24 Mart günü Özgür Gündem Gazetesi hakkında 1 ay kapatma cezası verildi. Gazetenin basımının yapıldığı Gün Matbaası polisler tarafından basılarak gazetenin sayılarına el konuldu. 30 Mayıs 1992’de yayın hayatına başladıktan sonra 8 muhabir ile 19 dağıtımcısı katledilen ve 14 Nisan 1994’te kapatılan Özgür Gündem Gazetesi, 17 yıl aradan sonra geçtiğimiz yıl 4 Nisan’da okurları ile […]
24 Mart günü Özgür Gündem Gazetesi hakkında 1 ay kapatma cezası verildi. Gazetenin basımının yapıldığı Gün Matbaası polisler tarafından basılarak gazetenin sayılarına el konuldu.
30 Mayıs 1992’de yayın hayatına başladıktan sonra 8 muhabir ile 19 dağıtımcısı katledilen ve 14 Nisan 1994’te kapatılan Özgür Gündem Gazetesi, 17 yıl aradan sonra geçtiğimiz yıl 4 Nisan’da okurları ile buluşmuştu.
30 Mayıs 1992’de İstanbul’da başlayan ve yayın yaptığı süre boyunca büroları defalarca basılan, 30’u muhabir olmak üzere 76 çalışanı öldürülen Özgür Gündem gazetesinin farklı bir hikayesini 2006’nın 7 Mart’da Taylan Esmer ANF’ye yazmıştı. Esmer’in yazısına bağlanıyoruz…
Cem Ersever, Yeşil, Aytekin Özen, Abdülkadir Aygan, Abdulkadir Kırcı, Adil Timurtaş, Alaattin Kanat, Abdülhakim Güven, Hayrettin Toka, Recip Tiril, Muhsin Gül, Murat İpek, Halil Işık, Hacı Hasan ve isimleri mahkeme kayıtlarına, iddianamelerine geçen derin devletin kadrolu-kadrosuz cellatlatlarının ortalarda gezdiği, “kelle” aldığı yıllar.
Ortaya çıkartılan Hizbullah gibi örgütler, kürdün kürde kırdırıldığı, köylerin yakıldığı, gazetecilerin öldürüldüğü, satırlı-silahlı saldırıların yoğunlaştığı, faili meçhul cinayete kurban gitmemek için akşamları herkesin hava kararmadan evlerine çekildiği yıllar…
Değil gazetecilik, gazete okumanın veya gazete satmanın bile ölümle eşdeğer olduğu günler. Ve o tarihlerde gazete satmak gibi bir “suç”u işleyenler, ateşten gömleği giyenler.
Diyarbakır başta olmak üzere, Batman, Van, Urfa, Mardin gibi illerde onlarca kişi sadece gazete sattıkları ya da dağıttıkları için öldürüldü, saldırıya uğradı.
Kürt illerinde yaşanan kirli savaşı yansıtan gazetecilerin tek tek öldürülmesi bile gazetecilerin haber yapmasının önüne geçmeyince derin devlet, itirafçıların ve hizbullahçıların da içinde yer aldığı paramiliter güçleri bu kez gazete satanlara yöneltti. Amaç gazetelerin satılmaması, Kürt illerinde yaşanan kirli savaşın Türkiye’ye ve Kürtlere duyurulmamasıydı.
Kirli savaş, köy yakmalar, faili meçhul cinayetler, bombalamalar, kayıplar yazılmayacak, duyurulmayacaktı. Diyarbakır’da “derin güçler”in bu amacı kısmen hayat buldu. Bazı gazeteciler bölgeyi terk ederken, birçok gazete bayisi de sol ve muhalif gazeteleri satmamaya başladı.
Gazete satmanın bedeli
Tüm baskı ve engellemelere rağmen ölümü bile göze alarak gazete satanlarda vardı. Ve bu “cüret” lerinin karşılığında kardeşlerini, yakınlarını, servetlerini kaybedenler, ailesi parçalananlar, yıllarca cezaevinde yatanlar. Bu ailelerden biri de Yaşa ailesi.
