Kıbrıs’ın kuzeyinde neoliberal uygulamalar, yaygınlaşmasını ve tahakkümünü çok hızlı, seri ve yakıcı bir şekilde arttırmaya devam etmekte. Bilindiği üzere, bugüne kadar Kıbrıs Türk Hava Yolları (KTHY) tasfiye edilmiş (ve böylece özel sermayenin pazardaki etkinliği ve hegemonyası güvence altına alınmış), Doğu Akdeniz Üniversitesi’nin üniversite öncesi kurumları, AKP ve cemaat ile işbirliği ortada olan Türkiye sermayesinden Doğa […]
Kıbrıs’ın kuzeyinde neoliberal uygulamalar, yaygınlaşmasını ve tahakkümünü çok hızlı, seri ve yakıcı bir şekilde arttırmaya devam etmekte. Bilindiği üzere, bugüne kadar Kıbrıs Türk Hava Yolları (KTHY) tasfiye edilmiş (ve böylece özel sermayenin pazardaki etkinliği ve hegemonyası güvence altına alınmış), Doğu Akdeniz Üniversitesi’nin üniversite öncesi kurumları, AKP ve cemaat ile işbirliği ortada olan Türkiye sermayesinden Doğa Koleji’ne devredilmiş (ve böylece, özel Yakın Doğu Üniversitesi aracılığı ile tasfiye edilmek istenen ama öğrencilerin direnişi ile -şimdilik- tasfiye edilemeyen ve kamusal eğitim veren Öğretmen Koleji’nin intikamı alınmış), Kıbrıs Türk Petrolleri (K-PET) ”yerli sermaye”ye devredilmiş (ve özelleştirmeyi sınıfsal olarak değil etnik köken olarak yorumlayan bazı ‘sol’ çevreler bu durumu takdir etmiş), çalışanların gelirlerini çok büyük ölçüde budayan, çalışanları pek çok özlük hakkından ve güvenceden mahrum bırakan Sosyal Sigortalar Yasası geçmişti (ki bu yasanın ilk adımı CTP döneminde atılmış, mevcut UBP döneminde ise herkesi kapsayacak biçimde genişletilmiştir). Bunun yanında, Elektrik Kurumu’na ve Telefon Dairesi’ne yönelik tasfiye girişimleri, ”en yetkili ağızlardan” dillendirilmiş, elektriğin ve telekomünikasyonun özelleştirilmesi girişimleri, çok yakın bir geleceğin adımları haline gelmiştir. Ercan Havalimanı’nın ”yap-işlet-devret yöntemi” ile özelleştirilmesi süreci ise sona doğru yaklaşmaktadır.
Kıbrıslı Türk halkına ait kurumların özelleştirilmesinin yanı sıra, kamusal hizmetlerin ve halkın haklarının piyasalaştırılması ise, neoliberalizmin bir başka boyutu olarak, Kıbrıs’ta varlığını göstermektedir. Geçtiğimiz ay gündeme gelen, devlet hastanelerinde sağlık hizmetlerinin paralı hale gelmesi uygulaması, pek çok farklı toplumsal kesimin muhalefetine ve direnişine rağmen; ve hiçbir yasal çerçeveye uygun düşmemesine rağmen ısrar ile uygulanmaya devam edilmektedir. Bunun yanında, geçtiğimiz senenin sonunda, emekli maaşlarından kesinti yapmak ile ilgili düzenlemenin, anayasa mahkemesi tarafından ”kazanılmış haktır, geri alınamaz” gerekçesi ile iptal edilmesi; Kıbrıs Türk Petrolleri’nin özele devredilmesi sırasında yaşanan ”yasal sıkıntılar” ve diğer neoliberal politikalar uygulamaya sokulurken karşılaşılan ”yasaların ayak bağı olması” durumu, şimdi Kıbrıs’ın kuzeyinin sömürgecisi AKP’nin Kıbrıs’taki işbirlikçilerinden biri olan iktidardaki UBP’yi, neoliberal politikalara yasal bir kılıf uydurma ve bunun yanında uygulamalar esnasında karşılaşılabilecek engelleri bertaraf etme yönünde adım atmaya zorlamaktadır. Her ne kadar neoliberal uygulamalar, mevcut yasalara uysun veya uymasın dayatılmaya devam etse de, mevcut yasaların çıkardığı zorluklar hem bu uygulamaların hayat bulmasını zora sokmakta, hem de ”egemenlerin sabırsızlığını” artırmaktadır. Bunun üzerine, AKP dayatması ile ve UBP’nin işbirliği ile ”Özelleştirme Yasası” meclis genel kuruluna girmiş, komiteden geçmiş ve geriye sadece mecliste onaylanıp yasalaşması kalmıştır. Özelleştirme Yasası, Kıbrıs’ın kuzeyinde yeni bir dönemin başlangıcının değil, halihazırda keskin bir şekilde süren neoliberal dönemin ”yasal kılıfı”nın habercisidir. Yasa tasarısının genel gerekçesi, var olan durumu çok iyi özetlemektedir : ”Kamu Kurum ve Kuruluşlarına, Kamu İktisadi Teşebbüslerine, Kamu İştiraklerine ve Kamu Payı olan Şirketlere ait ekonomik ve ticari olarak