Türkiye, Suriye’den kendisine yönelmiş doğrudan ve açık bir askeri saldırı vuku bulmadıkça ordusunu, hangi maksat ya da gerekçeyle olursa olsun bu ülke topraklarına göndermekten kati surette kaçınmalıdır. “Suriye’nin dostları” platformunun, Şam rejiminin katliamlarını durdurmak için müdahalede bulunulmasına uluslararası meşruiyet kazandırabilecek geniş bir uzlaşı ve mutabakat üreteceğini aşırı iyimser bir beklenti ile varsaysak bile, böylesi bir […]
Türkiye, Suriye’den kendisine yönelmiş doğrudan ve açık bir askeri saldırı vuku bulmadıkça ordusunu, hangi maksat ya da gerekçeyle olursa olsun bu ülke topraklarına göndermekten kati surette kaçınmalıdır.
“Suriye’nin dostları” platformunun, Şam rejiminin katliamlarını durdurmak için müdahalede bulunulmasına uluslararası meşruiyet kazandırabilecek geniş bir uzlaşı ve mutabakat üreteceğini aşırı iyimser bir beklenti ile varsaysak bile, böylesi bir ahlaki zeminin mevcudiyeti ihtiyatı elden bırakmanın tek başına nedeni olamaz.
Çünkü hiçbir ahlaki zemin, Suriye’nin işgalinden umulan başarıyı şu aşamada sağlamaya yetmeyecektir.
Uzak durmak için 10 neden
Türkiye’yi güney komşusuna askeri müdahalede bulunmaya ya da böyle bir müdahaleye katılmaya mecbur eden herhangi bir neden mevcut değildir; ama Türk askerini Suriye’den uzak tutmaya yetecek en az 10 gerçekçi nedeni sıralamak mümkündür.
Bir: Şu aşamada ne Ankara’nın ne de dünyanın başka bir başkentinin Suriye’ye girmekten öte, Suriye’den çıkmanın stratejisini oluşturması mümkündür. Dünyada şu an Suriye’ye dair gerçekçi ve makul planı olan bir başkent yoktur. Vaziyeti özetleyen tek kelime “belirsizlik”tir. Nedeni de Suriye’de tutarlı, bölgeye ve dünyaya güven veren bir muhalefetin, yani alternatifin henüz ortaya çıkmamış olmasıdır.
İki: Bir çıkış stratejisi olmadan, sadece Sünnileri rejimin katliamlarından korumak için bir tampon bölge oluşturmak amacıyla Suriye’ye asker sokmak, bu ülkenin din, mezhep ve etnisite ekseninde fiilen bölünmesinden, diğer ifadesiyle “Lübnanlaşmasından” başka bir sonuç doğurmayacaktır. Kaldı ki o tampon bölgenin sınırlarının neye göre çizileceği de başlı başına bir muammadır.
Üç: Türk Silahlı Kuvvetleri’nin envanterindeki silah ve teçhizat, bu tür bir asimetrik müdahaleyi mümkün olan en az sivil kaybıyla kotarmaya yetecek adet ve nitelikte değildir. Bu silah ve teçhizatın Batılı müttefiklerden müdahale ortamında acilen tedariki, istismara açık bazı ahlaki sorunlar doğuracaktır.
Dört: Türkiye enerjide Suriye’nin stratejik müttefikleri Rusya ve İran’a bağımlıdır. Doğal gaz akışının, Suriye’ye bir müdahale vuku bulduğunda Türkiye’ye karşı bir silah olarak kullanılmayacağını kimse garanti edemez.
Beş: Kürt sorunu Türkiye’nin “Aşil Topuğu”dur, açık yarasıdır. Türkiye’nin Suriye’deki muhalefeti desteklemesinin neticesinde, Baas rejiminin de PKK’ya üstü örtülü destek vermeye başladığı yolunda doğruluğu şüphesiz haberler geliyor. Bir müdahale söz konusu olursa sadece Baas unsurlarının değil, İran’ın da Türkiye’nin açık yarasına parmak sokması eşyanın tabiatından addolunacaktır.
Altı: Suriye’ye asker sokmak, Ankara açısından Kürt sorununun uluslararasılaşması gibi kuvvetli bir riski de içeriyor.
Yedi: Savaş parasız olmaz. Bir savaş elbette ki Türkiye’nin bütçesine büyük külfetler bindirecek. Baharda müdahale demek, en azından turizm sezonunun başlamadan bitmesi demektir. PKK’nın da Türk turizm endüstrisini tehdit ettiğini unutmayalım.
Sekiz: Türkiye iktidar tarafından kutuplaştırılmış ve manen bölünmüş bir ülke. Alevi-Sünni, Kürt-Türk, Laik-İslamcı ekseninde parçalanmış bir kamuoyundan, lüzumsuz bir savaşa birlik-beraberlikçi reaksiyon göstermesini beklemek abestir. Tabii bu lüzumsuz savaş muhalefeti daha da ezmenin, basını daha da susturmanın gerekçesi olmayacaksa…
Dokuz: Baharla birlikte İran’ın nükleer tesislerine bir İsrail saldırısının düzenlenme ihtimali hiç olmadığı kadar ciddiyete binecek. Bu olasılık, Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesinin paralelinde gerçekleşirse, ortaya çıkacak “İran-Suriye mihverine karşı Türkiye-İsrail ittifakı” tablosu, herhalde en çok İsrail karşıtı AKP elitini üzecektir.
On: Türkiye, Suriye’yle ilgili olarak “Bütün seçenekler masada” diyor; bir müdahalenin ise bölge ülkeleri tarafından yapılmasını doğru buluyor. Türkiye bir bölge ülkesi ama Arap değil. Gerekçe Sünni kardeşleri kurtarmak bile olsa, Arap Suriye’ye Osmanlı mirasçısı Türkiye’nin girmesi Sünni başkentlerde de tepkiyle karşılanacak ve Ankara’nın bölgeyle ilgili Yeni Osmanlıcı emeller beslediği yolundaki şüpheleri ziyadesiyle artıracaktır.