28 Şubat sürecinde KESK’in tutumu ile ilgili bazı değerlendirmeler yapıldı. Bunu ileri sürenlerin dayanakları daha çok işçi sendikalarının tutumları, ortak basın açıklamalar ve kimi demeçler oluşturuyor. Elbette bir Konfederasyon içinde farklı düşünenler olacaktır. Önemli olan gerçekten eylemsel anlamda ne yaptıklarıdır. Bunu iddia edenler net bir eylem gösteremiyorlar. Üstelik sözü edilen KESK. Örneğin aksi yönde net […]
28 Şubat sürecinde KESK’in tutumu ile ilgili bazı değerlendirmeler yapıldı. Bunu ileri sürenlerin dayanakları daha çok işçi sendikalarının tutumları, ortak basın açıklamalar ve kimi demeçler oluşturuyor. Elbette bir Konfederasyon içinde farklı düşünenler olacaktır. Önemli olan gerçekten eylemsel anlamda ne yaptıklarıdır. Bunu iddia edenler net bir eylem gösteremiyorlar. Üstelik sözü edilen KESK.
Örneğin aksi yönde net bir eylemi kamu emekçilerinin tarihini unutanlara (unutmak isteyenlere) hatırlatalım.
SES ve Tüm Sosyal-Sen; işkolumuzdaki sürgün ve kadrolaşmaya, özelleştirmeye ve sahte sendika yasası girişimlerine karşı 1 Mart 1997 tarihinde Ankara da merkezi eylem kararı almıştı. Miting hazırlıklarımızın artık son günündeydik. MGK’nın toplantı halinde olduğu 28 Şubat akşamı sendika binasına girdiğimde (o dönem SES Genel Başkanıydım) apartman girişinde bazı kişiler beni durdurdular. Özel yetkili insanlar olduklarını, mitingimizin 28 Şubat’ın hemen sonrasına denk geldiğini, tarihi bir süreç yaşadığımızı, yarınki eylemi iptal etmemizi, en azından ertelememizi istediler. Bu tarz tehditleri daha önce Ankara emniyeti yetkilileri daha kibarca yapmışlardı. Onlara yarın görüşeceğimizi söyleyince epeyce tehdit edildim. 28 Şubat akşamı ekranlardan MGK kararları açıklandığında biz bir gün sonraki eylemin hazırlığına devam ediyorduk.
Ertesi gün Ankara girişinde otobüslerimiz durduruldu. Sıhhiye Meydanı panzerlerle kuşatıldı. Hipodromda önümüze barikatlar kuruldu. KESK MYK başta olmak üzere KESK’e bağlı sendika genel başkanları ile birlikte yürüyüşü zorladık ve Sıhhiye’ye güç bela ulaştık. 28 Şubat rüzgarı yürüyüşümüzü durduramamıştı. Çünkü biz sınıfın çıkarları için mücadele ediyorduk. Yönetenlerin kim olduğu, REFAH YOL ya da başkası birisi, bizi ilgilendirmiyordu. 1 Mart Ankara mitingimiz 28 Şubat medyasında yer bulamadı. Çünkü taleplerimiz ile 28 Şubatçıların istedikleriyle örtüşmüyordu.
Aynı yaz Erzincan SES şubesi Batı Çalışma Grubu tarafından basıldı. Kadın yöneticilerimiz tartaklandı. Zaten 28 Şubat akşamı benimle görüşmeye gelenler, bizleri ‘başka türlü tasfiye edeceklerini’ kaba bir şekilde söylemişlerdi.
28 Şubat sonrasında REFAHYOL iktidarı yerine gelen ANASOL ve devamındaki DSP-MHP-ANAP koalisyonu, KESK’e baskılar anlamında REFAHYOL’un bıraktığı yerden devam ettiler. Israrla dayatılan grevsiz toplusözleşmesiz sahte sendika yasasına karşı 4 Mart 1998 tarihinde KESK’in Kızılay’daki basın açıklamasına da ilk defa biber gazı ile saldırdılar. Sonrasında sahte sendika yasasına karşı mücadele ve karşısında artan baskılar, 4688 sayılı kanun KESK’e rağmen kabul edilinceye kadar devam etti. Özetle KESK, 28 Şubat iktidarlarına ve onların destekçilerine karşı meydanlarda gerekeni gücü oranında fazlaca yapmıştır.
Bugün AKP hükümetinin getirdiği sendika yasa tasarısı değişikliği ile 28 Şubat sonrası hükümetlerin sendika yasası aynı niteliktedir. Grev yasaktır. Toplusözleşme yoktur. Örgütlenme özgürlüğü kısıtlıdır. Son söz hükümetindir. Masanın karşısında hükümet güdümlü sendika vardır. Sosyalist İşçi gazetesi KESK’in ’28 şubat darbesini desteklediği için’ üçüncü konfederasyona gerilediğini ileri sürüyor. Kendine sosyalist diyen bir gazetenin sınıf perspektifinden ve tarihinden yoksun bu tespitine ne demeli? Birileri onlara ilk 2 konfederasyon olan Türkiye Kamu-Sen ve Memur-Sen’in kuruluşlarını ve beslenme dinamiklerini anlatmalı. Bu gazete eğer bu iki konfederasyonu KESK’ten daha ön sırada emek örgütü olarak görüyorsa 12 yılıdır toplugörüşme masalarında hükümetle anlaşmalarının emekçiler için ne tür kazanımlar getirdiğini de sınıfa anlatabilmelidir.
Yine bu tespitte Türkiye’de kamu hizmetlerindeki sınıfsal dönüşümlerin tahlilili yok. Devlet güdümlü sendikacılığın planlaması gerçeği yok. KESK’e dönük baskıların tahlili yok. Neo-liberal kapitalizmin hizmet sektörüne etkileri yok. Bunun yerine sınıf perspektifinden yoksun bir tarzla KESK’i karalama var. Bu karalamanın ise kimlerin işine yaradığı ortadadır.
*SES Eski Genel Başkanı