“Ve Cevahir’imi kalbime gömüp, dönerim hâin hücreme …” En baştan söyleyeyim, Türkiye ve dünya devrim tarihi açısından önemli uğrak ve dönemeç olmuş olayların yaklaşan yıl dönümlerine denk getirip, yazı yazmak pek âdetim değil. Ki ekseriyetle, bu tip “belirli günler ve haftalar” mantığı çerçevesinde kaleme alınmış yazıları, “takvim solculuğu” olarak değerlendirdiğimi de belirteyim. Ancak okuyacağınız yazının, […]
“Ve Cevahir’imi kalbime gömüp, dönerim hâin hücreme …”
En baştan söyleyeyim, Türkiye ve dünya devrim tarihi açısından önemli uğrak ve dönemeç olmuş olayların yaklaşan yıl dönümlerine denk getirip, yazı yazmak pek âdetim değil. Ki ekseriyetle, bu tip “belirli günler ve haftalar” mantığı çerçevesinde kaleme alınmış yazıları, “takvim solculuğu” olarak değerlendirdiğimi de belirteyim. Ancak okuyacağınız yazının, söz konusu minvalde ele aldığımızda “zorundalık hissi”nden kaynaklanan zorlama bir metin olmayacağını rahatlıkla söyleyebilirim. Kezâ, yazının yayınlandığı bu web sitesinin ne editörü; ne de yazarıyım. Dolaysıyla belirttiğim anlamda “illâ olmalı” psikolojisi içinde olmam yahut bu meselede mündemiç bir yazının bana “ısmarlanmış” olması da zâten mümkün değil.
Kızıldere: Devrimci Savaşın İşaret Fişeği
On devrimci önderin direnerek ve bedel ödeterek yaşamını yitirdiği Kızıldere katliamı, Türkiye solu için salt acılanma ve ıstırap günü değil, aynı zamanda öğreten ve yaşayan bir örnek olaydır. Öğretendir, çünkü olay, devrimci hareket için direniş geleneği ve dayanışma kültürü açısından önemli bir tecrübe ve izlek olmuştur. Yaşayandır, bu ifade burada kof bir romans anlam katılarak kullanılmadı. Yaşayandır, çünkü 72’nin 30 Mart’ından sonra da bu topraklar üzerinde nice Kızıldereler yaşandı ve yaşanıyor. Devrim ve zulüm, yaşam ve ölüm, irade ve korku, devlet ve isyancının son karşılaşması olmadı Kızıldere, tersine o gün Niksar’ın Alevî-Sünnî beraber yaşanan o küçük köyünde gerçekleşen bu çarpışma, büyüyen savaşın habercisi oldu. Solun, “Kızıldere son değil, savaş sürüyor!” diye haykıran tarihî sloganı da bu gerçekliğin en rafine mealidir.
Çayan Geleneği
Çayancı gelenek, 12 Mart sonrası yaşanan Kızıldere olayı ve THKP-C’nin dağılmasının akabinde filizlenen yeni Cepheci akımlarla Türkiye devrim tarihindeki yürüyüşüne devam etti. Çayan fikriyatını referans alan ya da kök olarak oradan gelen çeşitli yapılar mücadele bayrağını devralıp, kendi kulvarlarında savaşı sürdürdüler, kendi cephelerinden kavgaya katkı sundular.
Türkiye’nin en özgün fikrî sol akımlarından (değerli devrimci fikir ve kavga adamı Kıvılcımlı’yı da unutmayalım) olan Çayan, fikriyatı ve güzergâhı, çeşitli parçalara bölünse de giderek kitleselleşip, etkinleşti. Öyle ki THKP-C kökenli hareketler, Türkiye solu içinde bir çeşit “ana akım” haline geldiler dersek pek mübalâğa yapmış sayılmayız. Cephe, bağrından, Türkiye tarihinin gelmiş geçmiş en kitlesel sol hareketi olan Devrimci Yol’u, en etkin örgütlerden ve evrensel ölçekte en bilindik devrimci hareket olan Devrimci Sol’u, 80 öncesinin (DY, TKP ve HK’den sonra) en kitlesel dördüncü yapısı olan Kurtuluş’u (1), ülkemiz siyasi tarihinin ilginç deneyimleri olan MLSPB’yi, HDÖ’yü, Acilciler’i ve diğer yapılanmaları çıkarmış önemli bir kaynaktır.
