Karşı-İşgal Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin 6 Aralık 2011 tarihinden beri gerçekleştirdikleri “fiili” Starbucks işgali sonuna gelmiş bulunuyor. İşgalin özneleri, işgalin bitişine dair yayınladıkları metinde işgalin bir boykota evrildiğini ve halihazırda geliştirdikleri “Öğrenci Meclisi” ve “Öğrenci Kooperatifi” fikirlerinin peşinden gideceklerini ifade ettiler. Starbucks işgalinin geniş toplumsal düzlemde belirli karşılıklar bulduğu açık. Bu karşılıkları değerlendirmek, işgalin öznelerinin toplumsal […]
Karşı-İşgal
Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin 6 Aralık 2011 tarihinden beri gerçekleştirdikleri “fiili” Starbucks işgali sonuna gelmiş bulunuyor. İşgalin özneleri, işgalin bitişine dair yayınladıkları metinde işgalin bir boykota evrildiğini ve halihazırda geliştirdikleri “Öğrenci Meclisi” ve “Öğrenci Kooperatifi” fikirlerinin peşinden gideceklerini ifade ettiler.
Starbucks işgalinin geniş toplumsal düzlemde belirli karşılıklar bulduğu açık. Bu karşılıkları değerlendirmek, işgalin öznelerinin toplumsal bir sorumluluğudur. Fakat, işgal sürecinden itibaren izlemeye çalıştığımız ve daha öncesinde Boğaziçi Öğrenci Hareketlerini izlemeye çalıştığımız üzere, işgal öznelerinin bu toplumsal perspektiften uzak kaldığını söylememiz mümkün. Elbette bahsettiğimiz şey bir “mesaj” kaygısı değil. Aksine, mesaj verme politikasını aşan bir biçimde, gerçek ilişkiler kurabilen bir toplumsal öznenin inşasından bahsediyoruz.
Öğrencilik Hareketi
Öğrenci hareketi genel toplumsal hareketler içinde bir toplumsal harekettir. Bu hareketin bir toplumsal karakteri vardır, ve genel olarak bu toplumsallık, toplumun sınıfsal yapısıyla ilişkilenmesinden ortaya çıkar. Eski tartışma öğrencileri aydın olarak konumlandırıyordu. Bugünlerde diyebiliriz ki özellikle büyük metropollerdeki öğrencilik orta sınıf bir karakter taşımaktadır. Fakat öğrenci hareketinin kaynağı, tam da bu orta sınıflığın reddi üzerinden cereyan eder. Bunun en son temel örneği herhalde Ege ve Kocaeli Üniversiteleri öğrencilerinin Bologna sürecini kabul etmeyeceklerine dair yaptıkları eylemlerdir. Bu eylemler, üniversitenin giderek orta sınıf ve burjuva sınıfı çocuklarına açılması ve proleteryanın özellikle alt sınıflarını ciddi oranda elemesi üzerine gelişen bir sınıf mücadelesidir. Bunun dışında, Starbucks işgali de “çıkış” itibariyle üniversitenin kamusal anlamına oturmakta, ticarileşme ve mutenalaşma süreçlerine karşı çıkmakta; “öğrenci kantini”nin imlediği sınıfsal dokuyu ararken bir yandan da tüketim çağının orta sınıflılığını red etmekteydi. (Elbette ki, bunu bütünsel bir sınıf reddiyesi veya sınıf intiharı olarak düşünmemek gerekir. Sınıfın reddi, yani sınıf savaşı, farklı katmanlarda cereyan eder, farklı süreklilikleri vardır ve farklı açılardan farklı süreler boyunca devam eder.)
