Kürt sorununda iyi şeyler mi yoksa kötü şeyler mi olacak? Her politik grup veya kişi soruna kendi baktığı yerden olayı analiz ediyor ve ona göre bir yorum yapıyor. İyi ve kötü kavramı politikada ne anlama gelir? Bu sorunun yanıtını vermek sanıldığından zordur. Politikada iç içe geçen halkaları doğru analiz etmediğimiz zaman beklenilenden çok daha farklı […]
Kürt sorununda iyi şeyler mi yoksa kötü şeyler mi olacak? Her politik grup veya kişi soruna kendi baktığı yerden olayı analiz ediyor ve ona göre bir yorum yapıyor. İyi ve kötü kavramı politikada ne anlama gelir? Bu sorunun yanıtını vermek sanıldığından zordur. Politikada iç içe geçen halkaları doğru analiz etmediğimiz zaman beklenilenden çok daha farklı sonuçlarla karşılaşacağımız kesindir. Zıt kutuplar arasında iyi ve kötü sonuçlar tersten işlev görür. Bu bakımdan sürecin doğru okunması için Kürt sorunun çok yönlü değerlendirilmesine ihtiyaç vardır.
Ortadoğu’nun stratejik bölgesinde ve iç politik krizin yaşandığı devletlerin merkezinde duran Kürt sorunu, herkes için önemli politik sonuçlara yol açacaktır. Bölgesel rekabetin sonucunda sınırların değişmesi olasılığı Kürtlerin sosyo-politik pozisyonunu yeniden tanımlayacaktır. Hem küresel sistem güçleri, hem de bölgesel devletler bu gerçeğin farkındadır. Özellikle Kürt sorununun merkezinde bulunan devletlerin, izledikleri politikaları etkin kılmak için çok yönlü bir çaba içerisinde oldukları ve bunun için her türlü yöntemi kullandıkları biliniyor.
Küresel sistemin oluşturduğu Ortadoğu krizinin merkezine Kürtler oturmuş durumda. Kürtler içerisinde özellikle PKK, stratejik bir noktada bulunuyor. Bu bakımdan, politik arka planda çok yönlü hesaplanan PKK gerçeği, stratejik-politik dengelerin şekillendirmesini ciddi oranda etkilemektedir. Bu anlamda, sorun bir bakıma PKK’de merkezileşmektedir. Böylelikle hem ABD, İngiltere, Fransa, hem de Türkiye, Suriye, İran ve hatta Irak gibi devletlerin oluşturdukları Kürt politikasında PKK son derece önemli bir yer tutmaktadır. Bunun asıl nedeni PKK’nin Kürdistan’ın bütün coğrafyasında merkezi-örgütlü bir güç olması ve alternatif projeler oluşturmasıdır.
Bölgesel dengeler dikkate alındığında, Kürt sorunundaki tablonun kavranması için birkaç temel noktaya dikkat çekmekte yarar var.
