Bilindiği gibi 12 Eylül 2010 tarihli referandumla Anayasanın 53. maddesinde değişiklik yapıldı. Yapılan değişiklikle, kamu emekçilerinin grevli toplu sözleşmeli sendikal hak ve özgürlük talepleri karşılanmadı. Şimdi de yapılan değişikliğe ilişkin “uyum yasası” Meclis gündeminde. Önümüzdeki hafta 4688 sayılı yasa tasarısının Plan ve Bütçe Komisyonundan Meclis Genel Kuruluna gönderilerek görüşülmesi düşünülüyor. Sözde Toplu İş Sözleşmesi (TİS) […]
Bilindiği gibi 12 Eylül 2010 tarihli referandumla Anayasanın 53. maddesinde değişiklik yapıldı. Yapılan değişiklikle, kamu emekçilerinin grevli toplu sözleşmeli sendikal hak ve özgürlük talepleri karşılanmadı. Şimdi de yapılan değişikliğe ilişkin “uyum yasası” Meclis gündeminde. Önümüzdeki hafta 4688 sayılı yasa tasarısının Plan ve Bütçe Komisyonundan Meclis Genel Kuruluna gönderilerek görüşülmesi düşünülüyor.
Sözde Toplu İş Sözleşmesi (TİS) hakkı öngören yasa tasarısı, şimdiye kadar uygulanan toplu görüşme mantığından faklı değil. Hatta daha sınırlayıcı ve anti-demokratik düzenlemeler getiriyor. Grev hakkını içermeyen, tarafların eşit düzeyde pazarlık hakkını tanımayan bu tasarının, pratikte TİS’in içini boşalttığı kesin. Tasarı son haliyle Yerel hizmetler iş kolundaki TİS hakkını da tanımıyor. Oysa ki sendikaların bu işkolundaki muhatabı yerel yöneticilerdir. Belediyeler’de de belediye başkanlarıdır. Nitekim Tüm Bel-Sen şimdiye kadar yüzlerce TİS imzalamış durumdadır. Hükümet hazırladığı bu tasarıyla kazanılmış haklara da el koyuyor…
Bu saldırılara ve keyfi düzenlemelere karşı, KESK’e düşen görev, kamu emekçilerine ışık tutmaktır. Geçmiş pratiğine ve onurlu tarihine uygun, üretimden gelen gücünü kullanarak, demokratik direnişi hayata geçirmektir.
Ezilenlere dönük saldırıların pervasızca sürdürüldüğü böylesi bir ortamda yerel hizmetler işkolunda en dinamik sendikal güç olmaya devam eden Tüm Bel-Sen in TİS anlayışını ve yaşanan olumsuz gelişmeleri masaya yatırmak ilk bakışta garip karşılanabilir.
Ancak kamu emekçileri sendikal hareketinin hangi noktada seyrettiğini, zaaflarının hangi boyutlara ulaştığını göstermesi açısından yaşanan süreci ilgili kamuoyuyla paylaşmanın ve tartışmanın önemi açıktır. Sorunları “kol kırılır yen içinde” anlayışıyla ele almanın doğru olmadığı-olmayacağı, hem sınıf mücadelesine hem de Tüm Bel-Sen’e fayda getirmeyeceği inancıyla bu satırları yazıyorum.
“Fikir aykırılıkları, çatlak sesler ve Paso meselesi”
Tüm Bel-Sen İzmir 1 Nolu Şube Yönetimi kendi aralarında “fikir aykırılıkları” olduğu gerekçesiyle 10 Mart 2012 tarihinde Olağanüstü Genel Kurulunu toplayıp seçimlere gitti.. Genel Kurul sonucunda eski yönetim yeniden seçildi. Daha önce birlikte yürüdükleri iki yöneticiyi dışarıda bırakmayı başardılar. Şube Başkanı yerel bir gazeteye verdiği demeçte ‘Sendika içinde çatlak sese izin verilmeyeceğini’ (Egede Son Söz 10.02.2012) ifade etmişti. Yönetim bazında “başarılı” sonuç elde edildiği söylenebilir.