değerlendirilmesi mümkün bulunan her türlü; şirket hisseleri dahil taşınır ve taşınmaz mallar, hizmetler ve hakların özelleştirilmelerini düzenlemek amacıyla Özelleştirme Yasa Tasarısı hazırlamıştır.” Görülebileceği üzere, kamusal olan her şeyin (hatta bakanlıkların dahi!) özelleştirilmesi, bu yasa ile birlikte, mümkün olacaktır. Yasanın en ahlaksız boyutu ise, KTHY’nin tasfiyesi sonucunda işsiz kalan, ve yaklaşık iki yıldır işsiz olan yüzlerce insanın istihdamının ”ancak yasa geçtiği takdirde” sağlanacağı propagandasıdır. Yasaya ”geçici madde” olarak da eklenen bu durum, hükümetin, yasaya karşı oluşan tepkiye ve toplumsal direnişe karşı tutunabilecek bir dal ve ”meşru bir zemin” aramasının sonucudur. Dünyadaki sayısız neoliberal uygulama tecrübesinden de görülebileceği gibi, değil istihdam sağlamak, özelleştirme uygulamaları, çok büyük oranda işsizliklere sebebiyet vermekte, istihdam edilmiş insanları ise özel sektör için güvencesiz bir şekilde çalışan ucuz iş gücü olarak değerlendirmektedir. Çok acıdır ki, işsiz durumda olan KTHY çalışanlarının pek çoğu, neoliberalizmin doğuracağı toplumsal sonuçları görmek ve Özelleştirme Yasası’na karşı çıkmak yerine, ”Özelleştirme Yasası geçtikten sonra, istihdam ile ilgili maddenin takipçisi olmak” derdine düşmüştür.
Özelleştirme Yasası savunulurken öne sürülen klasik argüman ise, Kıbrıs’ın kuzeyinde de kendini göstermektedir. Özelleştirmeler ile devletin ve bütçenin yükünün azalacağı, daha verimli bir mali ortam yaratılacağı yalanı söylenedursun, Özelleştirme Yasası, özelleştirilecek kurumlarda çalışanların toplu sözleşme ve diğer düzenlemeler ile ilgili var olan haklarının devlet tarafından karşılanacağını öngörmekte; böylece devletin asli görevinin, sermayenin yükünü hafifletmek ve sermayeye hizmet etmek olduğunu tekrar gözler önüne sermektedir. Bu ve benzeri düzenlemeler içeren Özelleştirme Yasası, felaketin ”yasal hali”dir. Bu noktada toplumsal muhalefete dair getirilebilecek en önemli eleştiri de, neoliberalizmin toplumsal boyutu bilmezden -veya görmezden- gelinip, Özelleştirme Yasası’na, sadece yasal düzeyde karşı çıkılıyor olunmasıdır. Bundan yaklaşık 200 yıl önce, liberal iktisadın klasik düşünürlerinden Jean Baptise Say dahi, şu satırlar ile burjuva hukukunun ne anlama geldiğini dile getirmiştir : ”Sermaye, kendisi düpedüz bir hırsızlık ya da dolandırıcılık değilse bile, mirası kutsallaştırmak için hukukun işbirliği ve yardımı gerekmektedir”.
Toplumsal bir uygulama olan özelleştirmelere ve genel olarak neoliberal politikalara direniş, ”yasal” değil toplumsal bir mücadele ile hayat bulabilir. Elbette yasalar aracılığı ile girişimlerde bulunmak, toplumsal mücadeleye yardımcı olduğu müddetçe anlam kazanacaktır. Bunun yanı sıra, Kıbrıs’ın kuzeyinin Türkiye’nin bir sömürgesi olduğu bilinci ile, verilecek mücadele sadece kktc’deki işbirlikçilere karşı değil; ekonomik, politik, kültürel ve sosyal her türden dayatmayı ısrarla ve her yolu mübah görerek dayatan AKP’ye karşı da verilmelidir. Türkiye devletinin Kıbrıslı Türk halkına karşı var olan sömürgeci tutumu alt edilmediği ve ortadan kaldırılmadığı müddetçe, kktc’deki hükümet değişikliklerinin niteliksel bir dönüşüm sağlayamayacağı aşikardır. Bugün yapmamız gereken, neoliberal uygulamalara ve AKP hükümetinin sürdürdüğü sömürgeci tutuma karşı toplumsal muhalefeti hayatın her alanında yükseltmek, umutsuzluğa düşmemek ve geri adım atmamaktır. Türkiye solunun, Kürt hareketi ile gösterdiği dayanışmayı, Kıbrıslı Türk halkının verdiği mücadele ile yeterli ölçüde göstermemesi ise kabul edilebilir bir durum değildir. Böyle zamanlarda gösterilecek dayanışma, söylemlerden ve iyi dileklerden öte, sağlam bir politik tavır halini almalı, ezilenlerin mücadelesinin birbirini beslediği, birbirinden güç alarak büyüdüğü unutulmamalıdır.
Celal Özkızan
Baraka Kültür Merkezi Aktivisti