Fakat gelinen noktadaki izlenimlerimiz, Boğaziçi Üniversitesi’nde birkaç yıldır hakim olan bir geleneğin Starbucks işgali ve sonrasındaki süreçte hakim bastığı, bu nedenle de üniversitedeki öğrenci hareketinin gelişme potansiyelini zedelediğine yöneliktir. Bu hakim basan geleneği anlamaya çalışırken, Boğaziçi Üniversitesi’nin içinde bulunduğu toplumsal ilişkileri ve dokuyu göz ardı etmediğimizi belirtelim. Bu ilişkiler, üniversiteyi orta sınıf hayatın/ilişkilerin/toplumsallığın yeniden üretildiği bir mekan yapmakta, bu açıdan da “kamusallık” düşüncesini yerle bir etmektedir.
a) Kampanyacılık Geleneği
Boğaziçi Öğrencilik hareketi, son 5-6 yılının büyük kısmını kampanyacılık geleneği ile şekillendirmiştir. Bu kampanyaların büyük kısmı gündem temelli veya ülkenin genel makro-siyasal gündemine angaje olma çabası içeren pozisyonlar üzerine kurulmuş, kısa süreli veya süreksiz diyebileceğimiz çeşitli formlar altında gerçekleşmiştir. Bu kampanyacılık geleneğinin temel özelliği, ülkenin hayati mevzularında, ülke koşullarına göre yer yer “radikal” söz üretimi denebilecek şekildeydi. Kardeşime Dokunma, Karanlığı Sorguluyoruz, TMK’ya Hayır, Barış Haftası, Emek Haftası, Mezarlık eylemi, bunlardan bazıları olarak düşünülebilir. Bu kampanyaların temel özelliği, görüleceği üzere “makro” gündemleri temel alması ve “radikal söz söyleme” ihtiyacıdır. Öğrenciler, politik alanın hızına ve gündemine angaje olma “ihtiyacı” hissederek bu alana müdahale etmişlerdir.
Tabii bu tarz ya da gelenek, politik alanın kurulumuna dair çeşitli varsayımlar ve önermeler içermekte ve bu açıdan da daha geniş bir düzlemde belirli bir geleneğin içinde konumlanmaktadır.(1)
Bu kampanya geleneği dışında, üniversitenin “kendi” gündemine dair geliştirilen politik açılımlardan bazıları ise Çayhane deneyimi, 6 Kasım etkinliği ve en son gerçekleşen Starbucks işgali olarak ifade edilebilir. (Burada önemle vurgulamak gerekir ki, bu eylemleri örnek göstermemizin temel nedeni, bu eylemlerin hepsinin “bütün” öğrencileri ilgilendirdiği/kapsam alanına aldığı, bir anlamda öğrenci temelli olduğundandır. Eklemek gerekir ki, okul içinde kendi özerk politik hattını örgütlemeye çalışan, aynı zamanda da belirli bir sürdürebilirliği olan farklı politik örgütlenmeler de mevcut: Kadın hareketi, Lubunya, belirli kulüp faaliyetleri bunlardan bazıları olarak söylenebilir. Bu hareketler, bir açıdan üniversiter alanda kendi varoluşundan kaynaklı problemlere odaklanırken, bir yandan da kendi kimliksel/makro problemlere odaklanarak, “küyerel” bir hareket olma ifadesi kazanıyorlar.)
Çayhane deneyimi, belki de uzun zaman sonra ilk defa üniversitenin kendi meselesine dair ortaya çıkan bir öğrenci hareketiydi. Aynı zamanda, diğerlerinden farklı olarak belirli bir süre kendini idame ettirdiğinden kaynaklı, kampanyacılık geleneğinin aksine, farklı bir ontolojiye dayanıyordu. Belirli bir süre sonra kendi sürdürülebilirliğini kaybetti ve son buldu. 6 Kasım eylemi, Çayhane sonrası dönemde gelişen ve yine belirli bir sürdürülebilirliğin kapısını aralamak için gelişmiş, fakat kısa zamanda sönmüş bir eylemi ifade ediyordu. Bu yazının temel odağı olan Starbucks işgali ise, yaklaşık 80 gün devam etti ve şimdiye paramparça olmuş bir öznellik bıraktı.