Şube yönetiminin delegelere sunduğu faaliyet raporuna bakıldığında, dört bin Belediye çalışanının paso hakkının gaspedilmesi sonucunda gerçekleşen Olağanüstü Genel Kurul’un, neden yapıldığını öğrenme imkanı ne yazık ki yok. İşin garip tarafı (Pasonun iptal edilmesiyle ilgili olarak bazı üyeler istifa etmesine rağmen) muhalif olarak çıkan liste de yazılı düzeyde paso sorununu gündeme taşımadı. Sadece aday olan konuşmacılar soruna değinip eleştirilerde bulundular.
Oysa ki Olağanüstü Genel Kurul’un yapılış gerekçesi imzalanan ek sözleşme ile paso hakkından vazgeçilmesi sonucunda gösterilen tepkinin aşılmak istenmesiydi.. Yönetimde “çatlak ses” çıkaran iki şube yöneticisini dışarıda bırakan “seçim zaferi” sorunu çözmediği gibi daha da sıkıntılı bir sürece evirdi. Delege bazında yapılan seçimlerin üye iradesini yansıttığını söylemek ise mümkün değil.
Tüm Bel-Sen Genel Başkanının da imzaladığı ek sözleşme ilgili olarak İzmir l No’lu Şube Başkanı şunları söylüyor: “Sözleşmeli memurlar da dahil yaklaşık 4 bin memuru ilgilendiren bu karar gayet olumludur. Belediye artık memurun hesabına 105 TL yatıracak. Memur bunu istediği yerde kullanabilir. Sınırsız biniş ile ilgili hukuki problemler var. Bu konu önümüzdeyken belediyeden bir şey talep edemezsiniz. Burada Başkan Kocaoğlu’nun da sendikanın da bir suçu yok. Bana ‘niye eylem yapmıyorsun’ diyorlar. Gerekirse eylem de yaparız ama işe mantıklı yönden bakmamız gerekiyor. Beni yandaşlıkla ve belediyeye hizmet etmekle suçluyorlar.” (Egede Son Söz 10.02.2012)
Görüldüğü üzere konuyla ilgili şube yöneticilerinin neler söylediğini bir mahalli gazetede yayınlanan ve henüz yalanlanmayan haberden aktarıyoruz. Bunun nedeni konuyla ilgili yazılı bir dokümanın olmayışından kaynaklanıyor. Dört bin çalışanı yakından ilgilendiren bir hak kaybıyla ilgili sorumluluk duyup üyelerin bilgilendirildiği tek bir yazılı metin yoktur. Sadece dar toplantılarda dillendirilen “sınırsız biniş ile ilgili hukuki problemler olduğu”, Sayıştay’ın denetlemelerinde problem yaşandığı vb. iddialardan söz ediliyor.
Söz konusu iddialar gerçeklik payı taşısa dahi, böylesi bir yaklaşımın kamu emekçileri hareketinin sendikal anlayışıyla örtüşmediği gün gibi açıktır.
Yıllardır “hukuki problemlerden” söz edildiği halde paso hakkı gasp edilememişti. Üstelik üç yıllık TİS imzalanmış (Taahhütname karşılığında da olsa imzalanan son TİS’in yürürlülük tarihi 03/09/2011-28/03/2014 tarihleri arasındaydı) ve imzalanan TİS işverene “paso” yükümlülüğü getirmişti. TİS’in 20. Maddesinde “paso” hakkı şöyle ifade ediliyordu: “İşveren iş bu Toplu İş Sözleşmesi kapsamındaki personele aylık toplu ulaşım kartı temin eder.” Yani sözü edilen “hukuksal problem” imzalanan TİS ile aşılmıştı: Türk-İş’e bağlı Belediye-İş’in, DİSK’e bağlı Genel-İş’in, İzmir Belediyesi yönetimiyle imzaladığı TİS’lerle, işçiler nasıl ki toplu ulaşım kartı hakkından faydalanıyorsa, aynı şekilde Tüm Bel-Sen’in imzaladığı TİS sayesinde dört bin kamu emekçisinin “paso” hakkı da sözleşme kapsamına alınmıştı.
