Bugün artık Çağlayan Adliye’ye, Beşiktaş Ağır Ceza Mahkemesi’ne, Kocaeli Adliyesi’ne, Bakırköy Kadın Cezaevi görüş gününe düzenli ziyaretler, ‘bilimsel faaliyetlerimizden’ biri haline geldi. Meslektaşlarımızla duruşma salonlarında, mahkeme, Ağır Ceza kapılarında görüşür, buluşur olduk Onur Hamzaoğlu, Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Bölümü’nde çalışan bir bilim insanıdır. Kocaeli’nde halk sağlığı konusunda çalışan bir bilim insanının kafasını kaldırıp, […]
Bugün artık Çağlayan Adliye’ye, Beşiktaş Ağır Ceza Mahkemesi’ne, Kocaeli Adliyesi’ne, Bakırköy Kadın Cezaevi görüş gününe düzenli ziyaretler, ‘bilimsel faaliyetlerimizden’ biri haline geldi. Meslektaşlarımızla duruşma salonlarında, mahkeme, Ağır Ceza kapılarında görüşür, buluşur olduk
Onur Hamzaoğlu, Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Bölümü’nde çalışan bir bilim insanıdır. Kocaeli’nde halk sağlığı konusunda çalışan bir bilim insanının kafasını kaldırıp, Türkiye’nin sanayileşme yükünün büyük kısmını sırtlanan Körfez Bölgesi halkının sağlığına bakmaması mümkün mü? Tek bir ilde; Türkiye’nin metal ve kimyasal üretiminin neredeyse üçte biri, tek bir ilde yoğunlaşmıştır. Gerçek bir biliminsanının, gözünün önündeki tozu, dumanı, ağır metalleri, Körfez’deki kokuyu; her manada ‘koku’yu hissetmezden gelip, sanayiciler tarafından manipüle edilmiş ‘kamusal sorumluluk projeleri’ havuzunda yüzmesi mümkün mü? Değil. İşte bu yüzden Onur Hoca ve ekibi, 2002’den beri dizginsiz sanayileşmenin insan sağlığına ve çevreye olan etkilerini kılı kırk yaran zahmetli araştırmalarla inceliyor, sonuçlarını da her adımda kamuoyu ile paylaşıyorlar. Körfez Bölgesi’nin bazı ilçelerinde kanserden ölüm oranının Türkiye’nin üç misli olduğunu, doğada en saf olması gereken ilk anne sütü ve ilk bebek kakasında bile normalin çok üstündeki oranlarda arsenik, civa gibi ağır metaller bulunduğunu anlatıyorlar. Tabii ki bu çarpıcı sonuçlar bir adalet talebine denk geliyor. Bu adalet talebi, Kocaelililerin illerinin sanayiye doyduğu, daha fazla tesisi kaldıramayacağı, pek çoğu ruhsatsız, neredeyse hepsi arıtma tesissiz çalışan sanayinin ıslah edilmesi talebidir! Bu talep hem teknik olarak yerine getirilebilir, hem de hukukidir. Fakat bu adalet talebi kitlesel olarak dile bile getirilemeden, zaten getirilemesin diye, Bölge’ye devlet eliyle yeni Organize Sanayi Bölgeleri ve demir-çelik devlerinin yatırımları çekiliyor. Onur Hoca ise hem yerel belediyeler, hem de mensubu olduğu üniversite tarafından yıpratıcı bir karalama ve soruşturma kampanyasına maruz bırakıyor.
Bilimsel üretimin özerkliğini, akademik özgürlüğü, kamu çıkarını savunmasını beklediğimiz üniversite yönetimi ise büyük sanayi ve yerel iktidar ile el ele, kol kola. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, Onur Hoca araştırmasının sonuçlarını, on yıldır yaptığı gibi kendine soru soran bir yerel gazeteci ile paylaştı diye, kendisi hakkında, TCK’nin 213. Maddesindeki ‘Halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit’ suçu ile yargılanması için savcılığa başvuruyor. Savcılık ise topu üniversiteye atıyor. Onur Hoca ne de olsa bir kamu görevlisi ve çalıştığı yer de bir üniversite. O Üniversite Onur Hoca hakkında hem disiplin hem de ceza soruşturması açıyor. Üniversite’nin ‘Etik Kurulu’nun teknik prosedürler konusundaki hassasiyeti, belli ki Dilovası’nda burnunuza ve gözünüze çarpan o yapışkan ağır petrol dumanına olan hassasiyetlerinden daha güçlüdür. ‘Etik’in alanı içinde olduğu iddia edilen ‘bir araştırmanın tamamlamasına dair’ teknik prosedürler konusunda gösterilen bu hassasiyet, halk sağlığı konusunda hassasiyet gösteren ve işini yapan bir biliminsanına karşı kullanıldı. Onur Hoca’ya ‘uyarı’cezası verdiler. Sen misin dizginsiz sanayileşmenin insani sonuçlarına dair kamu otoriterlerini göreve çağıran ve kamuoyunu ‘uyaran’! Ceza Soruşturması dosyası ise hâlâ bir bilirkişinin elinde. ‘Etik’, ‘bilirkişi’, ‘özen’, böyle kullanılınca kulağa ne de garip geliyor bu kelimeler! Eğer üniversitesi izin verirse, Onur Hoca 2 ila 4 yıl arasında hapis cezası istemi ile mahkeme önüne çıkarılacak. İşte Onurumuzu Savunuyoruz Hareketi’ni oluşturan yüzlerce farklı kesimden gelen insanın adalet talebi ve çabası öncelikle budur: Onur Hoca ve onun şahsında toplum yararına, siyasi ve iktisadi çıkar odaklarından özerk bilim yargılanamaz, kovuşturulamaz, karalanamaz!