Bu paramparça edilmiş öznelik halinin temel kaynaklarından biri, yukarıda bahsetmeye çalıştığımız kampanyacılık geleneği, ve bunun bir öğrencilik hareketini imlediği vurgusudur. Büyük açıdan bu, süreksiz ve özörgütlenmeye dayanmayan bir öğrencilik hareketini ifade ediyor. Yani, öğrenciliğin “ruh” halini üniversite profilinin ruh haliyle birleştiren; belirli makro gündemlere odaklanırken tüketim kalıplarına sıkışan; sürekli ve yerelden güçlenen bir hareket yerine anlık/refleksif ve makro ilişkilere odaklanan bir hareket. Elbette ki burada bu hareketin kendi başına olumsuz olduğunu söylüyoruz. Özne, sürekli kurulan ve dağılan bir karakter taşıyabilir. Fakat aynı zamanda öznenin kurulumu, çeşitli öznellikleri gerektirir ve bu öznellikler belirli ilişkilenmeler temelinde ortaya çıkar. Boğaziçi’nde var olan bu ilişkilenme tarzı, ne yazık ki genişlemeye ve sürdürmeye muktedir bir örgütlenme modeli ortaya çıkaramamıştır.
b) Öğrencilik Hareketi
Öğrencilik, bir geçici durum olması sebebiyle örgütlenmenin problemli olduğu bir dönemdir. Fakat genel olarak muhalif hareketlerin içinde bulunduğu pozisyon, daha çok öğrenci hareketine dayanan bir durumu ifade ediyor. Fakat 4 yıllık öğrencilik sona erince, genel politik duruş ve ahlak da belirli oranda son buluyor; yerine, muhalif bazı tandansları olan, kendi hayatına dönmüş bireysellikler kalıyor. Tam da bu bahsettiğimiz durum, yani ortak olan ya da kolektif davranışa yatkınlığı arttıracak bir örgütlenme tarzının ortaya çıkamaması, özellikle neoliberal bireyin üzerine inşa edildiği bireyciliği ve tüketim alışkanlıklarını da yerleştiriyor. Bahsettiğimiz, öğrencilik hareketinin yerleştirdiği şeyin tüketim toplumu tarzına içkin olduğu, onun alışkanlıkları ve ahlakıyla şekillendiği. Belirli bir orta sınıf aktivizmi de imleyen bu hareket tarzı, örgütlenme odaklı değil de kampa
nya odaklı işlemekte ve bu açıdan da kampanya bittiğinde (öğrencilik bittiğinde) yerine değişmemiş ve sabit kalmış ilişkileri bırakmaktadır.
Değişim, elbette ki kesintili olan ama belirli bir düzlemde ilişkilenmeyi zorunlu kılar. Neoliberalizm, bireyi ilişkinin temel öznesi olarak kurmaktadır. Oysa ki bunun temel bir illüzyon olduğunu biliyoruz. Nasıl ki birey-toplum ikiliği bireyi ve toplumu zıt kutuplar olarak kuran bir ilizyonsa, bireyci özgürleşme perspektifi de bu yaklaşıma içkindir. Bunun tam karşısında, belirli tekilliklerin olumlandığı ve geliştirilebildiği, fakat aynı zamanda her tekilliğin toplumsal ilişkilere dahil olduğu bir “çokluk” perspektifi yerleştirmek gerekiyor. Bu yerleştirme işlemi, yalnızca öğrencilik için değil, bizce bir çok toplumsal hareket için zaruridir.
Bahsettiğimiz neoliberal öznellik, özellikle orta sınıf profilinin yaygın olduğu üniversiter hareketlerde kendini çok hızlı örgütleyebiliyor. Bunun yemel nedenlerinden biri, elbette ki bu öznellik türünün getirdiği alışkanlıklar ve deneyimlerdir. Fakat aynı zamanda “ortak olan”a dair bir düşünce/perspektif eksikliği, bu öznelliğin gelişimini güçlendirmekte ve hızlandırmakta.
Starbucks işgalinin temelde yaslandığı bu “ortak olan” düşüncesi, işgal sürecinde çeşitli zamanlarda sekteye uğramış; üniversitede var olan öğrencilik ve kampanyacılık geleneklerinin yerleşikliği, alışık öznellik tarzını güçlendirmiş, bu açıdan da hareketin tükenişine zemin hazırlamıştır.
