I Bölge devletlerinin PKK ile ilgili politikası yeni uluslararası konjonktür temelinde giderek farklı bir boyut almaktadır. Arap dünyasındaki halk ayaklanmalarından önce daha çok PKK’yi tasfiye etme üzerine kurulan politik ve askeri strateji, şimdi daha çok onun politik hedeflerini mevcut sömürgeci devletlerin politik sistemi ve güvenliği ile uyumlu bir hale getirmeye evrilmektedir.Bu dönüşüm özellikle geçen yılın […]
I
Bölge devletlerinin PKK ile ilgili politikası yeni uluslararası konjonktür temelinde giderek farklı bir boyut almaktadır. Arap dünyasındaki halk ayaklanmalarından önce daha çok PKK’yi tasfiye etme üzerine kurulan politik ve askeri strateji, şimdi daha çok onun politik hedeflerini mevcut sömürgeci devletlerin politik sistemi ve güvenliği ile uyumlu bir hale getirmeye evrilmektedir.Bu dönüşüm özellikle geçen yılın sonbaharında İran ile PJAK arasında yaşanan şiddetli çatışmalardan sonra daha belirgin hale gelmiştir.
Bölge devletlerinde ortaya çıkan bu politik dönüşümün anlamı açıktır: Emperyalistler ve onların bölgesel uzantıları olan devletler arasındaki çelişkilerin keskinleşmesi.
Emperyalist kamplaşmaya bağlı olarak bölge devletleri arasında çelişkilerin keskinleşmesi ve politik sorunların çözümünde şiddet unsurlarının ön plana çıkması, giderek bölge devletlerinin birbirlerini dengeleme eğilimlerini geliştirmektedir. Bölge devletlerinin PKK’ye olan yaklaşımlarındaki değişikliğin altında, giderek kendi aralarındaki düşmanlığın PKK’ye olan düşmanlıklarından daha ağır basması yatmaktadır. Bu durum emperyalist politikadaki yoğunlaşmanın bir sonucu olup,bölge devletlerine yeni bir politik strateji dayatmakta ve bu temelde PKK ve Kürt sorununun ele alınmasında yeni bir yaklaşımı da getirmektedir.
II
2011’den önce AKP’nin PKK politikası sözde komşular ile “sıfır sorun” politikası aracılığı ile iyi ilişkiler kurmak ve bu temelde İran, Suriye, Güney Kürdistan Federe Hükümeti ile işbirliğini geliştirerek ve ABD ve Avrupa’nın da desteğini sağlayarak önce PKK’yi kuşatmak sonra da tasfiye etmeye çalışmaktı. AKP’nin bu stratejisine hem İran-Suriye hem de ABD ve İsrail farklı politik çıkarlardan dolayı isteksiz ve gönülsüz yaklaşıyorlardı.
İran ve Suriye PKK’nin tasfiyesinden sonra Türkiye’nin nasıl bir politik tutum alacağını kestirmiyorlardı. PKK ve Kürt sorununu belirli bir süre askeri araçlar ile öteleyen bir Türkiye, üstelik AB reformları ile de sürekli Batı’ya yaklaşan bir Türkiye, yakın gelecekte İran ve Suriye rejimleri için bir tehdit potansiyeli içermekteydi. Onun için İran ve Suriye PKK’nin üzerine gidilmesi noktasında fazla istekli olmadılar.
Aynı durum bir başka açıdan ABD ve İsrail için de geçerlidir. ABD, İsrail ve yine bazı Avrupa devletleri, PKK’nin tasfiye edilmesinden sonra Türkiye’nin İran ve Suriye ile ilişkilerini daha da geliştirmesi ve bu devletlerin politik izolasyondan kurtulmalarını sağlaması olasılığını göz önünde bulunduruyorlardı. Bu ise İran’ın süreçten daha güçlü çıkmasına, nükleer silah elde ederek İsrail’i dengelemesine ve Batı emperyalistlerinin müttefikleri ile ilişkilerinin bozulmasına neden olabilirdi. AKP’nin her iki tarafı da memnun etme çabası bir politik belirsizliğe ve bu politik belirsizlik de PKK’nin manevra alanının genişlemesine neden olmuştur. Yine bu dönemde hükümet ile ordu arasındaki iktidar çekişmesi ve görüş ayrılığı da bu politik tutum belirsizliğinde önemli rol oynamıştır. Bu dönemde hükümet ordunun darbeci faaliyetleriyle uğraşırken PKK’nin üzerine askeri olarak gitmek istememiştir. Çünkü aksi taktirde iki hareketin kıskacı arasında kalması ve hükümetten düşmesi olasıydı.