Tüm Bel-Sen’in imzaladığı TİS’lerin fiili ve meşru zeminde yürütülen mücadelenin yanı sıra hukuksal mücadeleyle de taçlandırıldığı biliniyor. Konuyla ilgili AHİM’in verdiği kararları en iyi bilen Tüm Bel-Sen yöneticileridir. En son Yargıtay 9.Hukuk Dairesinin Antalya Muratpaşa Belediyesinde işveren tarafından uygulanmayan TİS ile ilgili sendika lehine verdiği karar da basına yansıdı. (İlgili karar konusunda KESK ve Tüm Bel-Sen internet sitelerine bakılabilir.)
Şimdi Tüm Bel-Sen Genel Merkezine sormak gerekiyor. Belediye yönetiminin (paso hakkının iptal edilmesi) talebine neden evet dediniz? Üç yıl geçerli olan TİS’in 20. maddesini ek sözleşme imzalayarak neden iptal ettiniz? Eğer üyelerin bu karardan memnun olduğunu var sayıyorsanız TİS’i imzalamadan önce neden konuyla ilgili referanduma gitmediniz? İmzaladım, oldu-bitti mantığı, Tüm Bel-Sen ve KESK’in savunduğu sendikal anlayışla çelişmiyor mu?
Bu konuda KESK’in sendikal anlayışı açıktır. 4688 sayılı Yasa Tasarısıyla ilgili yaptığı görüşmelerde yaptığı önermelerden biri de “referandum” mekanizmasının işletilmesiydi: “Toplu sözleşme masasında uzlaşma sağlanmaması durumunda, kamu çalışanlarının referanduma gitmesi ve grev hakkı teminat altına alınmalıdır.” (KESK İnternet Sitesi)
Aynı anlayış Tüm Bel-Sen tarafından da savunuluyor. Tüm Bel-Sen’in Ekim 2011 tarihli Özel sayısında, “Kamu Emekçileri Ne İstiyor” başlığı altında beşinci paragrafta TİS süreci ile ilgili şu ifadeler yer alıyor: “Konfederasyon ve Sendikaların kendi üyelerini temsil etmesi Hiçbir şekilde engellenmemeli, gerekiyorsa toplu sözleşmenin kabulü ya da greve çıkma bütün kamu emekçilerinin katılabileceği referandum sandığında oylanabilmelidir.”
Sormak gerekiyor. 4688
sayılı Yasa Tasarısına konulması istenen referandum mekanizması neden İzmir somutunda işletilmedi?
Sözü edilen “hukuksal problemler” TİS imzalanarak aşıldığı halde, işverenin dayatmaları karşısında,üyelerin iradesine rağmen, ek sözleşme imzalanarak paso hakkından vazgeçilmesi geçiştirilecek bir sendikal anlayışa tekabül etmiyor. İşverenlerin dayatmaları sınıfsal konumlanışları gereğidir. Sendikalarında görevi temsil ettikleri üyelerin, emekçilerin çıkarını çeşitli mücadele biçimlerini hayata geçirerek savunmaktır. Yapılmayan da budur.
Benzer saldırılar 20 yıl önce de yapılmıştı
Bundan yirmi yıl önce, 1992 yılında dönemin İzmir Belediye Başkanı SHP’li Yüksel Çakmur’un da benzer dayatmaları vardı. ESHOT’un zarar ettiği gerekçesiyle kamu emekçilerinin paso hakkına göz dikilmişti. Önce özelleştirme mantığıyla kurulan İZULAŞ otobüslerinde pasoların geçerli olmadığı ilan edildi. Daha sonra da bütünüyle kaldırılması hedeflendi.
Yine aynı dönemde ESHOT çalışanlarının da sağlık haklarıyla oynanarak Belediye Hastanesi dışında başka bir hastaneye gidip muayene olmaları engellemek istenmişti.
