“Zulüm ile abad olunmaz. Zulümle abad olmaya gayret edenler, akıttıkları kanda boğulurlar.” der sık sık Erdoğan… Bir dönem İsrail yöneticileri, bir dönem Libya yöneticileri , şimdi de Suriye yöneticileri için aynı sözleri söyleyip duruyor. Peki, 18 Mart tarihinden buyana estirilen devlet terörüne ne demeli? Yoksa bu yapılanlar ileri demokrasi uygulamaları mı? Dün Metin Lokumcu, bugün […]
“Zulüm ile abad olunmaz. Zulümle abad olmaya gayret edenler, akıttıkları kanda boğulurlar.” der sık sık Erdoğan… Bir dönem İsrail yöneticileri, bir dönem Libya yöneticileri , şimdi de Suriye yöneticileri için aynı sözleri söyleyip duruyor.
Peki, 18 Mart tarihinden buyana estirilen devlet terörüne ne demeli? Yoksa bu yapılanlar ileri demokrasi uygulamaları mı? Dün Metin Lokumcu, bugün BDP’li yönetici Hacı Zengin polis gazıyla katledildi. Yapılan vahşi saldırılarda binlerce insanımız yaralandı. Yüzlerce insan gözaltına alındı, bir kısmı tutuklandı. Yüz binlerce insana tazyikli su ve biber gazıyla, saldırıldı. Vekiller tartaklandı gazlandı yumruklandı. Bütün bu uygulamalar zulüm değil mi?
Erdoğan, uygulattığı zulme en üst perdeden psikolojik savaşla destek sunuyor. AKP grup toplantısında konuşan Erdoğan, zulüm uygulayan küçük firavunları “sağduyulu davrandıkları” için kutlayıp onlara teşekkür etti. Ve “sonuna kadar” savaşa devam edileceğini açıkladı.
Hakkını arayan, barış talep eden herkesi susturmaya çalışan Erdoğan’ın bu sefer hedefinde Newroz kutlamalarına müdahaleyi eleştiren gazeteciler de vardı. Daha düne kadar kendisini destekleyen, gelinen noktada ise kendisine ve kurmaylarına “özeleştiri süzgeci!” öneren Hasan Cemal’i ve bazı köşe yazarlarını hedefledi…
Oysa ki günlerdir ana akım medyada gerçekleri ters yüz eden, Kürtleri “öcü” gösteren haber bombardımanı yaşandı-yaşanıyor. Kendilerine muhafazakar, milliyetçi, demokrat ve liberal diyen medyanın, mesele Kürtlerin hak ve özgürlüğü olunca nasıl da birleştikleri ve tek ses oldukları görüldü. Gazete ve televizyonların attıkları başlıklar verdikleri haber ve yaptıkları yorumlarla aynı merkezden aynı anlayıştan beslendiklerini bir kez daha ortaya koydular.
Sürdürülen bu kara propaganda Erdoğan’ı tatmin etmemiş. Bu gidişin gidiş olmadığını, tutulan yolun çıkmaz olduğunu ifade eden bazı kalemleri saf dışı bırakan AKP zihniyeti, şimdi de geriye kalan birkaç “çatlak sesi” de sindirmeye çalışıyor.
Erdoğan yaptığı konuşmada yavuz hırsız misali BDP’yi “barıştan, huzurdan, kardeşlikten yana değil kandan yana olduğunu açıkça ortaya koymuştur” diye suçlayabilmiştir. En önemlisi de “Şu an Cudi’de çatışma var. Bu sonuna kadar böyle gidecek bilsinler” sözleriyle Kürt sorununda savaşa devam edileceğinin, izlenen baskı, sindirme ve tasfiye politikasının devam edeceğinin belirtilmesidir.
Evrensel Gazetesinde yayınlanan bir fotoğraf, yaşanan sürecin çarpıcı bir resmi gibiydi. Gazete, “Polisin Newroz Ateşi” başlığıyla bir fotoğraf yayınladı. Fotoğrafın altında bir not düşülmüştü:Yer İstanbul Yedikule sahil yolu, Tarih 18. Mart 2012. ‘Polisin Newroz Ateşi’nin hedefinde Newroz’u “erken” kutlamak isteyenler var. Evet, Fotoğraf, başlık ve altındaki not tam anlamıyla AKP “ileri demokrasisinin” özetini veriyordu.
Yine gazlanarak darp edilen Ahmet Türk’ün, morarmış gözüyle basına bilgi vermesine rağmen, Valinin bu durumu inkar etmesi, hükümetin görmezlikten gelmesi ve güdümlü medyanın hala “yumruklandığı iddiasından” söz etmesi zulüm tablosunu tamamlıyordu.
Bunca vahşetin ve zulmün gerekçesi ne olabilir?
Erdoğan’a, İçişleri Bakanı’na ve valiliklere bakıldığında suçlu BDP’dir. Hükümet yetkililerine göre BDP’nin suçu “izin almadan”, “erken” Newroz kutlamaları yapmakmış. İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin tarafından 81 il valiliğine gönderilen genelgede, 21 Mart Çarşamba günü dışında Newroz kutlamalarına izin verilmemesi istenmişti. Böyle bir suç mu olurmuş? Bir halkın bayramını istediği gibi, istediği yerde ve zamanda kutlamasından daha doğal ne olabilirdi?