Bir: Küresel güçlerin bölgesel Kürt politikası
ABD-AB merkezli oluşan İran, Irak ve Suriye eksenli politikaların içinde Kürtler önemli bir yer tutmaktadır. Ayrıca Türkiye’nin PKK hedefli Kürtleri tasfiye politikasına çok yoğun bir destek vermeleri de bölgesel ilişki ve çıkarlarla bağlantılıdır. AB-ABD’nin ortaklaşa izlediği ve bugün yaşama geçirmek istedikleri politikalar başarılı olmazsa, öncelikle olarak Irak ve Suriye kaçınılmaz olarak parçalanacaktır. Böylesi bir bölünme olasılığının çok yüksek olması, bölgede politik kaosun derinleşmesine yol açmakla kalmayıp, olası bölgesel bir savaşla bütün dengelerin yeniden şekillenmesini kaçınılmaz kılacaktır. Bu karmaşık politikanın merkezinde duran Kürtler için tersten daha pozitif bir durumun oluşmasına yol açacaktır. Kürdistan coğrafyasının bir bütününde ‘Birleşik Kürdistan’ olgusunun beklenilenden çok daha güncel bir pozisyona geleceğini küresel güçler çok iyi hesaplamaktadır. Olası gelişmeye göre, özellikle Kürdistan Bölgesel Yönetimi yöneticilerini kendi politik çıkarlarına göre konumlandırmayı hesaplamaktadırlar. Bu nedenle PKK’ye yönelik çok yönlü saldırıları planlı ve gizli bir şekilde uygulamaya koymaya devam edeceklerdir. Özellikle Türkiye-ABD-İngiltere ve hatta İsrail arasında çok gizli yürütülen askeri hazırlıklar ve diplomatik ilişkilerde PKK’nin etkisizleştirilmesi öncelikli olarak benimsenmiş bir politikadır. Küresel sistem güçleri, mevcut politik istikrarsızlığın içerisinde ortaya çıkacak birleşik veya özerk Kürdistan bölgelerinin hiçbir şekilde PKK’nin denetiminde olmasını istemiyorlar. Bunun somutlaşmış biçimi Suriye’dir. PKK’nin Kürtler arasında yüksek bir temsili gücü ve çok büyük bir tabana sahip olmasına rağmen Barzani’nin ön plana çıkartılmaya çalışılması küresel güçlerin bölgesel politikaları ve çıkarlarıyla ilişkilidir.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Barzani’nin ABD’ye yaptığı ziyaret bu bakımdan kritik öneme sahipti. Irak’ın içerisinde bulunduğu politik kriz ve Suriye’de ortaya çıkan mevcut durum ile birlikte ele alındığında Barzani’nin ziyareti çok daha önem kazandı. Kürtlerin Irak merkezinden ayrılıp ayrı bir devlet oluşumuna gitmesinin ABD’nin masada tuttuğu alternatif bir başka planı olduğu biliniyor. Suriye sınırları içerisindeki Kürt bölgesinin de Kürdistan Federasyonuna dâhil edilmesi olasılığının hesaplanması, ABD’nin uygulayabileceği politikalardan biridir. Barzani, ABD’de bir ülkenin devlet başkanı statüsünde karşılandı. Bunun esas nedeni, Barzani’nin yeniden Kürtler içerisinde bir bölgesel lider olarak ön plana çıkartılmak istenmesidir. ABD, Barzani’nin bölgesel rolü bakımından Türk devletini ve Erdoğan’ı ikna etmiş durumda. Bunun karşılığında ise PKK’nin askeri olarak etkisizleştirilmesi ve silah bırakmaya zorlanması hedeflenmektedir.
Rusya ve Çin’in izlediği Suriye politikası Kürt sorununa yansımaları da bulunuyor. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra belki de ilk kez Rusya ‘yeniden’ bir Kürt politikası oluşturmaya başladı. ABD-AB tarafından oluşturulmaya çalışılan muhalefetin ciddi bir toplumsal tabanı bulunmuyor. Bunun tersine, ‘Suriye Ulusal Koordinasyonu Gurubu’ adıyla oluşturulan ve içerisinde Kürtlerin, Dürzilerin, Hıristiyanların, Sünni Arapların ve hatta Alevilerin yer aldığı muhalefetin toplumsal tabanı çok daha güçlüdür. Rusya’nın bu muhalefet grubuyla çok yakın ilişkileri bulunuyor. Kürt bölgesinde çok etkin olan PKK ile aynı ideolojik-politik çizgide olan PYD, bu muhalefetin en güçlü ve etkili grubudur.