AKP 2009’dan sonra güçlü bir şekilde İran, Suriye, Irak ve Güney Kürdistan eksenine dönmeye başladı ve bu devletler ile ortak politika oluşturma arayışına girdi.Bunun nedeni ise ABD’de B. Obama’nın seçilmesi ve ABD’nin Irak’tan çekilmesinin netleşmesi ve içeride Ergenekon Davası aracılığıyla ordunun politik etkisinin azaltılmasıydı.
Ama 2009’dan önce Türkiye’nin PKK politikası ABD, Türkiye ve Irak arasında oluşturulan bir mekanizmaya bağlanmıştı ve Türkiye bu mekanizma aracılığıyla PKK’ye darbe vurmak istiyordu. Ancak ABD, İsrail ve Güney Kürdistan’ın amacı ise bu mekanizma aracılığıyla Türkiye’yi oyalamak ve onun AB doğrultusunda reform yaparak PKK ile uzun yıllar kalıcı bir ateşkesin gerçekleştirilmesine çalışmaktı. Çünkü PKK 2003’ten itibaren PJAK aracılığıyla İran’a karşı politik ve askeri olarak yoğunlaşmıştı ve PKK’nin zayıflatılması ABD, İsrail, Güney Kürdistan ve bazı Avrupa’lı devletlerin işine gelmiyordu. Çünkü PKK, PJAK aracılığıyla İran rejiminin içten çözülüşüne yardım ediyordu. Bu durumda PKK’nin üzerine gidilmesi İran’ı rahatlatırdı. Ama bu dönemde PKK de İran’a karşı tam seferber olmuyordu. Çünkü Türkiye ile ateşkes tam sağlanmadan ve bir uluslararası statüye bağlanmadan PKK’nin İran’a karşı tam seferber olması, İran ile Türkiye’nin aynı anda saldırısına maruz kalmasına neden olurdu ki, PKK aynı anda iki cephede savaşı kaldıramazdı. Onun için PKK İran karşısında çok doğru olarak ihtiyatlı bir politika yürütmüş ve İran ile yeri geldiğinde ateşkes yapmanın yolunu açık bırakmıştır.
AKP 2009’un başlarından itibaren hem iç hem de dış politikanın etkisiyle, ABD’ye yaslanarak PKK’ye karşı mücadele yürütme politikasından İran, Suriye,G. Kürdistan ve Irak’a dayalı ve ABD’nin desteğini kısmi olarak aldığı bir politikaya yönelmeye başlamıştır.
2011’in başlarına kadar AKP, Türkiye, İran, Suriye,Güney Kürdistan ve Irak arasında PKK’ye karşı ortak bir politika oluşturmaya çalıştı. Bu ortak politika, PKK üzerinde baskıyı arttıracak ve sonrasında ortak bir askeri operasyona yolaçarak PKK’nin “belinin kırılmasına” götürecekti. Daha sonraları görüldü ki, Türkiye dışında bu ortak politikaya belirli bir süre katılan devletlerin farklı politik amaçları vardı ve amaçları Türkiye’yi belirli bir süre oyalamaktı.
Suriye’nin PKK ile direkt bir sorunu yoktu ve onu hemen karşısına almasına neden yoktu. Zaten bir çok sorun ile uğraşan Baas Rejimi’nin Kürtleri de karşısına alarak kendisine bir cephe de buradan açması mantıklı değildi. Zaten Suriye bir çözüm durumunda Suriye’li PKK’leri alabileceği ve affedeceği gibi noktalarda destek veriyordu. Suriye özellikle PKK sorununu kullanarak Türkiye aracılığı ile uluslararası izolasyondan çıkmak istiyordu. Türkiye’ye bir şeyler vermeden bir şeyler alamayacağını iyi biliyordu.