Ve gazete satmanın bedelini iki amcasını, bir kardeşini kurban veren, 9 yıl cezaevinde yatan Eşref Yaşa. Eşref Yaşa’nın 1989 yılında işletmeye başladığı Bulvar Büfesi, Diyarbakır’ın ofis semtinde şimdi yeni inşa edilen Belediye Konukevi’nin yanındaydı. Birçok gazetecinin uğrak yeri, gelip sohbet ettiği, haber tartıştığı, paraları çıkışmadığında haftalık, aylık dergileri aldığı gazetecilerin uğrak bir yeriydi sanki.
Aradan geçen yıllardan sonra ortada ne Bulvar Büfe kaldı, ne gazeteciler, ne de OHAL’in kalkmasıyla birlikte gazete satışına yönelik yasaklar, baskılar, saldırılar…
Eşref Yaşa sol ve muhalif gazeteleri sattığı için 92 yılında ilk olarak resmi polisler ve kim oldukları belli olmayan “sivil” şahıslar tarafından tehdit edildi. Büfesine gelip silah gösterenler, “bu gazeteleri satma” diyenler, “bak böyle giderse sonun iyi olmaz” diyenler…
Tehditlere rağmen gazete satışını bırakmayınca bu kez 15 Kasım 1992 günü büfesi kundaklandı. Diğer gazete bayilerine yönelik yaşanan baskılar, Bulvar büfenin kundaklanmasıyla doruk noktasına ulaştı ve Diyarbakır’daki bayiler protesto amacıyla bir günlük boykot kararı alarak tüm gazeteleri satmamaya başladı. Ancak polisin müdahalesi sonucu boykot kırıldı ve gazetelerin yeniden satışı yapıldı sonraki gün, tek şart ise Özgür Gündem başta olmak üzere yine sol ve muhalif gazetelerin satılmamasıydı.
Eşref o günleri anlatıyor
Ancak Bulvar büfesinde yine gazeteler satılıyordu taki 15 Ocak 2003 tarihine kadar.
“Bisikletimle iş yerine gelecektim. Mardinkapı Turistik Caddesinden geliyordum. Yanımda oğlum Diren de vardı. Karşıda iki kişiyi fark edince anladım tetikçiler ve ateş edecekler. Saldırılardan sonra korunmam için bende silah taşıyordum. Bisikletle yolun diğer tarafına geçersem belki bu iki kişiyi caydırırım diye düşündüm. Ama tam o esnada silahlarını çektiler ve ateş etmeye başladılar. 8 yaşındaki oğlumla birlikte yere düştük. Bende silah çekince, bir anda bu iki kişide panik yaşandı bana doğru rastgele ateş etmeye başladılar. Oğlum yolun diğer tarafına kaçtı. Can havliyle kendimi yere atarken ateş de etmemle birlikte iki silahtan çıkan 9 kurşun bana isabet etti. Kurşunlardan 4’ü vücudumun değişik yerlerine, diğerleri de giysime isabet etmişti. Ateş edenler panikleyince kaçtılar ve ben oğlumu aramaya başladım. Ellerim, yüzüm, giysilerim hep kan olmuştu. ılk başta kimse yanaşmadı bizlere, yardım etmedi cadde ortasında. Oğlum karşıdaydı, onu çağırdım, ‘Baba üzerin kan olmuş, kirlenmiş, yanına gelmiyorum’ dedi. Ayağa kalkabiliyordum. Yoldan geçen araçları durdurmaya çalıştım ilk başta duran olmadı. Sonra bir ticari taksi geldi ve oğlum da taksiye binerek hastaneye gittik. Yolda uykum geliyordu, öleceğimi düşündüm.” O günkü saldırıyı böyle anlatıyor Eşref Yaşa. Ve hastanede ifadesini almaya gelen polislerin “neden ölmedin” soruları, tehditleri.
“Polisler bana, ‘bu tür saldırılarda kimse kurtulmaz, sen nasıl kurtuldun, komando eğitimi almışsın’ diyerek, tehditle, hakaretle ifademi aldılar” diye anlatıyor Yaşa.
On günlük bir tedavinin ardından taburcu olan Eşref Yaşa için artık gazete satmak, büfeyi işletmek dönemi biter. Çünkü ailesinin baskıları sonucu büfeyi açmaz. Büfeyi işletmek görevi amcası Haşim Yaşa düşer. Eşref Yaşa’ya ateş edenler yakalanmaz. Ama o ölmemek için taşıdığı silahtan dolayı 24 Mayıs 1993 tarihinde bir yıl hapse mahkum olur. Cezası 1.633.333 TL para cezasına çevrilir.
