]
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan işareti verdi önceki gün. Eli kulağındadır. Geliyor… Kaç vakitte olur bilemeyiz ama 28 Şubat soruşturması belli ki çok yakında iş dünyasına ve medyaya dokunacak.
Başbakan’ın, MÜSİAD Genel Kurulu’na hitaben yaptığı konuşma, “tarihi” nitelikteydi. Hesap sorulmasını istediği “hedef kitle”yi bir hayli genişletti Başbakan…
“28 Şubat’ın hemen ertesinde gelen ekonomik krizler bir gecede Türkiye’yi yoksullaştırdı” dedi; 2001 krizini de “28 Şubat”ın sepetine koydu. Devamında, o dönemde gecelik faizlerin “yüzde 1500, yüzde 8000” seviyelerine çıktığını söylerken, “Acaba kimler burada vurgunu vurdu?” diye sordu.
Ve altı dikkatle çizilmesi gereken şu sözleri duyduk kendisinden: “İşte o vurgunu vuranların aslında hesaba çekilmesi lazım. Suç duyurusu yapıyorum burada”…
Bilemeyiz tabii bazı merciler Sayın Başbakan’ın bu ifadelerinden kendilerine bir vazife çıkarırılar mı?
Başbakan’ın “vurguncu” diye kimleri kastettiğini bilmemize de imkân yok.
Ama neyi “vurgunculuk” olarak kriminalize ettiği, sözlerinin anlamında çok açık.
Sayın Başbakan bir ekonomik ve mali kriz döneminde elinde nakit olanların bunu “faiz” gibi meşru bir yatırım aracıyla değerlendirme yoluna gitmelerini, “vurgunculuk” diye nitelemiş oluyor; bunu bir suçmuş gibi gösteriyor.
Popülizm, kriz dönemlerindeki olağanüstü mali piyasa koşullarını fırsata çevirip kazanç sağlayanlara “vurguncu” dedirtebilir. Seçmen nezdinde bu popülizmin bir siyasi getirisi de olabilir.
Ama birileri böylesi fırsatlardan, yasaların suç saymadığı bir biçimde yararlanmışsa, bu çevreleri “vurgunculuk”la itham etmek, hukuki zeminde kalındığı sürece olanaksızdır.
28 Şubat soruşturmasında hedef, hukuki meşruiyet çerçevesi içinde özenle tutulmalı ki, hadise gerçekten de bir “cadı avı”na dönüştürülmesin.
Lakin Sayın Başbakan’ın bu sözleri yargıyı baskı altına alıcı bir mahiyettedir. Bu ifadelerden sonra 28 Şubat soruşturmasında hedefin, darbe sürecinin sorumlularını ve aktif işbirlikçilerini cezalandırmakla sınırlı kalacağı hususunda iyimser olmak güçleşiyor.
28 Şubat soruşturması ve ardından gelecek dava süreçlerinde, hukukta yeri sabit suçları işlemekten sanık olanlar mı yargılanacaktır?
Böyle olacaksa, buna kim ne diyebilir ki?
Ancak bu operasyon ve dava süreçlerinin özellikle de sivil alanı ilgilendiren boyutu, geçmişte işlenmiş suçlarla ilgili hukuki çerçevenin dışına taşırılarak, ideolojik, sınıfsal ve sosyo-politik muhtevada bir rövanşizm ve tasfiyeciliğin aracı yapılacaksa işin rengi değişir.
28 Şubat’la hesaplaşma, askerin siyaset üzerindeki veto gücünün geriye dönüşü olmayacak biçimde sıfırlanmasına, yani “milletin egemenliğine” hizmet etmelidir. Milletin bir kesiminin öteki kesimi üzerindeki egemenliğinin vasıtası ise asla yapılmamalıdır.
Bu açıdan, operasyonun medya ayağının basın özgürlüğünü daha da sınırlamak maksadı ile kullanılmaması gerekiyor.
Oysa soruşturmadaki ilk dalgadan aylar önce dolaşıma sokularak, bir biçimde hep gündemde tutulup çeşitlendirilen “gözaltına alınacak medya patronu ve gazeteciler listesi”, nicedir basın özgürlüğünün baskı altına alınmasına hizmet ediyor.
Çok sayıda duayen gazeteci, sırf bu listelerde adları olduğu için aylardır tutuklanma endişesi altında yaşıyor ve çalışıyorlar.
Diğer taraftan, bunlardan bazıları gözaltına bile alınmayabilir… Ama neticede iktidar çevrelerinin arzuladığı psikolojik etki elde ediliyor. Bu gazeteciler, endişe ettikleri akıbet başlarına gelmesin diye belki de oto-sansür uyguluyorlardır. Saptayamayız ama hissedebiliriz.
O halde listelerle estirilen bu psikolojik terörizmin 28 Şubat andıçlarından ne farkı kalıyor?
Psikolojik harekâtın sivil olanı, asker orijinli olanından matah mıdır?
Diğer taraftan, bazı gazetecilerin asker kaynaklı 28 Şubat komplolarının içinde aktif ve koordineli biçimde yer almış oldukları, kanaatle değil, somut delillerle sabitse, onları basın özgürlüğü adına savunmak kimsenin haddine düşmez.
Ama o dönemin aktüalitesi içinde haber değeri tartışılmaz haberleri “Neden yayımladın?” diye gazetecinin yakasına yapışmak da basın özgürlüğüne esastan aykırıdır. Çünkü olmuşsa, doğruysa, haber, haberdir.
Gazetecilik faaliyeti nedir, ne değildir?
Bunu gazeteciler kadar 28 Şubat’ı soruşturan savcıların da bilmesi, öğrenmesi gerekiyor.