Evet, bu kadar komik ve haksız bir gerekçeyle Newroz kutlaması yasaklandı. TC tarihsel yasakçı anlayışını bu kez din tüccarı AKP aracılığıyla hayata geçiriyordu. Aynı yasakçı anlayışın ve terörist yöntemlerin yıllarca 1 Mayıs kutlamalarında da yapıldığı biliniyor. Bu yasaklamalara karşı çıkanlar, tepki gösterenler, hedef tahtasına oturtulup sindirilmeye, teslim alınmaya çalışıldı.
Oysa ki her şey gün gibi açıktı. Herkes çok iyi biliyor ki söz konusu yasaklanmanın asıl nedeni bu komik “erken kutlama” gerekçesi değildi. Asıl neden uygulanan teslim alma politikasının başarıyla uygulandığının ispat edilmesiydi. KCK operasyonları adı altında aralarında vekillerin de olduğu altı bin Kürt siyasetçi onun için zindanlara doldurulmuştu. Seçilmiş Belediye Başkanlarını sıraya dizip elerine kelepçe vurulmuştu. Prof.Dr. Büşra Ersanlı gibi akademisyene 22,5 yıl, yayıncı yazar Ragıp Zarakolu’na 15 yıl ceza istenmişti. KESK Genel Merkezi defalarca basılmış yöneticiler tutuklanmıştı. Uygulanan stratejinin başarılı olduğunu Kürt hareketinin kitleleri seferber edemeyeceğini kanıtlamak istiyorlardı. Yalan yanlış haberlere ihtiyaçları vardı. Onu yaptılar. Yasağı onun için koydular: Milyonların alana çıkması ve verilecek özgürlük mesajın engellemek istiyorlardı…
Ancak günümüz zalim Dehak’ların bu politikası Kürtlerin ve dostlarının direnişiyle boşa çıkarıldı. Yanlış hesap bozuldu. Başta Amed olmak üzere Newroz alanlarından döndü. Zalimlerin zulmüne ve yasaklara rağmen yüz binlerin Newroz alanına akışını engelleyemediler. Newroz ruhuyla, çağdaş Kawa’nın ruhuyla alanlara çıkıldı. İzlenen politikanın iflas ettiği ilan edildi.
Newroz’da iflas eden AKP politikası kamuoyuna yeni bir stratejiymiş gibi sunulmaya çalışılıyor. Erdoğan’ın grup konuşmasının yanı sıra 22 Mart 2012 tarihli bazı gazetelerde Hükümetin Kürt sorunu üzerine “yeni yol haritası” olarak basına sızdırılan plana göre eskiden olduğu gibi Kürtlerin örgütlü iradesinin, kendi geleceğini özgürce belirleme hakkının tanınmayacağı tekrarlanıyor.
Newroz ve emekçiler
Ancak AKP’nin bu denli pervasız zulüm ve vahşet politikasına karşı emek güçlerinden ciddi bir tepki ne yazık ki gösterilemedi..
Türk-İş, Hak-İş, Memur-Sen ve Türkiye Kamu-Sen gibi devlet-hükümet güdümlü sendikalardan söz etmiyorum.
Sözüm KESK’e de değildir. KESK istenen düzeyde olmazsa dahi kutlamaların içindeydi. Sözüm, DİSK, TMMOB ve Türk-İş’e muhalif olan Sendikal Güç Birliği Platformu’nadır. Söz konusu emek-meslek örgütlerinin Newroz dolayısıyla estirilen vahşi uygulamalara karşı suskunluklarına ne demeli? Pratik bir duruşun sergilenmesi bir yana saldırganlığı kınayan bir basın açıklaması bile yapılamaması sorgulanmamalı mı?
TTB’nin konuyla ilgili “Gaz demokrasisi!” başlıklı basın açıklaması şüphesiz ki olumlu bir tutumdur. Ancak basın açıklaması dikkatle okunduğunda bayramın adını doğru yazamayan (“Newroz” yerine “nevroz” yazılmış) bir ürkeklik de görülür..
KESK İstanbul Şubeler Platformu’nun çağrısını ise son derece yerinde ve örnek alınması gereken bir tutum olarak değerlendirmek gerekiyor. Platformun Newroz bayramında uygulanan zulmü protesto etmek amacıyla aynı gün 18 Mart saat 17’de Taksim’de toplanılması çağrısı (Çağrıyı Sendika.Org sitesinde okudum) ve bu çağrıya yanıt veren çevrelerin davranışı oldukça anlamlıdır…
Bu anlamlı davranışlar gelişip güçlendikçe, savaş çığlıkları atan egemenler zorlanacak, eşit, özgür, demokratik ve insanca yaşam mücadelesinin önü açılacaktır. Emekçiler ve ezilen Kürt halkı arasındaki özgürlük, barış ve kardeşlik duyguları güç
lenecektir. Unutmamak gerekir ki Newroz, çağdaş Kawa’nın devrimci, emekçi, ruhudur. Direniş bayramıdır. Zalime ve zulme karşı başkaldırıdır. Tarihsel ve güncel olarak özgürleşme tutkusudur. Kardeşliğin ve onurlu barışın diğer adıdır.