İran ise PKK karşısında, Türkiye’ye göre daha ihtiyatlı bir politika izliyordu. Bunun nedeni İran rejiminin ağır uluslararası baskı altında olmasından kaynaklanıyordu. İran sadece Kürt ayrılıkçı hareketten korkmuyordu ama bu hareketin rejimi tehdit eden başka hareketler ile birliğinden ortaya çıkacak “politik sinerji”den de korkuyordu. Onun için PJAK üzerine kontrolsüz bir şekilde gidip, onu ortaya çıkacak rejim karşıtı bir blokun parçası yapmak istemiyordu. İran’ın PJAK ve PKK’ye karşı mücadelesi,bu örgütlerin İran rejimi için tek tehdit olmaktan çıkarılması ve yine bu iki örgütün politik ve askeri yoğunlaşmalarının İran devletinden başka devletlere yönlendirilmesi üzerine oturuyordu. İran ve Suriye için PKK, rejim tehdit altına girdiğinde en son aşamada taktik olarak ittifak yapılacak bir güç olarak görülmektedir. İran Türkiye ile birlikte PKK’nin üzerine gitmeden önce çok önemli konularda Türkiye’nin tavrını bekleyip görmeyi tercih etmiştir.Bunlar:
1-İran’ın nükleer çalısmaları karşısında Türkiye’nin tutumu;
2-NATO’nun füze kalkanı projesindeki tutumu;
3-Suriye’de rejim değişikliği konusunda Türkiye’nin tutumu;
4-Irak’ta Şii bloku karşısında Türkiye’nin tutumu;
5-İsrail karşısında tutumu vs.
İran bölgede Türkiye’nin etkisini arttırarak İran’ın nüfuzunun daha da zayıflamasına karşıdır. Hele de Türkiye’nin en önemli s
orunu olan ve bölgede daha aktif rol oynamasını engelleyen PKK’nin zayıflatılmasında Türkiye’ye, bu konjonktürde, hiç yardım etmek istemez.
Geçen yılın sonbaharında İran ile PJAK arasındaki çatışmalar sırasında Türkiye’nin PKK ve PJAK’a karşı ortak operasyon önerisini İran açıkça reddetmiştir. Şiddetli çatışmalardan sonra sağlanan ateşkes sonucunda KCK Başkanı Murat Karayılan, Türkiye-İran ekseninin politik olarak bittiğini belirtmiştir.
G. Kürdistan hükümetinin PKK’ye karşı Türkiye ile ilişkisi ise zorunluluktan kaynaklanmaktadır. Türkiye Güney hükümetini, PKK’ye karşı harekete geçmesi noktasında sürekli zorlamakta ve baskı altına almaya çalışmaktadır. Güney Hükümeti bunun Kürt ulusal birliği açısından tam bir felaket olacağını iyi bilmektedir. G.Kürdistan’ın Türkiye ile iyi ilişkiler kurmasının zorunluluğu İran, Irak ve Suriye’den gelen tehditlerden kaynaklanmaktadır. Güney hükümeti, Batılı emperyalistler ile yoğun ilişkilerinden dolayı (özellikle ABD ve İsrail) İran, Irak ve Suriye tarafından bir “çıban başı” gibi görülmektedir. Bu üç devlet Kürdistan İslami Hareketi aracılığıyla G.Kürdistan’da er ya da geç bir rejim değişikliği isteyeceklerdir. Bu noktada G. Kurdistan hükümetinin iki önemli dayanağı vardır: Türkiye ve PKK. Bu noktada bütün sorun bu son ikisinin kavgalı olması ve birbirinin Güney hükümeti için etkilerini sıfırlamalarıdır. Onun için PKK ile Türkiye arasındaki bir ateşkes ya da uzlaşma Güney hükümetini de oldukça rahatlayacaktır. Bundan dolayı, Barzani her iki tarafa sürekli uzlaşma çağrısı yapmaktadır.Güney hükümetinin amacı Türkiye ile yakın ilişkiler aracılığı ile her ikisi arasında bir arabuluculuk yapmaktır.Özellikle AKP hükümetinin G. Kürdistan’a daha esnek yaklaşımı böyle bir beklentiye neden olmaktadır. Güney Kürdistan’ın Türkiye ile yoğun ilişkisinin amacı, bir yandan stratejik tercihlerini geniş tutmak öte yandan Türkiye’yi Kürt sorununda reform yapma noktasında cesaretlendirerek PKK ile bir uzlaşmanın ortaya çıkmasını sağlamaktır.Bu politika ABD’nin politikası ile de uyumludur. Kaldı ki Güney Kürdistan hükümeti mevcut konjonktürde PKK’nin zayıflamasını istemez. Birinci olarak PKK, G.Kürdistan hükümetinin otoritesini kabul etmiştir, ikinci olarak PKK’nin zayıflaması durumunda onun yerini dolduracak hareket İran destekli bir islami hareket olacaktır ve PKK’den daha tehlikeli olacaktır. Çünkü bu hareket direkt İran ve Suriye’nin desteğine sahip olacaktır. Onun için G.Kürdistan hükümeti hesapsız bir şekilde PKK’nin zayıflamasını istemeyecektir.