Ancak bu plan Tüm Bel-Sen öncülüğünde kamu emekçilerinin direnişiyle boşa çıkarıldı. Belediyeye ait kent içi ulaşım araçlarından (otobüs, vapur, metro) ücretsiz yararlanan Belediye çalışanlarının paso hakkı gasp edilemedi.
Kamu çalışanları Tüm Bel-Sen öncülüğünde ayağa kalkmış, çeşitli eylem ve etkinliklerle haklarını aramıştı. Yapılan saldırıları ve yaşanan işçi kıyımlarını da anlatan afişlemeler yapılarak on binlerce bildiri dağıtılarak kamuoyu oluşturulmuştu.
Ve 18 Şubat 1992 tarihinde, Büyükşehir Belediyesi İZSU, ESHOT ve çevre ilçe belediyelerinde çalışan kamu emekçileri, Büyükşehir Belediyesi başkanlık katını işgal ediyordu. Olay yerine gelen ESHOT Genel Müdürünün yakasına yapışıyor hesap soruyordu. Emekçiler öfkeliydi, paso haklarına sahip çıkacaklarını, hak gaspına sesiz kalmayacaklarını göstermişti. Eylemin yankısı büyük olmuştu. SHP Genel Merkezi de hareketlenmişti.
Belediye yönetimi paso hakkını gasp edemedi. Ancak yapılan eyleme de “sesiz” kalmamıştı. Hakkını arayan 405 işçinin iş akdini feshetmiş olan, İZULAŞ’ta ve Tansaş’ta sendikalaşma faaliyetine karşı çıkarak işçi kıyımı yapan dönemin Belediye yönetimi Tüm Bel-Sen’ e de yöneldi. Dönemin Şube Başkanıyla birlikte altı Şube Yöneticisi açığa alınıyordu. Bununla da yetinilmeyip idari soruşturma açılıp 1 yıl kademe ilerlemeyi durduran ceza veriliyordu..
İdari cezalandırmalar, ekonomik cezalandırmalara da dönüştürülüyordu: İZSU ve ESHOT’ta çalışan yöneticilerin ikramiyeleri kesilerek aynı zamanda ekonomik olarak da cezalandırılıyorlardı.
Yine idari soruşturma da yetmemiş olmalı ki adli soruşturmanın TCK’nın 2911 ile 254/2 gereğince Cumhuriyet savcılığı tarafından yapılması için başvuruda bulunmuştu. Cumhuriyet savcılığı da 254/2 gereğince 5 yıl ceza istemiyle 4. Asliye Ceza MahkemesiWnde dava açmıştı.
Yüksel Çakmur döneminde işe yeni alınan memurlara “Sendikaya girmeyeceğime ve başkanıma bağlı kalacağıma yemin ederim” dedirtiliyordu.
Tarih, ders çıkarmak içindir. 20 yıl önce yapılan saldırıya bedel ödenerek de olsa yanıt verilmiş ve hak kaybı engellenmiştir.
20 yıl sonra bugün ne yapıldığı ise ortadır. Üyelerin iradesine rağmen Belediye Başkanının dayatmaları kabul ediliyor. İtiraz eden Şube Meclisi’nin kararı hiçe sayılıyor. Ve “fikir aykırılığı” yaşandığı iddia edilen iki şube yöneticisini tasfiye etmek için Olağanüstü Genel Kurul’a gidildi.
Seçimler nispi temsil sistemiyle yapılmadı, tüzük ihlal edildi
Üstelik seçimler, tüzükte belirtilen nispi temsil sistemiyle yapılmadı. Tüm Bel-Sen’in yeni tüzüğünde seçimlerle ilgili 35. madde “d” bendindeki ifade şöyledir:
“d) 6-7-8 Mayıs 2011 tarihinde gerçekleştirilen TÜM BEL-SEN Olağan Genel Kurulundan sonraki ilk genel kuruldan itibaren uygulanmak üzere, Şube Genel Kurullarında gerçekleştirilecek Şube organ seçimlerinde nispi temsil sistemi uygulanır.” (Tüm Bel-Sen Tüzüğü S:47)
Görüldüğü gibi “olağan” veya “olağanüstü” belirlemesi yapılmadan “ilk genel kuruldan itibaren” bu seçim sisteminin uygulanacağı ifade ediliyor. Genel Merkez Yönetimi’nin yapması gereken şey tüzüğün ilgili maddesi gereğince yönetmelik hazırlamak olmalıydı. Tüzük değişikliği üzerinden 9 ay geçmiş olmasına rağmen yönetmeliğin hazırlanmamasını fırsat bilen sendikal anlayış, söz konusu seçim sisteminin uygulanmasına engel olmuştur. Seçimlerde, iki Genel Merkez yöneticisinin gözetiminde tüzük ihlali yapılmıştır.