Öğrenci Hareketi
Yukarıda bahsettiğimiz üzere, öğrenci hareketi de belirli sekmeler ve engeller ile hareket eder. Farklı olarak. Öğrenci hareketi temelde kendini toplumsal hareketlerin bir parçası olarak konumlandırır. Bunun anlamı, toplumun bir bileşeni olarak öğrenci hareketinin, toplumsal ve/veya siyasal alanın oluşumunda, toplumun diğer kurucu özneleriyle birlikte onun bir parçası olduğunu her daim hafızasında bulundurmasıdır. Büyük oranda öğrenci eylemlerinin hiç biri “biz öğrenci hareketinin bir parçasıyız” fikriyatıyla kurulmaz. Aksine, eğer ortada bir öğrenci hareketi varsa, bu hareket öğrenci eylemliliklerinin bir bileşkesi olarak açığa çıkar. Bu açıdan, “öğrenci hareketi” bir metafiziktir: toplumsal ve/veya siyasal planda kategorik bir kurulumdur.
Öğrenci hareketi metafiziği, “a priori öğrenci hareketiyiz” düşüncesi ile değil, yapılan öğrenci eyleminin toplumsal kuruluma etkisi ve onu kurmadaki kudreti açısından değerlidir. Bu açıdan, yani toplumsal kurulumunda özneleşmesi açısından, öğrenci hareketi metafizik bir sürekliliği de içinde barındırır. Bu süreklilik, özellikle belirtmek gerekir ki, lineer bir hafıza ile şekillenmez. Her toplumsal hareket, kendisinden önce gelen farklı toplumsal hareketlerin yarattığı tarih, kültür ve koşullar üzerine biçimlenirken aynı zamanda bu yeni hareketlerin kendi koşulları, tarihleri ve kültürleri vardır. Bu tarihsel, zamansal ve/veya mekansal fark aynı zamanda bu hareketleri kendilerini önceleyen hareketlere göre farklılaştırır. Bu farklılaşma da çevrimseldir, çizgisel değil. Geçmiş ya da tarih, donuk bir metafizik olduğu sürece hem örgütlenme açısından hem de toplumsal özneleşme açısından ayak bağı olur. Fakat, tarihin içinde gezinen ve tarihi kullanma konusunda devrimci bir yaklaşımı olan hareketler, bu metafizik ilişkiyi reel politik alana aktarmayı başarırlar.
Öğrenci hareketinin sürekliliği de bu metafiziğe dayanır: geçmişin bıraktığı miras, öncelikle koşullardır. En yakın geçmiş açısından Koordinasyon deneyimi, bütün politik açılımları yanında, özellikle ders çıkarılması gereken mağlubiyetler ve günümüz neoliberal üniversitesini bırakmıştır. (Bunların bir suçlama olmadığını belirtelim) Bu açıdan, Koordinasyon deneyiminden öğrenilecek temel şeylerden biri romantize edilmiş ya da fetişleştirilmiş örgütsel yapılar değil, bu hareketin özellikle örgütlenme açısından getirdiği özgürlükçü plan, ve hareketin üzerine yükseldiği ve özellikle işaret ettiği toplumsal koşullardır.
Öğrenci hareketinin sürekliliği aynı zamanda onun sürdürülebilirliğinin de bir ifadesi. Sürdürülebilirlik, öğrenci hareketi metafiziğinde özgürce gezinmeye ve bu gezinmeden özgürlükçü dersler çıkarmaya bağlanır. Gerçek bir hareket, tarihsel bağlanmalar yoluyla değil, tarihteki eylemliliğin işaret ettiği yeni koşullara karşı gerçek örgütlenmeler yaratmakla ortaya çıkar. Öğrenci hareketi için de bu konu her daim güncel bir metafiziği ifade eder. Özellikle Koordinasyon deneyimiyle ciddi ifade bulan “öz-örgütlenme” yaklaşımı, öğrenci hareketinin her yeni kurulumda kendisine sorduğu ve sormaya devam edeceği bir form olarak önümüzde duruyor.