III
Geçen yılın sonbaharından itibaren iki önemli olay, devlet ile PKK’nin uzlaşmasını zora sokmuştur. Bunlardan ilki İran ile PJAK arasındaki ateşkestir. İkincisi ise Suriye’de toplumsal karışıklığın daha da artması ve Baas rejiminin fiiliyatta “Suriye Kürdistan’ı”nın yönetimini PKK’ye bırakmasıdır ve bu sürecin Suriye’de de güçlü bir şekilde bir “Özerk Kürdistan” bölgesinin oluşmasına doğru yolalmasıdır. Bu aşamadan sonra PKK’nin TC karşısında politik pazarlığı daha da yükselteceği ve politik pazarlığı en üst perdeden açacağı hemen hemen kesindir. Türkiye’nin PKK’yi İran-Suriye ekseninden kopartabilmesi için şimdi çok daha büyük bir politik çabaya ihtiyacı vardır.
PKK bir noktaya kadar gerek Iran ile yaptığı ateşkese; bir noktaya kadar da Suriye’de ortaya çıkan fiili duruma bağımlı hale gelmiştir. PKK’nin bundan iki yıl önceki gibi “kültürel haklar” çerçevesinde Türkiye ile masaya oturma durumu İran ve Suriye’de ve yine bölgede ortaya çıkan yeni politik durumdan dolayı tamamen ortadan kalkmıştır. Hükümetin burjuva demokratik reformları daha da geliştirmemesi hatta gerek genel seçimlerde gerekse de Anayasa referandumunda milliyetçiliğe doğru politik makarayı sarması PKK’nin strateji değişikliğinin temel nedenidir. PKK’nin TC karşısındaki mevcut stratejik konumlanması on iki yıldan beri süren politikadan temelden farklıdır. On iki yıldan beri PKK, uluslararası konjonktürden dolayı Türkiye ile bir anlaşma aramaya çalışmış ve bundan dolayı Türkiye’ye karşı tam seferber olmamıştır. Şimdi politik durum giderek köklü bir şekilde değişmeye başlamıştır.Devlet PKK karşında politik ve askeri çıtayı yükseltmiştir. Üstelik de bunu bölgedeki devletler PKK karşısında çıtayı düşürmeye başladığı zaman ve Türkiye ile bölge devletleri arasında düşmanlığın giderek arttığı bir dönemde yapmaktadır.
PKK’nin devlet ile bir anlaşma yapmasının asgari koşulu en azından “Özerk Kürdistan”ı kabul etmek olacaktır. PKK özerkliğin altında bir statüyü mevcut konjonktür koşullarında kabul etmeyecektir. Türkiye’nin bu aşamada İran ve Suriye’yi dengeleyebilmesi ancak bir Özerk Kürdistan aracılığıyla olabilir. Ama devletin şu anki politik yapısı bu politik çerçeveyi kaldırmaktan uzaktır. Bu noktada devlet PKK’ye çok dar bir politik çerçeve sunmaktadır ki bu politik çerçeveyi PKK’nin kabul etmesi bu aşamada, stratejik tercihlerinin giderek çoğalmakta olduğu bir dönemde, mantıklı değildir. Bu noktada devlete savaşı daha da yoğunlaştırmaktan başka bir seçenek kalmamaktadır.
PKK’nin İran-Suriye ekseninden yakın dönemde uzaklaşabilmesinin ve Türkiye ile düşük bir politik profil temelinde anlaşabilmesinin bir başka olasılığı da, İran ve Suriye’de rejimlerin hızlı bir şekilde çöküşe doğru gitmesi durumunda olabilir. Böyle bir durumda PKK Kürdistan’ın bu parçalarında ortaya çıkacak kazanımları tehlikeye atmamak için Türkiye ile düşük bir politik profil çizebilir. Bunun dışında PKK’nin yakın bir dönemde İran-Suriye ekseninden kopması mümkün değildir.
PKK ile savaşın daha da yoğunlaştırılması iç politikada milliyetçi ve militarist anlayış ve metodların zamanla daha da geliştirilmesine neden olacaktır. Böyle bir politik eğilime giren bir hükümetin kısa bir zaman sonra iç ve dış politikada kendisini bir düşman çemberi içerisinde bulması kaçınılmazdır. Bu noktadan sonra da bu kuşatmanın sonuçlarını kestirmek için de pek fazla kain olmaya gerek yoktur.