Türkiye solunda bugün var olan örgütlerin hepsi 4+1 diye tanımlayabileceğimiz temelden gelir. Yapıların, 4+1 örgütün geleneğini sahiplenip, sahiplenmemeleri tartışma konumuz değil, burada kastımız kökler, hiçbir örgüt, birdenbire pıtrak gibi bitmediği için, hepsi öyle veya böyle TKP, THKP-C, THKO, TKP-ML + TİİKP’den geliyor demek istiyoruz. Burada “+” olarak da olsa TİİKP’yi (Aydınlık) saymamız okuyucuyu yanıltmasın, ki bu satırların yazarı da elbette ki Aydınlık kliğini solda görmemektedir. Ancak adı geçen yapı, öyle veya böyle solun içine girmiş ve onu etkilemiş bir organizasyondur(2).
Mahir Çayan, Kaypakkaya ile birlikte Türkiye’de sol adına sadece, klasik anlamda bir gençlik hareketi öncüsü değil, aynı zamanda bir teorik önderliktir de. Bu eksende ele aldığımızda her iki önderlik Deniz Gezmiş’ten ayrılırlar. Mahir’i, İbo’dan farklılaştıransa, mefkûresi için bütünüyle dışarıdan (Sovyet ya da Çin) bir plan doğrultusunda tefekkür ve program geliştirmeyip, daha özgün çizgiler çizmeye çaba harcamış olmasıdır.
Fikirlerini pek çok yazısıyla (özellikle de “Kesintisiz” burada başat öneme haiz) açıklayan ve savunan Mahir, öncü savaşı, P.A.S.S. (Politikleşmiş Askerî Savaş Stratejisi), sun’î denge/nisbî refah gibi kavramlarla, takipçilerine önemli bir miras bırakmıştır, ancak Mahir’in düşüncelerinin, geleneğini savunan örgütlerin çoğunca dogmalar olarak yorumlanıp, donuklaştırılıp, geliştirilmediğini de söyleyelim. Ancak bu yazının konusu Mahir’in inandığı yolla ilgili kritik yapmak değil.
Mahir, Uçarı ve Romantik Bir Maceraperest Değil, Bilinçli ve İnançlı Bir Savaşçıydı
“Örgütü, örgüt yapan, onu kitlelere tanıtan programlar ve yaldızlı laflar değil, devrimci eylemdir.” -Mahir Çayan
Solun belli kesimlerinde Mahir’i hiçbir teorik derinliği olmayan, sıradan bir gençlik önderi olarak göstermeye çaba harcayanların sayısı hiç de az değil. Bu yorumlarda bulunanların, silahlı mücadele karşıtı -her türden şiddete karşı olma hikâyesi-, liberal ya da reformist akıllar olmalarıysa şaşırtıcı olmasa gerek. Tek tek kişilerin, silahlı mücadeleye, devrimci şiddete / teröre (terör, dört başı mamur teknik bir kavramdır) karşı olmasına saygı duyabiliriz. Hatta, kendini solcu olarak konumlandıran bir insanın zor içerikli ihtilâlci yöntem karşıtı olması da benim nazarımda, onun solculuğuna bir halel getirmez. “Sol”un temelleri olan görüşleri benimsemiş olan herkes, ne şekilde ve ne yönelimde olduğu ayrı bir tartışma konusu olarak saklı bırakma hakkımızı aklımızın bir köşesinde muhafaza ederek söylersek; solcudur.