PYD Başkanı Salih Muhammed’in içinde yer aldığı heyet Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın davetlisi olarak Rusya’ya gitti. Muhammed, Annan Planı’nı olumlu gördüklerini ifade etti, ‘ancak sonuçlarının belirsiz’ olduğu değerlendirmesiyle kaygılarını ifade etti. Ayrıca Suriye Ulusal Koordinasyon Kurulu Dış Temsilcisi Abdulaziz Xeyr de, ‘Şam’a baskının artması halinde barışçıl bir süreç yaşanabileceğini’ belirtti. Rusya bir bakıma, Esad rejimiyle bu muhalefet grubu arasında arabulucu görevi görüyor. Birkaç hafta önce Moskova’ya davet edilen grup ile yapılan görüşmeler, Rusya’nın Kürt politikasına ilişkin bize bir fikir vermektedir. ABD-AB, Türkiye gibi ülkeler PKK’yi ‘terörist’ olarak görürken, Rusya tersine PYD ile resmi görüşmeler yapıyor. Bu durum, önümüzdeki döneme ilişkin bölgesel Kürt politikası bakımından bir fikir vermektedir.
İki: Kürt sorununa müdahil olan bölge devletlerinin Kürt politikası
Kürt sorunuyla muhatap olan Türkiye, İran, Suriye ve Irak gibi bölge devletleri arasındaki politik çatışma, rekabet giderek derinleşiyor. Özellikle Türkiye’nin Suriye politikası, İran ve Irak tarafından ‘düşman’ bir politika olarak görülmektedir. Türkiye’nin, bütünüyle ABD’nin bölgedeki politik ve askeri jandarması olarak görev yapma isteğinin, bölgede ciddi bir tedirginlik yarattığı biliniyor. Bu durumun Arap devletlerinde bir kaygı yarattığı kesin. Söz konusu devletler arasındaki çatışmanın, Kürt sorununu bakımından da farklı politik eğilimlerin gelişmesine yol açma olasılığı söz konusudur.
İran’ın kendisine özgü bir Kürt politikası her zaman var oldu. Politik gelişmelere paralel olarak, Kürt sorunun bölgesel bir düzeyde ele alınma olasılığı güçlendikçe, İran küresel kapitalist güçleri doğrudan işin içine sokmadan kendi politikalarına uygun bir çözümü uygulamaya koyabilir. Şu anki eyalet yapısını kendi devlet sistemi içerisinde ‘özerk’ bir bölge olarak ilan edebilir. Devlet deneyimi güçlü olan İran, uluslararası ve bölgesel ilişkilerde pragmatist bir politik
aya sahiptir. İran şu gerçeğin farkındadır: Kürt sorunu bölgesel bir düzeyde ele alındığında ve küresel kurumlar ve devletler müdahil olduğunda İran için ciddi tehlikeler oluşturur. Buna Belucistan ve Azerbaycan meselesi eklenecektir. Bunun için Kürt meselesinde beklenilenin dışında bir adım atması olasılığı her zaman vardır.
Suriye’de ise Esad rejiminin nereye doğru evrileceği konusunda politik belirsizliğin devam etmesi nedeniyle, Kürtlerin kendi özerkliklerini ilan etmeleri ve sürece bu tarzda müdahil olmaları yüksek bir olasılıktır. ‘Suriye Ulusal Konseyi’ adlı grubun lideri Burhan Galyun’un Türkiye’nin baskısıyla yaptığı, “Suriye Kürdistan’ı diye bir şey yok” değerlendirmesinin aksine, ‘Suriye Ulusal Koordinasyon Kurulu’nun daha pozitif yaklaşması, Kürtlerin politik yönelimini giderek belirginleştirdi. Kürtler başta olmak üzere, her etnik ve dinsel gruba eşit haklar çerçevesinde “demokratik bir Suriye”den yana olduklarını ilan etmeleri, Suriye muhalefet grupları arasındaki farklılığı ortaya koymaktadır. Bu bakımdan ‘özerk Kürdistan’ formülasyonu yaşam bulacaktır.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin ise Irak ile olan politik ilişkilerine bağlı olarak ‘bağımsızlık’ ilanı gündeme gelebilir. Barzani’nin bunu son aylarda yüksek bir sesle dillendirmesi, hem Bağdat merkezine yönelik politik bir baskı amacı taşımaktadır hem de olası ani gelişmelere bir hazırlık niteliğindedir. Barzani’nin ABD ziyaretinin en önemli halkasını bu sorun oluşturdu. Kürdistan bölgesindeki petrollerin işletilmesinin önemli bir kısmının ABD kökenli şirketlere verilmesinin bir başka yönü de, olası ‘bağımsız’ Kürdistan için ekonomik-politik bir altyapı oluşturmaktır.