Can güvenliği olmadığı için, ailesinin de baskısıyla bir süre ıstanbul’a akrabalarının yanına gider, günlük işlerde, inşaat işlerinde çalışır.
Bulvar büfesi
Yapılan kundaklama ve saldırıya rağmen Bulvar büfenin hala gazete satması birilerini yine rahatsız eder ve 14 Haziran 2003 tarihinde büfeyi işleten Haşim Yaşa, oğlu Aziz ile birlikte sabah erken saatlerde büfeyi açmaya giderken, Bağlar beldesi Koşuyolu semtinde silahlı saldırıya uğrar. Arkadan yanaşan tetikçi Haşim’in kafasına ateş ettikten sonra, emin olmak için yerde de vücuduna ateş eder ve kaçar.
Yaşa ailesi bunlara rağmen yine pes etmez. Ve büfeyi 13 yaşındaki Yalçın Yaşa ile 15 yaşındaki Yahya Yaşa kardeşler işletir. Ancak büfeyi işleten Eşref’in iki kardeşi de faili meçhul saldırıya uğrarlar. 10 Ekim 1993 tarihinde Balıkçılarbaşı Dört Ayaklı Minare yakınlarında, büfeyi açmaya gelirlerken yanlarına yaklaşan iki kişi, bisikletin üz
erinde olan Yalçın ve Yahya kardeşleri başlarından tutarak birer el ateş ederler. Saldırıda Yalçın olay yerinde ölür, Yahya ise başına kurşun almasına rağmen, mucizevi şekilde kurtulur.
Saldırılar ve cinayetler sonrasında artık Yaşa ailesi Bulvar büfesini işletmez ve büfeyi kiraya verirler. Haşim Yaşa’nın ailesine bir süreliğine akrabaları bakar. Daha sonra emeklilik primlerinin ödenmesi ile Haşim Yaşa’nın emeklilik maaşından dul kalan eşi ve 7 çocuğu faydalanır. (Haşim Yaşa’nın kardeşi Mehmet Ali Yaşa da 1996 yılında Diyarbakır kırsalında, “gerilla” denilerek üç kişi ile birlikte öldürülür.)
Tek geçim kapısı olan Bulvar büfeyi işletememesi üzerine geçim sıkıntısı çeken Eşref Yaşa ıstanbul ve Diyarbakır’da yeniden gündelik işlerde, inşaatlarda, fırınlarda çalışmaya başlar. Bir yandan, “yarım kalan işi” bitirmek için fırsat kollayan kontra elemanları, bir yandan geçim sıkıntısı…
Ve Eşref Yaşa 18 Ocak 1996 tarihinde “dağa gidiyor” gerekçesiyle Hazro’da yakalanır. 28 gün süren işkenceli sorgudan sonra tutuklanır. Yargılandığı Diyarbakır 2. Nolu DGM tarafından 12 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırılır ve 9 yıl Diyarbakır E Tipi, Bursa Özel Tip, Diyarbakır D Tipi cezaevlerinde yatar.
Eşref Yaşa cezaevindeyken eşi şaile Yaşa çocuklarına sahip çıkar. Hem çocukların karnını doyurmak, hemde eşine cezaevinde bakmak zorundadır.
“Eşref cezaevine girdikten sonra birtek allahın kulu bizi sormadı. Daha önce onların dostu, arkadaşı yoldaşı olanlar, olduğunu söyleyenler manevi destek için bile olsa kapımızı çalmadı, nasılsın demediler. Hiçbir yerden, kişiden maddi-manevi yardım almadım. Ailemin bize gönderdiği yiyeceklerle, giyeceklerle, yakacaklarla yıllarımızı geçirdik. Büfenin cüzzi bir kirası vardı en başta. Ancak kiraladığımız kişiler sonra bu kiraları da aksatmaya başladılar. O halimizle hem çocuklarıma bakıyor, hem ayakta kalmaya çalışıyorduk” diye anlatıyor şaile Yaşa, 9 yıl boyunca tanık olduklarını…
Belediye büfemizi yıktı
Büfenin zaman zaman gelen kirasıyla geçinmeya çalışan Şaile Yaşa bu kez, büfenin yıkımı ile yüzyüze kalır. Belediyenin kent düzenlemesi çerçevesinde Bulvar Büfesi yıkılır ve onlara karşı kaldırımda bir yer verirler.
