Adalet, adal (erkek dana) ve et kelimelerinin birleşiminden oluşan ‘erkek dana eti’ anlamına gelmez elbette. Ve ‘adil olmak’ deyimi, ‘adi’likten gelmiyor şüphesiz. En genel anlamıyla adalet; hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme, doğruluk demektir. Ve adil olmak, adaletten, doğruluktan ayrılmamayı, hakkı yerine getirmeyi, adaletli olmayı gerektirir. Adil olmak, adalet dağıtmak her baba yiğidin harcı değildir […]
Adalet, adal (erkek dana) ve et kelimelerinin birleşiminden oluşan ‘erkek dana eti’ anlamına gelmez elbette. Ve ‘adil olmak’ deyimi, ‘adi’likten gelmiyor şüphesiz. En genel anlamıyla adalet; hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme, doğruluk demektir. Ve adil olmak, adaletten, doğruluktan ayrılmamayı, hakkı yerine getirmeyi, adaletli olmayı gerektirir.
Adil olmak, adalet dağıtmak her baba yiğidin harcı değildir elbette. Öyle ince ve öyle hassa-siyet gerektiren bir şey ki bu adalet, çok hassas teraziyle ölçülür ancak.
Lakin kulağa hoş gelen bir kavram niyetine partilerinin ismine ekleyip, ondan marka yaratarak pazarlamaktan başka bir amaç gütmeyen kafaların; adaleti boş bir kap sanıp onu kantarla tartmaya kalkışması da beni şaşırtmıyor açıkçası.
Adaleti süslü bir kavram olarak kullanır ve el kantarıyla tartıp adalet dağıtmaya kalkışırsanız ibreniz hep şaşar: Kendi ülkenizde taş atan çocuğu terörist, komşu ülkede can alan eli silahlıyı muhalif görürsünüz o zaman. Hamas’ı seçilmiş diye kabul eder baş tacı ederken BDP’yi uzaydan gelmiş sanır, her platformda onu ötekileştirirsiniz. Size oy verenleri seçmen, sizden başkasına oy verenleri ise başka bir şey sanırsınız. Tarihimizin kara lekelerinden birisi olan Sivas katliamı davasının zamanaşımına uğramasına ‘hayırlı olsun’ der, insanları ve insanlığı cayır cayır yakan ve hüküm giyenlerin çocuklarının gözyaşlarını sos niyetine kullanıp mağdur oldukları imasında bulunur, bir kez daha avcıdan yana olursunuz. Hopa’da en demokratik hakkını kullanarak sizi protesto eden Metin öğretmenin ölümüne sebep olanları sorgulamaz, onun ardından atıp tutar, eşkıya dersiniz. Kitapla bombayı eş tutar, içeride tıktığınız gazeteci-leri terörist ilan edersiniz. Sizin atadığınız bir müsteşar ifadeye çağrıldığında ‘seçilmişleri atanmışlara kul etmeyiz’ der, apar topar kişiye özel kanun çıkarır, gerçek seçilmişlerin demir kapılar ardında kalmalarına ‘yargı’ der geçiştirirsiniz. Uludere katliamıyla ilgili özür dilemeye yanaşmaz, orada katledilen o gencecik insanların faillerini bulup yargılamaz, öldürülenlerin acılarını tazminatla, maaşla dindireceğinizi sanırsınız. Van depreminde evsiz kalanları uzun bir süre çadırlara mahkum eder, Suriye’den olası geleceklere konteynır kentler kurarsınız. İnsanların bayramlarına karışır, ‘benim istediğim günde ve istediğim yerde kutlayacaksınız’ dersiniz. Yabancı ülkelerden anadilde eğitim talep ederken, kendi ülkenizde anadilde eğitim talep edenleri bölücülükle itham edersiniz. İşinize gelenlere demokratik hak, özgürlük der, işinize gelmeyenlere yasak koyarsınız. Askeri vesayete karşı çıkar, polis devletini şekillendi-rirsiniz. Ve işi o kadar ileri götürürsünüz ki eğitimle uzaktan yakından alakası olmayanlara eğitim sistemini tümden değiştirecek bir yasa teklifi hazırlatır; eğitimle uzaktan yakından ala-kası olmayan herkes konu ile ilgili sözünü söyler, tartışır, işin öznesi konumundaki eğitimciler sözünü söylemek istediklerinde ise onlara meydanları yasaklarsınız. Meydanları yasaklamakla kalmaz, bulundukları şehrin dışına çıkmalarına dahi izin vermeyerek seyahat etme özgürlükle-rini ellerinden alır, anayasayı delik deşik edersiniz. Hakkını savunmakta inat edenleri ise cop-latır, sürükler, dövdürür, kimyasal gazlarla onları püskürtmeye çalışırsınız. Hukuk tanımaz uygulamaları savunur; insanların seyahat etme, hak arama, açıklama yapma haklarını kullan-mayı yasaklama hakkını kendinizde bulur, ‘hak’kı, hukuku kendinize has sanırsınız. Bu liste uzadıkça uzayıp gider elbette.