Bunlar içerisinde özellikle Türkiye’nin izlediği strateji Kürt sorununun çözümsüzlüğünün ana yapısını oluşturuyor. Her bölge devletinin bir Kürt ve dolayısıyla PKK stratejisi olmakla birlikte, özellikle Türkiye, bu ilişkilerin merkezinde son derece aktif bir rol oynamaktadır. Bugünkü politik verili durum dikkate alındığında Kürtlerin tasfiyesinin merkezinde Türkiye bulunuyor.
Devletin kesintisizce sürdürdüğü çok yönlü operasyonlarda, baharla birlikte çok ciddi bir artış yaşanmaya başladı. Sınır bölgelerine yapılan askeri yığınakların, binlerce askerin katıldığı operasyonların, hava bombardımanlarının yeniden yoğunluk kazanması, devletin çözüm yöntemi bakımından bize bir fikir vermektedir. Yani esas alınan askeri tasfiyedir. Bunu görmemek ve başka noktaları ön plana çıkarmak politik ahmaklıktır.
AKP’nin bugün izlediği Kürt politikası, devlet içerisindeki bütün farklı kliklerin üzerinde anlaştığı bir strateji olup doğrudan devlet adına yürütülmektedir. Cemaat, AKP, Kemalist fraksiyon ve ordu gibi kliklerin ortak buluşma noktası Kürtlerin tasfiye edilmesi veya askeri, politik ve sosyal etki gücünün kırılarak en zayıf noktasında, kendi çözümlerini dayatmalarıdır. Bu bakımdan İslamcı devlet adına Erdoğan’ın izlemiş olduğu askeri çözüm politikası bütün sistem güçleri tarafından desteklenmektedir. Bunun politik altyapısı da, Milli Güvenlik Kurulu (MGK) stratejisyenleri tarafından oluşturulmuş durumda. Milli Güvenlik Kurulu Sekreterliği’nde görev almış ve halen Harp Akademileri Komutanlığında öğretim görevlisi olan Doç. Dr. Atilla Sandıklı ve Erdem Kaya tarafından hazırlanan “Çatışma Çözümü ve Türkiye’de Kürt Meselesi” raporunda ortaya konulan belirlemeler ve öneriler, AKP hükümeti tarafından bütünlüklü olarak uygulanmaktadır. Raporun giriş bölümünde “Terörle Mücadele Stratejisi” başlıklı çalışmaya atıfta bulunularak, “…Teröristle silahlı mücadelenin geniş kapsamlı çatışma çözümü sürecinin güvenlik boyutunda diğer boyutlarla eşzamanlı olarak yürütülmesi gerektiğini belirten rapor, PKK terör örgütünün çözüm sürecinin tarafı olamayacağını (…) ortaya koymaktadır” değerlendirmesi yapılmaktadır. Bu değerlendirmeler devletin bugünkü politikalarını belirlemektedir.
Bugün AKP devletinin uyguladığı politikanın tamamı bu raporda bulunuyor. Bu rapor bir başka yazıda değerlendirilecektir. Ancak, ‘barışçıl-demokratik çözüm’ gibi bir yönelimin devletin gündeminde olmadığı çok açıktır. Devlet askeri gücü esas alarak çok yönlü tasfiye politikasını özellikle son 3 yıldır çok kapsamlı olarak uygulamaktadır. Bütün saldırılara rağmen Kürtlerin toplumsal iradesini kıramaması devletin yeni bir politik açmazı olarak karşımıza çıkıyor. En azından bugünkü verili politik durum dikkate alındığında devletin tasfiyeci politikası başarısız kalmış bulunuyor. Ancak askeri saldırılara kesintisizce devam edip, böylelikle gerilla güçlerini kontrol altında tutarak eylem gücünü kırmayı veya zayıflatmayı hesaplıyorlar.
