Türkiye’de eğitim sisteminin sorunları ile ilgili ciddi bir tartışmaya ihtiyaç olduğu su götürmez bir gerçektir. Eğitim sisteminin ciddi sorunlarının var olduğu, konuya vakıf çevrelerce yıllardır dillendirilmektedir. Bu ihtiyaç hep görmezden gelindi ve pansuman tedbirlerle sıkıntı geçiştirilmeye çalışıldı. Türk eğitim sisteminin hem felsefi açıdan, hem de uygulana gelen yapısal modeller açısından, ülke gerçekliğine aykırı olduğu, eğitim […]
Türkiye’de eğitim sisteminin sorunları ile ilgili ciddi bir tartışmaya ihtiyaç olduğu su götürmez bir gerçektir. Eğitim sisteminin ciddi sorunlarının var olduğu, konuya vakıf çevrelerce yıllardır dillendirilmektedir. Bu ihtiyaç hep görmezden gelindi ve pansuman tedbirlerle sıkıntı geçiştirilmeye çalışıldı.
Türk eğitim sisteminin hem felsefi açıdan, hem de uygulana gelen yapısal modeller açısından, ülke gerçekliğine aykırı olduğu, eğitim ve bilim çevreleri tarafından altı defalarca çizilmiş olmasına rağmen, bu konuda dişe dokunur bir düzenleme yapılmamıştır. Eğitim ideolojik yani ile ele alınmış, deyim yerindeyse hegemonya ve manipülasyon aracı olarak görülmüştür. Sonuçta eğitim bir üst yapı kurumudur ve iktidardaki sınıfların dünya görüşüne, yaşam beklentisine göre biçim kazanmaktadır. Türkiye’nin toplumsal yapısında var olan etnik kimlik ve inanç çeşitliliği ile devletin tekçi yaklaşımı arasındaki çelişki hesaba katığımızda, devletin eğitime ideolojik bir yönlendirme aracı olarak yaklaşmasının gerekçesi netlik kazanmaktadır. Tek ırk tek inanç temeline dayanan ve toplumsal dokuya zıtlık arz eden merkezi söylem, eğitim aracılığıyla topluma yedirilmeye çalışılmıştır. Sınıf karşıtlığını ve toplumsal farklılıkları kapatmak gibi bir amacın sürekli olarak gözetilmesi, eğitimin acil ve özgün sorunlarının dikkate alınmamasının yegane nedenlerinden birisi olmuştur.
Tarihsel sürece kısa bakış
Osmanlın son dönemlerinde modern eğitim kurumları oluşturma yönünde bir kıpırdanma başlatılmış olsa da, bu alandaki esaslı çalışma Cumhuriyetle birlikte başlamıştır. Cumhuriyet sürecinin ilk dönemlerinde okur yazarlık oranını artırmak hedeflenmişken, sonraki yıllarda akademik eğitim düzeyini yükseltmeye yönelik çalışmaların yoğunlaştığını görüyoruz.
Bu dönemde ve sonraki süreçlerde, eğitimin ideolojik yanı sürekli olarak gözetildiği için, atılması gereken adımlar “Devlet Yararı” konsepti esas alınarak ertelenmiştir. Köy Enstitülerinin kurulması ile ülke gerçekliğine uygun bir modele yaklaşılmış olmasına rağmen, devletten bağımsız bir aydınlanmanın fitilinin ateşleneceği kaygısıyla bu modelden vazgeçilmiştir. Devletin bağrında mutabakat içinde hareket eden güçler arasındaki, Demokrat Partinin iktidar olduğu süreçte ideolojik farklılaşma açığa çıkmıştır. Demokrat Parti çevresinde kümelenen kesimlerin, Cumhuriyet kadrolarının, tek ırk, tek inanç, tek millet kodlarına göre desenledikleri kurucu şablona itirazları din eğitiminin artırılması noktasında olmuştur. Sonraki süreçlerde, toplumun muhafazakar bir eşikte tutulması bizatihi iktidar güçleri tarafından sürekli kışkırtılmıştır. Pentagon odaklı “Yeşil kuşak” projesiyle, devletçi-aydınlanmacı eğitim modelinden, devletçi-muhafazakar “aydın tipi” yetiştirmeyi esas alan bir eğitim modeline geçilmiştir. Eğitim, aşama aşama bu esas üzerine bina edilmiştir. Egemen olan güçlerin baktığı yerden sorun tespiti yapıldığı için, eğitimin özgün sorunlarını gidermek bir yana, var olan sorunlar daha da artmıştır. Bu günlerde çokça tartışılan, olumlu ve olumsuz eleştirilerin odağındaki, 8 yıllık kesintisiz eğitim yasası da sonuçta ideolojik yarar gözetilerek çıkarılmış bir yasadır. 28 Şubat sürecini müteakiben çıkarılan, kesintisiz-zorunlu eğitim yasası, (11-15 yaş) çağ nüfusunun okullaşma oranını hiç kuşkusuz ki artırmıştır (%98). Daha önceki sistemde liseyle bağlantılı olan Orta Okul, İlköğretim adı altında İlkokulla birleştirilerek 8 yıl kesintisiz hale getirilmesi sonucunda, liselerin orta kısımları kapatılmıştır. Bu durum, İmam Hatip liselerine öğrenci akışının azalmasına neden olmuştur. Siyasi iktidarı, eğitimi yeniden yapılandırmaya güdülendiren temel nedenlerden birisi hiç kuşku yok ki bu noktadır.