Olağanüstü Genel Kurul’un Tüzüğün uygun gördüğü nispi temsil sistemiyle yapılması halinde muhalif listenin en az üç üye ile yönetimde yer alacağı seçim sonuçlarından anlaşıldı. Tüzüğün öngördüğü sistemin uygulanması halinde “fikir aykırılığı” (veya tasfiye amaçlı okunabilir) nedeniyle yapılan Genel Kurul’un da yapılış gerekçesi “anlamsız” hale gelecekti.
TİS süreçlerinde demokratik işleyiş olmadı
Tüm Bel-Sen ve İzmir Büyükşehir Belediye yetkilileri arasında ilk TİS 12 Eylül 2010 tarihli referandum öncesi apar- topar imzalandı. Çalışanlardan alınan taahhütname karşılığı 100 TL ücret artışını öngören TİS imzalandı. İmzalanan TİS’i eleştiren üyelere bu sözleşmenin bir başlangıç, bir “ilk” olması dolayısıyla doğal karşılanması gerektiği ifade edildi. ( İzmir, merkez ve çevre Belediyelerde 100TL’nin oldukça üstünde 400-500-600 TL civarında sözleşmeler imzalandığı için çok sayıda üyenin de itirazına ve memnuniyetsizliğine neden olmuştu.)
Eleştiriler sadece komik ücret artışına karşı değildi. Daha da önemlisi ve ilkesel olanı izlenen TİS süreciydi. Bu sürece üyelerin iradesinin yansıtılmamasıydı. Demokratik bir işleyişin esas alınmamasıydı…
Aynı mantık ikinci TİS sürecinde de yaşandı. Yine üyelerin iradesi hesaba katılmadan TİS hazırlandı ve imzalandı. İmzalanan TİS metni ise ısrarla üyelere dağıtılmadı. Adeta gizliliği olan bir belge gibi saklanmaya çalışıldı.
Şüphesiz ki büyük bedeller ödeyerek bugüne gelen kamu emekçileri hareketi böylesi bir pratiği hak etmiyor: Tüm Bel-Sen’in Devlet-Hükümet-İşveren güdümlü sendikal anlayışı mahkum eden bir gelenekten geldiği unutulmamalıdır. TİS’in hazırlık sürecinden imzalanmasına kadar üyelerin söz yetki ve karar sahibi olduğu bir süreç yaşanmalıydı.
Genel Merkez ve şube yöneticileri defalarca uyarıldıkları ısrarla eleştirildikleri halde, her iki sözleşmede de demokratik işleyişe uymayan bir tutum sergilediler.
İmzalanan ek sözleşme ile sadece kazanılmış bir hak olan Toplu Ulaşım Kartı kaybedilmedi. Daha da önemlisi her zaman yapılan ve alışkanlık haline getirilen anti-demokratik davranışın devam ettirilmesi olmuştur. Bu davranışla bazı üyelerin istifasına yol açılırken, devlet güdümlü sendikalara malzeme verilmiş, onların önü açılmıştır.
Unutmamak gerekir ki kamu emekçileri sendikal hareketinin kuruluş felsefesi tabanın söz yetki ve karar sahibi olmasını hedeflemiş ve bu anlayışı tüzüğüne yerleştirmiştir. Sendikanın amaç ve hedefleri bölümünde “Tüm Bel-Sen, üyelerinin işyeri yönetiminde söz ve karar sahibi olmasını ve hizmetlerin halk yararına verilmesini savunur” demektedir. Ancak uygulamalar bunun tam tersi yöndedir.