Devletin bütün saldırı politikalarına rağmen, bölgedeki gelişmelerle Türk devletinin bölgesel stratejisi toptan başarısız oldu ve Kürt sorunu çok daha kapsamlı bir şekilde karşısına çıkmış durumda. Bunun farkında olan devlet, Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’yi Türkiye’ye davet etti. Barzani’nin ABD’de bir devlet başkanı gibi karşılanması, Türkiye’de hem tuhaf karşılandı hem de şaşkınlık yarattı. Ancak aradan bir hafta geçmeden Türkiye’ye davet edilerek, aynı şekilde Kürt Devlet Başkanı gibi karşılanmış olması, Barzani’ye çok açık olarak ihtiyaç duyduklarındadır. Ayrıca bu, ABD’de yapılan görüşmelerin bir başka yansıması ve devamı olarak algılanabilir. Devlet, Kürtlere yönelik izlediği politikadaki başarısızlığını bu kez Barzani’yi kullanarak kapatmanın yollarını arıyor. Barzani olmadan PKK sorununun üstesinde gelemeyeceğine artık inanmış bulunuyor. Barzani’nin Türk devletinin tasfiye politikasına destek vermesine karşılık, olası bağımsız bir Kürdistan’ın tanınması rüşveti sunulmuş bulunuyor.
PKK’ye silah bıraktırılması, devletin en öncelikli taktik politikasıdır. Erdoğan Katar’da şöyle konuştu: “Silahı bıraktığı andan itibaren de zaten bizim Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak tavrımız nettir. Tamamıyla operasyonların durdurulması istikametindedir. Ama silahlar bırakılmadığı sürece devletin de operasyonları durdurması söz konusu değildir.” Barzani üzerinden yaptırılmak istenen politika budur.
Ayrıca Türk devletinin en büyük korkusu, Suriye’de PYD’nin denetiminde bir ‘özerk’ bölgenin kurulmasıdır. Bunun yüksek bir olasılık olduğunun farkında olan Türkiye, Barzani’nin orada da etkin olmasını sağlayarak geçici de olsa bir nefes almak istiyor. Amaç, Kürt sorunun bölgesel düzeyde kabul edilmesi değil, sadece bugün iflas eden Kürt politikasını yeni taktiklerle devam ettirme çabasıdır. Peki, devlet bu tür işlevsiz politikalarla başarılı olabilir mi? Mevcut politik koşullar içerisinde bunun son derece zor olduğunu belirtmek gerekir. Ancak temel faktör, Kürt siyasal temsilcilerin ortaya koyacakları irade ve belirleyecekleri politikanın tutarlılığıdır.
Kürtlerin politik yönelimleri belirleyicidir
Kürt sorununun çok hızlı bir şekilde bölgesel ilişkilerin merkezine oturmuş olması, önümüzdeki süreçte Kürtlerin mevcut dengeler içerisinde daha aktif bir rol oynayacaklarına dair önemli ipuçları vermektedir. Kürtlere yönelik ilginin bu tarzda artmış olması, Kürtler olmaksızın bölgesel sorunların çözülemeyeceğini ortaya koyuyor. Küresel ve bölgesel güçler, ortaya çıkan yeni bölgesel politik denklem içinde Kürtlerin bütün politik kuvvetlerini hesaba katmak yerine daha çok kendilerine yakın olan güçlerle sorunu çözmeye çalışmaktadırlar. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin özerklikten bağımsızlığa doğru
evrilmesi, Barzani’nin bölgesel bir aktör olarak ön plana çıkması veya çıkartılması, bölgesel güçlerin de politikalarına uyumludur. Tam da bu noktada, Kürtler arasındaki ilişkilerde Kürdistan Bölgesel Yönetimi yöneticilerinin çok daha dikkatli olmaları, Kürtler içi politik dengeleri kesinlikle yok saymamaları gerekir. Bölgesel güçlerin desteğiyle Kürtler arasındaki ilişkileri bozmak, Kürtler arası çatışmalara yol açabilecek adımlar atmak Kürtlerin stratejik çıkarlarıyla bütünlüklü olarak çelişir.