Adaletsizliğin kol gezdiği ve adaletin el kantarıyla tartılıp dağıtıldığı bir zamanda ve bir me-kânda bu uygulamaları görmezden gelip, bunlara ses çıkarmamak insana da insanlığa da haka-ret olur kanımca.
Hele hele bir yandan dini öğrenmek istemeyenlere veya farklı mezheplere mensup çocuklara bile zorla din dersinin verildiği ve bunun bir asimilasyon aracı olarak kullanıldığı bir sistemde, buna ek olarak Kur’an-ı Kerim ve tefsirini seçmeli ders olarak konulup; dini eğitimi 5.sınıfa indirgeyip bütün okulları dini eğitim veren okullar haline getirilmesinin ‘özgürlük’ diye savunulması; kendileri gibi düşünmeyenlerin ağızlarının, emirlerindeki kolluk güçleri aracılığıyla kapatılmaya çalışılması kabul edilecek, içe sindirilebilecek bir davranış hiç değildir.
Adaletin ağır aksak yürüdüğü böyle zamanda bile mağdur olanların, mağduriyetlerini dile getirmesi, sesini duyurması için mücadele etme hakkı tartışmasız vardır. Mağdur olanların yaşadıkları mağduriyeti dile getirmeyi, kendilerini mağdur edenlerin iznine ve insafına bağ-lamak, mahkûm edilmesi gereken başat bir insan hakkı ihlalidir. Hak, hukuk bilmez uygula-maları gelenek haline getirip yurttaşlarını mağdur edenlerin bu davranışını uluslar arası mah-kemelere taşımak hak mücadelesi veren emek örgütlerinin asli görevi olmalıdır. Özellikle son günlerde seyahat etme özgürlükleri bile gasp edilen, üyeleri şiddete maruz kalan, bu ülkenin vicdanı konumundaki KESK’e düşen çok önemli bir görevdir bu. KESK, bir yandan meydan-lardaki onurlu direnişini sürdürüp hak alma mücadelesini devam ettirirken, öte yandan hakları gasp edilen bütün üyeleri adına ayrı ayrı davalar açması gerekmektedir. Açılacak bu on bin-lerce davanın iç mahkemelerde evrensel hukuka uygun sonuçlandırılmaması durumunda, aynı davaların istisnasız tümünün Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşınması farz olmalıdır. Açılacak bu on binlerce davanın lehte sonuçlanması durumunda ise “tüyü bitmemiş yetim hakkını” korumakla görevli Hazine, uğradığı onca zararı, buna sebep olanlara rücu eder belki de. Bu tür davaların ve kazanımların artması hak gasp edenleri, şiddet uygulayanları titretip bu ülkenin bir hukuk devleti olduğunu hatırlatır ve bu şekilde kendine getirir belki de.