Ancak Feridun Çelik’in Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı’na gelmesiyle birlikte, Bulvar büfesi ikinci yerinden de atılır. Ve o gün yaşananları Şaile Yaşa anlatıyor:
“Belediyeden gelip büfeyi kaldıracaklarını, bize yer vereceklerini söylediler. Bende o zaman akrabalardan borçlandım ve 3 milyara seyyar büfe yaptırdım. Nasılsa bize yer gösterecekler ve oraya taşınırız, büfeyi de ben ve çocuklarım işletiriz, kimseye muhtaç olmayız, aldığımız borcu da öderiz diye düşündüm. Ancak 15 gün sonra gelip büfeyi yıktılar ve herhangi bir yerde göstermediler. Kime başvurduysam, oralı olmadılar. Zar zor kirasını aldığım büfeyemi yanayım, masraf ettiğim 3 milyaramı yanayım. Derdimizi kimseye anlatamadık. Bizler dilenci değiliz, kimseden para istemiyoruz, yiyecek istemiyoruz. Belediyenin yaptığı haksızlığın düzeltilmesini istiyorduk. Ama hiçbir sonuç çıkmadı. Ben kadın halimle çocuklarımla ilgilendim, onları büyütmeye çalıştım. Tutuklu ve Hükümlü Yakınları Derneği’ne üyeydim. Ancak bir süre sonra dernek çalışmaları, benim çocuklarımla ilgilenmemi engelleyince çalışmalarıma ara vermek zorunda kaldım.
Akrabaların zaman zaman maddi yardımlarıyla geçiniyordum, kışlık yakacaklarımızı onlar alıyorlardı. Kızım Yekbun Sara hastası ve imkanımız olmadığı için tedavi ettiremedik.”
9 yıllık bir mahkumiyetin ardından, Eşref yaşa ve eşi ile Diyarbakır’da bir parkta görüşüyoruz. Cezaevi onu yıpratmış. Saçları dökülmüş, sağlık sorunları var. Belediyenin ihalesini alan bir müteahhit firmada asgari ücretle aylık 380 YTL’ye çalışıyor. Tek gelirleri bu. Bir de Büyükşehir belediyesine ait, iki yıl önce eşinin girişimleri ile kiraladıkları ve günlük cirosu 30-40 milyonu bulan 2 metrekare boyutunda, sakız, çekirdek, bisküvi, gazete satışının yapıldığı bir büfeden gelen gelir.
“Bulvar büfeyi işletirken maddi durumumuz iyiydi. Asgari ücretle çalışanları gördüğümde acırdım onlara ve onları götürüp akrabalarımıza ait iş yerlerinde çalışmalarını sağlardım. Bu yıl odun-kömür alamadım, kızımın tedavi edilmesi gerek yapamıyorum” diye anlatıyor Eşref Yaşa.
Yine gazete satarım
Kimseden bir beklentisi olmadığını anlatıyor Eşref. Kendisinin, ailesinin, akrabalarının yaşadığı tüm bu zorluklara rağmen ayakta kalmaktan mutlu. “ınsanlar çok acı çekti. Bizden daha kötü olaylar, dramlar yaşayanlar oldu.” diye anlatıyor. Ama asgari ücretle çalışmaktan, “bizimdir” dediği belediyenin büfesini yıkmasından, çocuklarına daha iyi bir gelecek sunamamaktan mutsuz. Ve konuşmak da istemiyor.
“Bu halkın insanıyız, halkımızda bu, yaşamak zorundayız” diyor tüm zorluklara rağmen. Onlardan ayrılırken soruyorum Eşref’e. “Bir daha gazeteler yasaklansa satarmısın”
Kısa bir süre düşündükten sonra, “Satarım, Türkiyenin herhangi bir yerinde yasaklanmıyorsa ve burada yasaklanıyorsa ve her türlü gazete, dergi satılıyorsa neden yasaklama olsun. Benim işim buydu, büfe işletmek, gazete satmak. Hürriyet, Milliyet, Sabah gibi gazeteler okunmak için, satılmak için piyasaya sunuluyorsa, bunlar gibi diğerlerini de satarım” diyor.