Barzani, Ankara’da yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Bizim üzerimizden Kandil ile herhangi bir toplantı ve görüşme gerçekleşmedi. Ben ‘PKK’ya silah bıraktırırım’ demiş değilim. Silah çağının geride kaldığını söylüyorum. Bana kulak verilirse barışçıl yöntemler aramalılar. Bu dönemden sonra silahla bir yere varılamaz. Bundan sonra PKK silah yöntemini sürdürürse sonucuna kendi katlanır. Ben PKK’nın Irak Kürdistanı’nda hüküm sürmesine müsaade etmem.” Bu açıklamayı nasıl anlamak gerek? Türk medyasında alışık olduğumuz yorumları biliyoruz. Ama esasen Barzani’nin Hewler’de yapacağı açıklama belirleyici olacaktır. Barzani’nin ‘Kürt sorununun silahlı mücadele yürütülmeden çözülmesi gerekir’ görüşü biliniyor. Bu bir bakış açısıdır ve yanlış da görülse saygı duymak gerek. Ayrıca PKK ile Türk devleti arasında arabulucu olabileceğini de birçok kez vurguladı. Bu yönelimi aşan her politika Kürtler arasındaki stratejik ilişkileri bozar, kırar ve zayıflatır. Ayrıca, Türk devletinin Barzani’ye yönelik tek lider olması önerisinin arka planında bir politik komplonun olacağı da hesaplanmalı ve Barzani de kulağa hoş gelen bu tür önerilere kendisini kesinlikle kaptırmamalıdır. Barzani, PKK politik sürece dâhil edilmeden bölgesel bir çözümün olmayacağını, uluslararası ve bölgesel güçlere her defasında hatırlatmalı ve bu konuda arabulucu rolü üstlenebileceğini belirtmelidir.
Bütün bu faktörlere rağmen, stratejik dengeyi belirleyecek olan PKK’dir. Bu gerçeklik aslında hemen bütün politik güçler tarafından biliniyor. Bu bakımdan mesele başkalarının ne dediği değil, PKK’nin ne yapmak istediğidir. Bu süreçte PKK üzerinde uluslararası ve bölgesel güçlerin çok yoğun ve çok yönlü bir baskısı olacaktır. Kürtler içerisindeki bazı politik aktörler de bu sürece dahil olacaklardır. Bütün amaç, PKK’nin koşulsuz silahları bırakmasıdır. Bugünkü politik koşullar içerisinde herkesin odaklandığı nokta burasıdır.
PKK’nin hem askeri hem de politik olarak karşı saldırılara direnmesi, mücadeleyi çok yönlü geliştirmesi stratejik öneme sahiptir. Şu veya bu şekilde, somut net adımlar atılmadan, resmiyeti olan ortak kararlar alınmadan, uluslararası kurumlar sürece dahil edilmeden ‘yeni’ şans verme adı altında ilan edilebilecek herhangi bir ateşkes PKK’nin politik yenilgisine yol açacaktır. PKK’nin çok dikkatli ve çok yönlü politikalar geliştirmesi kaçınılmazdır. Bunun ilk adımı Suriye denkleminin kısa süre içinde çözümlenmesidir. Strateji, “bütünlüklü kazanmak” üzerine olmalıdır. Yaşanan deneyimlerde görüldüğü gibi kapalı kapılar arkasında yürütülecek diploması, yenilginin kapılarını açar.
Bahar bu yıl zorlu da geçse, kötü şeylerin değil iyi şeylerin habercisidir. Baharın gelmesini istemeyenler baharın gelişiyle yeni uyutma manevralarına girmeye başladılar.
Unutmamalıyız ki ezilenlerin çok yönlü direnişi meşrudur.