Tüzük gereği Şube Yönetiminin üstünde bir karar organı olan Şube Meclisi; Şube Yönetimi
, Denetleme Kurulu, Disiplin Kurulu ve Temsilcilerin katılımıyla oluşur. Şube Meclisi, 31 Ocak 2012 tarihinde Toplu Ulaşım Kartı meselesini görüşmek üzere toplanmış, 03/09/2011 tarihinde imzalanan ve 28/03/2014 tarihinde son bulan Toplu İş Sözleşmesine sahip çıkılmasını kararlaştırarak, işverenin TİS’in 20. maddesini tekrar tartışma konusu yapmasını kabul etmemiştir. Hem hukuksal hem de fiili ve meşru mücadele temelinde harekete geçilmesini kararlaştırmıştır.
Yine alınan kararın üyelere duyurulmasını, yapılacak eylemlerin tespiti amacıyla üyelere danışılmasını ve eylemleri netleştirmek amacıyla 6 Şubat 2012 tarihinde Şube Meclisi’nin yeniden toplanmasını, bu süre zarfında da Şube Yönetiminin konuyla ilgili işverenle görüşme yapmasını kararlaştırmıştı.
Şube Meclisinin bu kararı ne yazık ki Genel Merkez ve Şube Yönetimi tarafından boşa çıkarıldı. 6 Şubat tarihi beklenmeden ek sözleşmenin imzalandığı ilan edildi.
Bu tutum demokratik işleyişten ve kurumlaşmaktan uzaktır. Yapılması gereken Şube Meclisi’nin toplantısını engellemek değildi. Tüzük ve Yönetmelik gereği o toplantı yapılmalıydı.. (Acil bir durum varsa toplantı tarihi öne de çekilebilirdi.) Eğer Şube Meclisi karara varamıyorsa yapılması gereken üyelerin kararına başvurmak için referanduma gitmekti. Şube Meclisi ve üyelerin iradesini hiçe sayan böylesi tutumlar Tüm Bel-Sen’in zayıflatılmasından başka bir şey değildir.
Burada önemli olan, elde edilen veya kaybedilen ekonomik ve sosyal hakların miktarı değildir. İzlenen yöntemdir. Şimdiye kadar Tüm Bel-Sen’in yüzlerce sözleşme imzaladığı ve bu sözleşmelerden binlerce üyenin yararlandığı biliniyor. Ancak sendikanın izlediği ‘TİS’ politikasının tüzüğün ruhuna uymadığını ifade etmemiz gerekiyor. Üyelerin söz yetki ve karar sahibi olması gerektiği anlayışından uzak bir pratik yaşanıyor. Şimdiye kadar imzalanan sözleşmeler ve izlenen sürecin niteliği dikkate alındığında, üyelerin sınıf bilinciyle donanması doğrultusunda bir işlevin hayata geçirilemediği görülecektir. Tüzüğün ruhu, kuruluş felsefesi, söz yetki ve kararın çalışanlarda olması gerektiği gerçeği çoğu zaman unutuluyor.
İmzalanan sözleşmeler ne yazık ki işveren statüsünde olan belediye başkanlarının çizdikleri sınırlar içinde hareket edilmekte, o sınırlar zorlanamamaktadır. Söz gelişi yapılan sözleşmelerin çoğunda üst düzeyde yer alan bürokratlar çalışan kamu emekçilerinden daha fazla ücret alabilmektedir.
Sonuç olarak yaşanan süreç bütün yönleriyle sorgulanmalı eleştiri ve özeleştiriye tabi tutulmalıdır. Devlet-Hükümet ve İşveren güdümlü sendikal anlayışlar, yeniden mahkum edilmelidir. Kamu Emekçileri Sendikal hareketinin kuruluş felsefesine, tüzükte ifadesini bulan amaç ve ilkelere sahip çıkılmalı, fiili ve meşru mücadele yükseltilmelidir. Diğer çözümler, çözüm değil, çıkmaz yoldur.