Burada mesele, Mahir’i ve diğer devrimcileri basitleştiren ve devrimci şiddet pratiklerini küçümseyip, onu kötüleyen kişilerin, bir de kendi düşüncelerine dayanak olarak Marx, Lenin ya da Trotsky gibi sosyalist teorik ve pratik önderlikleri referans gösterme aymazlığına düşmeleridir. Şiddet karşıtı yazıların solcu müelliflerinin, adı anılan lider şahsiyetlerin meseleye dair onlarca metni orta yerde dururken, onların kurmuş olduğu cümlelerin bütününe, öncülüne ve devamına bakmayıp da,kendi işlerine gelecek parçasını çekip çıkarmaları, kendi çaresizliklerini ya da sosyalist doktrinin düzeni değiştirme mefhûmuyla, pasif direniş yollarını birleştirmek için harcadıkları beyhude ama inatçı çabayı ele verir.
Mahir, sırf “macera” olsun diye veya dizginlenemez bir öfke sebebiyle sisteme karşı silahlı mücadeleye girişmiş bir goşist değil, aksine oturup, yazmış, çizmiş, bolca tefekkür etmiş, mücadelenin kitle ayağını önemsemiş, mücadelesine bir yol haritası çizmiş ve devrime giden yola biçtiği bu programa uygun olarak yaşamış, mücadele etmiş ve ölmüş bir eylem adamıdır. Onun döneminde örgütlenen ve/veya güçlendirilen gençlik (Dev-Genç) ve halk örgütlenmeleri, sonra mirasını sahiplenenler tarafından daha da genişletilip, yaygınlaştırıldıysa, bu Mahir ve yoldaşlarının bıraktığı iz ve birikim sayesindedir. Mahir, tek başına öğrenci gençliğin iki üç tabanca, tüfekle gerçekleştireceği silahlı propagandanın nihaî anlamda bir kıymetinin olmayacağının bilincindeydi, bu faaliyeti yalnızca, kitleleri savaşa kazandıracak bir “öncü savaşı” bakışıyla değerlendirmekte ve savaşa asıl olarak silahlanmış işçi ve köylü kitlelerinin öncülük edeceğini söylemekte ve programatiğini de buna göre çizmekteydi. Mahir, yasal alan mücadelesini illegal yapılanmanın yanında talî diye değerlendirse de, bu aracı yok saymamakta ve önemsiz görmemekteydi.
Mahir, fotoğrafına bakıp da bizim yazıklanıp, a
ğıt yakacağımız bir yitik değil, kurtuluşa kadar sürecek olan savaşta capcanlı ve direngen bir sembol, verilen mücadelede motivasyon ögesi, yaşamı ve kavgasıyla öğreten bir önder ve Türkiye halklarının isyan çığlığı, zafere adanmış türküsüdür. O Mahir ki, Türkiye solunun kalbidir, idrakımıza kan pompalamaya devam eden.
Dipnotlar
(1) Kurtuluş, kendi doğrulutusunu, THKP-C mefkûresi ve güzergahının reddiyesi üzerinden çizdi ve özgün bir hareket olarak gelişti.
(2) Ayrıca bu yapıdan kopup, Kemalist kimi savunuları aşamamakla birlikte daha solda konumlanan “Yarınlar” adlı bir dergi çevresi ve yine İP’den kopan ve ÖDP’yle yollarını ayırmış bir grup Troçkistin kurduğu İşçilerin Kardeşliği Partisi ile birleşip Türkiye Birleşik İşçi Partisi’ni oluşturmuş bir ekip daha vardır -TKP-ML’nin de TİİKP’den kopup kurulduğunu unutmayalım-. Kendine “Türk Solu” adını veren çevre ise bırakın Aydınlık’ı, bilinen her akımdan daha sağdadır ve bunlara muadil olarak ancak, İzmir merkezli şaman, ırkçı Turancı “Toplumcu Budun Derneği” gösterilebilir.
İsmail Güney Yılmaz
19.03.2012/Fâtih-İstanbul