Eğitimin temel sorunları
17 milyon öğrenciyi, 800 bin civarında (kadrolu+sözleşmeli) eğitim emekçisini içinde barındıran eğitim siteminin sorunları oldukça fazladır.
Eğitimdeki ticarileştirme politikalarıyla, eğitimin yurttaş hakkı olma durumu her geçen gün ortadan kalkmaktadır. Her şeyden önce bunun altını kalın çizgilerle çizmemiz gerekiyor. Eğitim parasız, kamusal bir hak olduğunda zorunlu olmasının bir anlamı vardır. Giderek daha çok piyasalaşan ve ticari bir nesneye dönüşen eğitim zorunlu olduğunda, insan hakları açısından yasa zoruyla sömürü ve gasp anlamı içerir ki, diğer tartışmaların ve uygulamaların anlam kazanabilmesi için, öncelikli olarak eğitimin tüm kademelerde parasız bir hak olması gerekmektedir.
Bütçeden eğitime ayrılan payların, yıllara göre rakamsal ve yüzdelik olarak arttığı görünse de, Bütçe olanaklarının genişlemesi ve eğitim ihtiyaçlarının katlanarak arttığı gerçeğini dikkate aldığımızda, ayrılan paylarda giderek bir daralma ve gerileme durumunun olduğu göze çarpmaktadır. Son 10 yılın verilerine baktığımızda, bu durumu net olarak görebiliyoruz. 2003 yılı bütçesinde eğitime ayrılan pay, Gayrı Safi Milli Hasılanın %2.85’ine tekabül ederken, 2012 yılı bütçesinde bu oran %2.74’e gerilemiştir. Artan bütçe olanakları göz önüne alındığında eğitime ayrılan payın reel anlamda gerilediği görülmektedir.
Eğitimin kalitesi, eğitim emekçilerinin yaşam standartları ve özlük hakları ile yakından ilintilidir. Eğitim emekçilerinin sorunları, eğitimin mevcut sorunlarından ayrı düşünülemez. Türk eğitim sisteminde eğitim emekçilerinin karar süreçlerine katılmalarının önü kapatılmıştır. Nitelikli bir eğitimin ön koşulundan birisi, hiç kuşku yok ki, eğitim emekçilerinin sistem içindeki pozisyonudur.
Okul öncesi eğitimde okullaşma oranı çağdaş ülkeler baz alındığında oldukça geri bir düzeydedir.
Anadilde eğitimin önünde, esasında ideolojik dirençler dışında yasal bir engel olmamasına rağmen, Kürtçe başta olmak üzere farklı dillerde eğitim görme talepleri görmezden gelinmektedir. Yeni yasada da bu yönde bir düzenleme mevcut değildir.
Sanat öğretimi seçmeli, fakat din dersi zorunludur. Alevi çocuklarına, aksi yöndeki taleplerine rağmen zorunlu olarak din dersi okutulmaya devam edilmektedir.
Eğitim sistemi bireysel farklılıkları gözeten bir sitem değildir. Etkili öğretimin temel unsurlarından birisi, bireysel farklılıklara uygun esnek bir modelin uygulanmasıdır. Eğitim sistemi ve müfredatlar, derslik esaslı ve farklılıkları yok sayan bir sistemdir. Çoklu zeka kuramına aykırı bir içeriğe ve düzenlemeye sahiptir. Dolayısıyla bu sitem öğrenci ilgilerini açığa çıkarmakta oldukça uzaktır ve sağlıklı bir mesleki yönlendirme yapmaya olanak sunmamaktadır.
Eğitimin sorunları saymakla bitecek cinsten değildir. Kör göze parmak misali, gözümüzün içine batan sorunların bir kısmını sırlamaya çalıştım.