Bugün soruyoruz, üniversite ile adaletin ilişkisi nedir? Bugün siyasi ve iktisadi bir yatırım olarak görülerek enflasyona uğratılmış, sayısı 170’i geçmiş, her kurumda şahit olduğumuz kadrolaşmanın âlâsı yaşanan üniversiteler, bize hâlâ bilim üretebilecek bir imkan sunuyorlar mı? Sunuyorlarsa ne kadar sunabiliyorlar, ne kadar daha sunabilecekler? Yoksa buralarda bilim yapabilmek bir istisna; günü kurtarmak, ‘üniversitecilik piyasasında’ sivrilecek bir imaj yaratmak, ‘marka üniversite’ yaratmak, istihdam edilebilir veya üniversiteli işsiz yetiştirecek standart eğitim programlarının vasıfsız bir icrasısı olmak, antidemokratik terfi süreçlerini sineye çekmek kural mı? Bir yandan sermaye-üniversite işbirliği ve ‘şirketlerin ve devletin işine yarayan bilgi üretme’ dayatması, bir yandan da doğrudan devletin hapis ve kovuşturma tehdidi ile nasıl bilim yapılabilir? Bugün yüzlerce öğrencimiz, biliminsanlarımız hapishanelerdeyken; üniversitelerde ise onlarca meslektaşımız darbe sonrasından kalma disiplin soruşturmalarına, kendinden menkul yapısı ile Etik Kurul kılıcının tehdidine, sendikal örgütlenmesinin engellenmesine, mobbinge, performans baskısı altında meslektaşı yarıştırılmaya, işten çıkarılmaya maruz kalırken nasıl bunları görmezden gelip, toplumun, doğal çevrenin devamı, insan sağlığının ve mutluluğunun uzun vadeli şartları hakkında araştırma yapabiliriz? Bunun maddi ve manevi şartları hala var mı? Muhatapları hapishanelerde kıstırılan, soruşturmalara uğrayan ve adaletsizlikten muzdarip toplumsal sorunlarla; Kürt halkının bastırılan hakları ile, emekçilerin sorunları ile, seri haline gelen iş kazaları ile, kadınların sorunları ile, nesil ayrımcılığı ile, yani gençlerin sorunları ile, ifade özgürlüğünün ilkeleri ile, ırkçılık ile, çevreye bir üretim girdisi diye bakan kapitalizmin yarattığı tahribatlarla, HES’lerle, öldüren mega proje şantiyeleriyle, sanayi atıklarıyla, altın madenciliği ile gerçekten uğraşabilir mi, ürettikleri bilgileri muhataplarıyla buluşturabilir mi bilim insanları?
Bugün artık Çağlayan Adliye’ye, Beşiktaş Ağır Ceza Mahkemesi’ne, Kocaeli Adliyesi’ne, Bakırköy Kadın Cezaevi görüş gününe düzenli ziyaretler, ‘bilimsel faaliyetlerimizden’ biri haline geldi. Meslektaşlarımızla duruşma salonlarında, mahkeme, Ağır Ceza kapılarında görüşür, buluşur olduk. Adalet talebi, toplum hakkında bilgi ve bilim üretebilmenin zeminindedir. Adalet nosyonu olmadan, nasıl toplum hakkında bilgi üretebilmek mümkün olur? Güçlünün özel mahkemelerle, seri olarak değiştirdiği oynak yasalarla, keyfi olarak tanımladığı ve dayattığı ‘örgüt, terör, bölücülük, barış, demokrasi, açılım, bilgi, gelişme, ilerleme, istikrar, güvenlik’ kavramlarını tartışmaya açıyoruz! Bu kavramların içi hangi çıkarlarla doludur, bu çıkarlar çevre ve insan sağlığını, barış, doğa ve yanıbaşındakini kaale alan bir toplumsallaşmayı, toplumsal adaleti nasıl engelliyorlar, toplumsal belleğe nasıl ket vuruyorlar? Bugünün zalimleri, geçmişte yaşanmış adaletsizliklerle 24 Nisan’la, DarZor’la, Dersim’le, Maraş’la, Diyarbakır Cezaevi ile, Sivas’la, Roboski ile yüzleşebilirler mi? Geleneksel toplumsal rolümüzü oynamaya devam edeceğiz, bunları sormaya, sorgulamaya devam edeceğiz. Soranları savunmaya, onlar için adalet istemeye devam edeceğiz!
Yüzyıllardır bu topraklarda doğmuş bizden önceki nesillerin ve bizlerin, hükümdarlara yazdığı arzuhallere, türkülere, destanlara, romanlara, araştırmalara döktüğü arzulu, öfkeli ve inatçı ‘adalet talebi’ne de, Onur Hoca’ya da, Onurumuza da sahip çıkıyoruz!
* 24 Mart 2012’de Beşiktaş İske
le Meydanı’nda düzenlenen ‘Milyonlar Adalet İstiyor’ başlıklı forumda Onurumuzu Savunuyoruz İnisiyatifi adına Aslı Odman tarafından yapılan konuşmanın tam metnidir