Sonuç yerine: Ahmet Saymadi hayal görüyor
Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin Starbucks işgalinin ortaya çıkardığı fikirlerden biri olarak öğrenci meclisi projesi bir öz-örgütlenme formu olarak tartışılmayı ve politikleştirilmeyi bekliyor. Öğrenci meclisi, kapsayıcı, üniversitenin gerçek mekanlarına dayanan (yurtlar, kantinler, yemekhane, bölümler, öğrenci evleri, fakülteler, kütüphane, oturma alanları vs…) yapılar şeklinde örgütlenebilirse, ve örgütlendiği her alandaki gündelik hayatı ve sorunları örgütleyebilirse, öğrenci hareketi açısında çok önemli bir hafıza ve deneyim yaratma şansı bulacaktır.
Starbucks işgalinin temel problemlerinden biri olan öğrenci hareketi olamama hali, temelde, yukarıda bahsettiğimiz öğrencilik durumundan, bu durumu koşullayan orta sınıf “bilinçten”, bu bilinci kuşatan atomize edilmiş bireysellikten kaynaklanmakta. Starbucks şubesini işgal eden öğrenciler, toplumsal alana toplumsal bir kurulumun parçası olarak müdahale etmekte yetersiz kaldılar. Bunun temel nedeni, Ahmet Saymadi’nin Birgün sitesinde(2) işgalin bitişine dair yaptığı tespitler üzerinden okunamaz, kanımızca. Saymadi, özetle, devrimcileri “çağırmayan” işgalin devrimcilikten kovulmadığını belirtmiş, ve devrimcilerin arka sokakta öğrencileri beklediğini yazmış. Bu söylemin örttüğü temel sinizm, devrimcilerin (hele ki kendilerine bu kadar güvenirken) işgale “müdahil olma” konusundaki zaaflarıdır. Fakat buradaki asıl problem, Saymadi’nin işaret ettiği devrimciliğin, aslında kendini günbegün tüketen ortodoks sol anlayışının bir türevi olması. Starbucks işgali bütün organizasyonel ve toplumsal alana müdahale etmedeki sorunlarına rağmen, potansiyel bir öz-örgütlenme deneyiminin temel yürütme araçlarına dair çeşitli ipuçları sundular: konsensusla karar alma, hiyerarşik olmama, temsiliyet kurmama, vs. gibi… Oysa ki Saymadi’nin çağırdığı ya da “yönlendirdiği” “devrimcilik” formunun bu düzlemde ne kadar problemli olduğunu biliyoruz. Saymadi’nin gördüğü “hayal”, işgali nasıl olur da kendi düzlemime çekerim sorusunun (yani ortodoks solun kendi vizyonu bağlamında kendi örgütlenme tarzı ve alışkanlıklarına göre nasıl “yorumlarım”) kendi çapında bir cevaplanmasıdır yalnızca.
Evet, karşı-işgal, var olan ortodoks sol devrimcilikle ciddi bir zıtlaşma içindeydi, ve bu solu kendi yanına çekmek, hatta kendisi için kılavuz haline getirmek gibi bir niyeti de olmadı. Asıl problem, ve günümüz sinizminin de en büyük zaafı olarak, “hayali” devrimcilik kurumları olarak hayali temsilcilerle ilişki kurmaktansa, toplumsal alanın gerçek özneleriyle ilişki kurmanın nasıl bir organizasyon yapısı ve kurulum getirdiğini keşfetmekle ilgili. “Tekel eyleminde” büyük oranda gördüğümüz bu toplumsal dayanışma ağlarının yaratılamamış olması, ve buna bağlı olarak bu toplumsal hareketlerin bi
r parçası olma düşüncesinin zayıf kalması, Karşı-İşgal’in gerçek ilişkiler kurması önünde engel olmuştur. Fakat ortaya çıkan öz-örgütlenme fikri ve bu fikrin yürütücü araçlarının özgürlükçü bir biçimde potansiyel olarak ortaya çıkarılması, öğrenci hareketinin hafızasında hak ettiği yeri bulacaktır.
[1] Öğrenci hareketi bağlamında, bu geleneği eleştirdiğimiz bir yazı için: http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=40275
[2] http://www.birgun.net/actuels_index.php?news_code=1330680379&year=2012&month=03&day=02