4+4+4 çare olabilir mi?
Öncelikle şunu belirtmek gerektiği düşüncesindeyim: Mevcut yasanın karikatürize edilerek gündemleştirilmesi meselenin detayındaki tuzakları perdelemektedir. Her ne kadar çarpıcı bir söylem olsa da; mesele “Çocuk Gelinler” ve “Çocuk İşçiler” meselesinden daha derin ve kapsamlı bir meseledir.
Mevcut yasanın, formel boyutta tartışılması da meselenin esasına çok uygun düşmemektedir. Kesintili ya da kesintisiz olmasından öte, eğitim bilimi ve pedagojik ilkeler açısından baktığımızda, mevcut yasa yukarıda altını çizmeye çalıştığım sorunları gidermeye vakıf olabilecek bir içerik taşımamaktadır. Yasayı hızlı bir şekilde çıkarma gayretlerinin temelinde, eğitimin sorunlarını çözmek am
acı yatmamaktadır. Başta Milli Eğitim Bakanı olmak üzere, Hükümet yetkilileri tarafından böyle olmadığı açıkça ifade edilmiştir. Milli Eğitim Bakanı; “Yasa, yapısal bir düzenlemedir, eğitimin mevcut sorunları devam edecektir” beyanıyla bunu ifade etmiştir. Benzer açıklamalar Hükümet sözcüleri tarafından defalarca vurgulanmıştır. Kesintili eğitim yasasını, eğitim sorunlarını çözmek için değil, ideolojik beklentilerini karşılamak amacıyla çıkardıklarını üstünü örtme gayreti bile duymadan ifade etmektedirler.
Henüz daha yasa hazırlıklarının gündeme geldiği tarihte, (Aralık 2011) Diyanet’ten 1051, kişinin Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni olarak Milli Eğitim Bakanlığı kadrosuna geçirildiğini, hükümet sözcüsü Bekir Bozdağ, verilen bir soru önergesine cevaben ifade etmiştir. Tablo çok net. Tokmak kimin elindeyse davulu o çalmak istiyor. Eğitimin sorunlarını gidermeyi amaçlamayan ve tamamen siyasi ihtiyaçlar doğrultusunda biçimlenen yasanın, iki önemli amaç taşıdığı ortadadır. Birincisi: Yapısal olarak din odaklı bir eğitim hedeflenmektedir. İkincisi: Eğitimi piyasalaştırarak sermayenin ihtiyaçlarına daha çok açmak hedeflenmektedir. Lise kısmı zorunlu olmakla birlikte, örgün eğitime devam etme zorunluluğu içermemesi nedeniyle sermayeye taze bir sömürü alanı sunacağı kesindir. Özel Eğitim Kurumları Yönetmeliğinde yapılan değişiklikle, okul açma şartları kolaylaştırılmıştır. Eğitim kurumunun içkili mekanlara belli bir mesafe uzak olması kriteri ortadan kaldırılmıştır (100m). Dini hassasiyeti olan bir iktidarın böylesi bir değişiklik yapması şaşırtıcı gelebilir, fakat yasanın önemli amacından birinin, eğitimi sermayenin ihtiyaçlarına göre biçimlendirmek olduğunu hesaba katarsak, hiç de şaşırtıcı değildir. Bu değişiklik, mevcut yasayla birlikte düşünüldüğünde, özellikle lise eğitiminin ticari bir alan olarak sermayenin hizmetine açılacağı ortaya çıkmaktadır. Mevcut haliyle lise çağ nüfusunun %65 düzeyinde olan okullaşma oranı, zorunlulukla birlikte hızlı bir artış kaydedeceği kesindir. Birkaç yıl içinde lise çağ nüfusunun %85-90 oranında okullaşacağını düşünürsek, bunun en az %20’lik kısmının özel açık Liseye devam edeceğini tahmin etmemiz zor değildir. Aynı durumun, Mesleki Teknik Eğitim için de geçerli olduğu ve sermayenin iştahını kabartacak düzeyde bir potansiyel taşıdığı; bunun sonucunda, yoğun bir ticarileşmenin yaşanacağı ortadadır.
Yeni sistem, içinde kısmi iyileştirmeler taşıyor olsa da, eğitimin mevcut sorunlarını çözmek bir yana; eğitimi daha çok dincileştireceği ve eğitim hizmetini piyasaya açmak yoluyla daha fazla ticarileşmenin yaşanacağı noktasında, eğitim emekçilerinin ve velilerin kaygılarını besleyen ciddi emareler barındırmaktadır.
*Yazı Newroz gazetesinde de yayınlanmaktadır